dünya savaşından öte, daha çok almanların; "ben tek hepiniz bir" dediği savaş olmuştur.
(sünepe ve satıcı italya'yı saymasak)
yankiler bile tek başlarına karşılarına çıkamamış. ta ki (bkz: barbarossa harekatı) nın başarısızlıkla sonuçlanmasına kadar. sonrası malum, moskova kuşatmasından püskürtülerek geri çekilen almanlara, bu ingilizden bozma tavukların normandiya çıkarmasıyla arkadan saldırarak kazanmasıyla bitti. ki onda bile 150 bin civarı kayıpları var.
Bu yılan bakışlı ve düşük iQ'lü şımarık bir, nereden göç ettiği ve soyu nedir belirsiz (aslında belli) şark kurnazı meral iki, özellikle üzerinde Türk bayrağı olan direklere hallenen goril suratlı hilal üç, tahminim mütemadiyen gırtlağına kadar saksoya maruz kalan villa karısı dört...
ve bunların daha nice erkek versiyonlarından ebediyete kadar tez zamanda kurtulman dileğiyle güzel ülkem.
bunun henüz ömrü hayatında hiç sevgilisi olmayan versiyonu; bir de, bir zamanlar sevgilisi varken uzun zamandır sevgilisi olmadan yaşayanı vardır.
ikinci duruma dahil olanın ruh hâli daha farklıdır: ya çok yıprandığı ilişkiden çıktığı için resmen "ohh" deyip rahatlayanı vardır, ya da hâlâ sevip, unutamamış ve bir sevgiye ihtiyaç duyanı..
ikincinin ikinci maddesine dahil olanın ruhaniyeti resmen bitiktir.
rabb'imizin varlığını ve yüceliğini kullarına gösterdiği insanüstü eylemdir.
olay inanmak veya inanmamaktan geçer. yani itikat meselesi.
nefs asidir, şüphecidir ve yönünü hep, "ben ben" le çizmiş bencil bir egodur.
benim nacizane düşüncem: tüm kalbiyle inanan biri için; yaratıcının, yüce bir kulu ve aynı zamanda habibim dediği peygamberimize lütfedilen bir durumdur.
tuhaf ama nedense yasak olanın, günah sayılanın sanki güçlü bir manyetik alanın çektiği gibi insanı kendine doğru çekmesi durumu oluyor. bu da su götürmez bir gerçek. yani yasakların insanda uyandırdığı merak ya da cazibe mi diyelim?.. ki hakikaten böyle tezat bir şey var.
evet, kesinlikle böyle bir şey olduğuna kendimden de tecrübemle inanıyorum.
mesela, oruçlusun ve sevdiceğinin iftarına davetlisindir.. aşık olup, fazlasıya arzuladığın kişiyle birliktesin.. masumane niyetle laflayıp hemhal oluyorsundur, nedense bu durumlarda dürtüler bir anda devreye girer ve insanı nefsiyle cebelleştirip durur. halbuki gayen bu değil, sadece onunla bir arada olmanın laflayıp iştiyakını kalben ve ruhen gidermek. yok, o lanet güdü illa hortlayacak!..
kısacası diyeceğim o ki; yasaklar insana ket vurup dizginleteceğine, daha da yükseltip heveslendirdiğinin değişmez bir gerçek oluşu.
böylesi nobran, fesat, tipi gibi çirkin karakterli ve mayası bozuğu parlatanlara da ayrıca irite oluyorum.
bende ki karşılığı; devletin savcısına kahpece kurşun sıkan bir haindir.
düşünüyorum da bu uyuz eşşek, çatlı'nın dönemine rast gelseydi ne olurdu acaba?.. muhtemelen bu haini kaçtığı ininde bulup, ibret-i âlem için sivri bir kazığa otuttururdu, net.
iki tarafın insanı da ülke için ayrı bir renk olmakla beraber, adanalı bambaşka boyuttur, kıyaslanması bile yersiz bir versustur.
öyle bir memleket ki; ferdi'si, müslüm'ü, dadaloğlu'su ve daha niceleriyle gönüllerde silinmez iz bırakmış şahsiyetlerdir. memlekete sanatıyla mühür vurmuş nice sanatçıların hemşehrisi olmak ayrı bir kıvanç olsa gerek. yani adanalı olmak ayrıcalıktır.
adanalıları çıkarırsan geriye pek bir şey kalmaz. yani, büyük bir boşluk doğar ve yeri doldurulamaz..
ünlülerde ki en kral adam. tek suçu, samimi olup içten pazarlıklı olamaması.
şu, namert denen sosyete dünyasının züppesini dereye ya da ormanın derinliklerine doğru çekip bir güzel ayar verse var ya şampiyon bile olup çıkar; benden demesi..
