şiir gibisin ferhan abi...
gözlerin deniz gibi,yüzünde oluşan yaşanmışlıklar rakı gibi,ellerin kuyu gibi derin,saçların rüzgar gibi sen hiçbir yere varmayan yürünmesi zor bir yol gibisin hayat gibi...
gidişini izlerken de bir şey öğretebiliyorsun.
masumiyeti aradığımda o küfürlü konuşmalarındaki samimiyeti buluveriyorum baba gibisin.
biscolata erkeklerinin gay olma olasılıklarıyla victoria secret kızlarının anoreksiya olma olasılıkları eşittir lakin bunun sadece bir olasılık olduğunu ne yazık ki gözardı edemeyiz.
böyle bir düşünceye sahip insanların hala var olması ve bu insanlarla aynı havayı soluyor olmam bile rahatsız edici... daha ne düşünceler duyacağız,okuyacağız canım ülkemin canım insanları!
her ikisi de.yapılan şeyden dolayı pişmanlık duyduğunuz zaman kafayı yiyecek gibi olursunuz uyuyamazsınız,kendinizi parçalarsınız adeta.yapılmayan bir şeyden duyulan pişmanlıkta belli bir zaman geçtikten sonra karşınıza çıkar geriye doğru baktığınızda gözyaşlarınıza engel olamazsınız ve durup biraz geriye doğru gidip ikisine birden baktığımda her ikisi de diyiveririm şimdiki zamanda.
kendine yaşattığı acı kadar etrafa da umursamaz biri gibi duran yapısıyla da çok fazla acı yaşatır bunlar.sessizliğiyle insanı delirtirken gözlerinin içine baktığınızda söylemek istediği cümleleri anlamınızı sağlarlar ve bu da insanı derinden yaralar.aslında insanlara zarar verme niyetinde olduklarından değildir sadece kendilerine çokça zarar verdiklerinden içindeki çıkmazlardan sizide çıkmaza sürüklerler sonra hiç beklemediğiniz bir anda adeta yok olurlar ama sanki hiçbir zaman iyi olmayacağını fısıldayarak gitmiş gibidirler.karamsar,ne istediğini tam olarak bilemeyen,eğlenceli ve vurdumduymaz gibi dururken sabaha kadar uyuyamadıkları geceler yaşayan insanlardır bunlar.
aman allahım bu diziyle ilgili başlık açılıp birde sayfalarca entr mi girilmiş diyerek yorumları okuduğumda gerçekten benim gibi düşünen insanları görmek içimi rahatlattı tesadüf eseri beş on dakika izlediğim ve bu ne böyle demekten kendimi alamayıp kumandayı fırlatıp odama doğru yol aldığım saçma sapan bir yapım.
ulaşım sorunu olmasa gerçekten çok daha iyi bir yer olacak olan fuar alanı.bir dalgınlığa geldin bir durak önce indin diyelim yaya yolu bile yok kalıyorsun dımdızlak.servisler desen bekle ki dolsun da servis hareket etsin.
çocukken oynamak için can attığımız oyun parkları.şimdilerde geceden kalma soğuk ve ıssızlığı çocukların bedenleriyle kapamaya çalışan mekanlar gibi geliyorlar gözüme...
diyalektik meteryalizm bu kavramı defalarca unutup tekrardan hatırlamak zorunda kaldığım zamanlar geliyor aklıma sinir krizlerine gebe anlardı neyse ki hafızamdan şüphe etmeye başladığım dakika da unutkanlık kelimesinde hatırladığım ilk kavram oluverdi kendileri.
sabah uyandığımda ben ne istiyorum sorusunu sorup diploma koleksiyonu mu yapıcam sanki diploma alınca hemen işe mi giriveriyorsun bu ülkede ben ne istiyorum yatıp uyumak diyerekten girmediğim sınav.
çiçeksepetinde destek amaçlı çalışma durumum olduğu için nasıl sorunlar yaşandığını çok iyi bilmekteyim açıkçası sevgilinize aldığınız hediye 14 şubat yerine 15 şubatta eline geçebilir bundan daha kötüsü sizin aldığınız hediye yerine saçma sapan başka bir hediye ile karşılaşabilirsiniz sonuç olarakta destek amaçlı çalışan kişilerde o gün bir güzel küfürü yer.
yurttan haftasonu eve dönmekteyimdir hafta sonunu ailemle geçirme planıyla havanında yağmurlu olmasıyla yanıma ne var ne yok alırım sırt çantamı sırtıma takar elimdeki yaşlı dedelerin kullandığı uzun şemsiyemle yola çıkarım ve otobüs maceram böylece başlar neyse sorun yaşamadan evime kadar geldim diye düşünürken otobüsten inme anımda bir dakika bir dakika der eşyalarımı toparlamaya çalışırken sırt çantamı tekrardan sırtıma takma çabasıyla şemsiyeyi hızlı bir şekilde arkaya doğru manevralarla bir gencin hassas bölgesine indiriveririm tabi arkam dönük olduğundan ahhhhhhhh ıhhhhhhhhhhhmmmm gibi sesler duyar sonra arkama döndüğümde ezilmiş büzülmüş birini görmemle beraber o an ne yapacağımı bilemem ve kapı kapanmadan çocuk sinirli bir şekilde in in diye söylenirlen eve kadar kahkaha atarak bir yolculuk maceramı daha sonlandırırım.
bazı dönemler bir eşyaya sağ elimle dokunmuşsam sol elimle de dokunuyorum.
bazı eşyaların bana rahatsızlık verdiğini hissedip yakınımdan uzaklaştırıyorum çöpe atabileceğim bir şeyse çöpe atıyorum.
gideceğiniz istikamet yerine ters istikamete giden metrobüse binmek ve bunu anlamadan son durağa kadar gelmek ve herkes indikten sonra başını kapıdan çıkarıp etrafa bakmak ve burası inmem gereken son durak değil diyerek dumur olmak.
sana kızdığım anların haddi hesabı yok biliyorsun.sanki beni bir kafesin içine sokmuş gibisin çıkışı mümkün olmayan sonra kafesinin içinde yem var diye avutuyorsun ardından kafes kapısı açılır gibi oluyor ama kollarıma bağlanmış ipler görüyorum sonra ne kadar gidersem gideyim evrenin sonsuzluğunun kanıtlanamadığını düşünüp koca bir kafes varmış gibi geliyor bizim küçük kafeslerimiz dışında.kendimi anlatamadığım zamanlar bana yaptıkların için sana oldukça kızıyorum sanki senin sevilmeyen evlatlarından biriymişim gibi.ardından aslına bakarsan sana çok bağlı olduğumu bütün kızgınlığım altında yatan gerçeğin sevgim olduğunu idrak ediyorum tıpkı ruhumla anlaşma yolları aradığım zamanlarda ona olan öfkemin altında yatan sevgi gibi...
artık bloglar varken ve o bloglarda ister istemez hayatımızdan bir şeyler paylaşırken doğruyu söylemek gerekirse hayatımızı ulu orta yaşıyor gibiyiz yalnızlaştıkça kalabalıklaştığımızı varsayarsak ve böylece daha da yalnızlaştığımızı hissettiğimizi düşünürsek saklanacak bir günlüklerimiz bile kalmadı artık.