öncelikle şunu bilmesini isterim: bu ülke, "oğuz yurdu ve mirasıdır." atamız sultan alp arslanlardan ve kutalmış oğlu süleyman şah'larla başlayıp, ta atatürk'e kadar biz türklerin mührünü taşır.
sen ki, bre canan kaftancıyan! haddini bil ve ülkene ihanet edenlere çanak tutma!
ha, ben buyum dersen eğer; sana tavsiyem: valizlerini bir an önce topla ve o domuz ermenilerine doğru yol al!
emin ol, gün gelir ne o arkanı dayadığın sırt kalır ne de senin esamen okunur...
milletiyle gurur duyan bir insan olarak, o zamanın şartları ve almanların her şeyiyle müthiş bir güç olduğunu da hesaba katarak; hissiyatımla beraber analizimi söylüyorum: 'sadece biraz zaman kaybederdi'
git ötede inanma. şeytanın bile bir yeriyle güldüğü paçavra.
'ımı bien inanmıyom ki!..'
ne yapalım bir şey mi takalım sana. hem bu senin sorunun ebu cehil'in torunu.
ben inanıyorum ve ne kadar o'nu anıp, görevlerimi yaparsam bir o kadar da huzur doluyor içim.
şu, ingiliz denen sümsük ırktan nefret ediyorum. Dünya'da göz yaşının ve savaşların en büyük sebebi bu iblislerdir..
direkt kendileri savaşmaktan ziyade, devletleri birbirine kırdırıp elini güçlendirendir.
sinsiler! adanızla beraber batın gidin!
önceki yıllarda arada bir izlerdim, ama hiç bu seneki gibi müptelası olmuşcasına takip etmemiştim. rüyamda görsem inanmazdım. kendime bile şaşırıyorum; ilginç..
sanırım şu virüs sebebine de reytingleri bir hayli arttı. zaten tv'de hep birbirinin benzeri şeyler izlemekten millete de gına geldi.
bence bu yıl kurulan takımlar, önceki yıllara nazaran daha bi renkli ve sempatik. hem araya serpiştirilen cins yarışmacılarda iyi bir seyir zevki katıyor.
yarışmaların yanında dedikodular, kulis yapmalar, entrikalar, tartışmalar..
zaten milletçe seviyoruz böyle şeyleri.
kaya gibi güçlü olmak diye bir söz vardır ya; tam da bu ifadeye uyan birinin, yolunun buradan geçtikten sonraki hâline baktığında görürsün, nasıl da rüzgârın kumu savurduğu gibi savrulduğunu...
ölümcül bir hata yaparak
kudretli başbuğlardan birine kafa tutandır.
küçümsediği rakibinin tabiri yerindeyse tam bir "asya kaplanı" çıkması, bununla birlikte savaş dahisi komutan olduğunu hesaba katmaması sonucu acı bir fatura ödemek zorunda kalmasıdır.
not: keşke hiç yaşanmasaydı dediğim de bir durumdur..
bir başka zerafeti olup, kadının en güzel tanımlarından birisidir..
bir döneme az çok damgasını vurmuş; efsunlu ses tonuyla, yorumuyla, sahneye yakışmasıyla tek kelimeyle enfestir...
bir çok parçası da en az kendisi kadar güzel ve kaliteli olan bir sanatçıdır.
bu virüs illeti sebebiyle her mecrada ve her daim daha çok yazılması, anlatılması gereken, dünya'nın çukuru olan ülke. belki birileri daha okur, okur da bunların köpeği (topalgiller) olmuşların da ne tür mahlukât olduklarını görür.
tüm dünyadan tecrit edilmesi gereken, her şeyiyle uzak durulması hayati olan, insanlığın kangreni olan ülkedir.
ucuz işçiliği de kendi de yerin dibine batasıca yer.
yıllar önce angora tavşanlarına yaptıklarıyla ilgili bir video izledim, kanım çekildi adetâ..
hayvanların canlı canlı tüylerini yoluyorlar, zavallılar acıdan ağlıyor, ve sonunda dayanamayıp bayılıyordular.
para kazanmak adına yapılan bu gaddarlık ötesi psikopatlığı görmem, başlı başına ne mal olduklarını anlamama fazlasıyla yetti de arttı bile..
boşuna "çin işkencesi" diye bir tabir kullanılmamış.
atalarımız ne iyi etmişte atlarını batıya sürüp gitmişler bunlardan uzağa.
ee, avrupalı zenginler hem keyifleri hem de maliyet hesapları diye, benzer şeylerle bunlara çanak tuttu yıllarca. şimdi de büyüttükleri bu canavarın pislikle yoğrulmuş gazabı üzerlerine sıçradı böyle.
gerçi tüm insanlığa dokundu ya ucu, neyse..
zamanın göreceli bir kavram olduğunu yaşayarak tatmaktır.
bu öyle bir histir ki, insanı her yönden çepeçevre kuşatıp, boğarcasına behuzar edebilir..
ama, nasıl olur da bu kıyıcı duyguya dur diyemiyorsundur?...
bunun şaşkınlığıyla kah kendini boş yollarda amaçsızca yürürken bulur, kah izbe kaldırımlarda kaybolmuş bulursun.
bildiğin tüm kavramlar artık yok hükmündedir, yeniden anlamlandırma gereği bile duymazsın.. duysan ne fark eder? sendeki, ruhen mecalsizliğin zirvesidir artık..
elinde kalan tek gerçeğin vardır:
tanımsızlık...
adını koyamadığın bir tedirginlik, şüphe akıntısına kapılıp bir girdaba doğru sürüklenmek, ya da buna hiçbir şeye tutunamama hâli mi demeli?..