yalnızlığa alışmaya başladım tekrar ve bu hoşuma da gidiyor.
bir gün herkesten intikamımı alacağım. bunun için yaşamıyorum ama bunun yaşanacağı günü bekliyorum.
bazen oturup birine saatlerce kendimi anlatmak istiyorum ama bir süre sonra anlamayacaklarını düşündüğüm için vazgeçiyorum. aslında onların bendeki sessiz çığlıkları duymadığını görünce umudum kırılıyor. susuyorum. afagca susması diye bir deyim bile oluştu arkadaş çevremde. halbuki ben kendimle çok iyi muhabbet ederim.
arada zaman zaman büyük mantık ve fikir anlaşmazlıkları çıkacaktır. büyük olan kişi yaşça küçük olan diğer insanın kendi hatalarını onun da tecrübe etmesini istemeyecek, diğeri ise onun kendisini hiç anlamadığını düşünecektir genelde.
aradaki yaş farkının en fazla 5 olması bunun gibi durumların önüne geçilmesi için ideal bir farktır. istisnalar kaideyi bozmayacaktır tabi ki.
Sanırım yakından buralarda olmayacağım artık. Binlerce km ötede şu an olduğumdan çok farklı bir durumda, geleceğimin şekilleneceği bir sürece gireceğim. Zaten son zamanlarda hayvan gibi çalışıyorum. Hiç alışık olmadığım bir iş temposunda çalışarak hayatımı sürdürmeye çalışıyorum. Bak yine çalıştım. Beni çılgın beni. işin garibi bu durumdan mutluyum. Çalışmanın, pardon bu kadar çalışmanın beni bu kadar mutlu edeceğini hiç düşünmezdim. Tembeldim lan ben. Çok para kazanmamın bununla alakası yok. Çünkü sevmem ki ben parayı. Tonla para kazanabilecek olmamım hiç alakası yok çünkü para beni hiç mutlu etmedi şu ana kadar. Galiba bir şeyleri gerçekten başarmanın verdiği bir durum bu. Oysa ki çoğu insan sadece harcayamayacağı kadar para kazanmanın hayalini kurarken ben bir sahil kasabasında kimseye muhtaç olmadan ve çalışmak zorunda kalmadan geçireceğim bir hayat düşledim hep.
Bir gün buralardan gideceğim. 1 sene sonra mı olur yoksa 5 sene sonra mı bilmiyorum ama o kasabada limon ağaçları yetiştireceğim. Bir de köpek alıp bahçeye, ev için bir kedi sahipleneceğim. Kim bilir belki bir de kuş beslerim.
Üzdüğüm bütün insanları düşüneceğim orada. Beni üzenleri unutacağım. Sonra beni mutlu eden yıldızları üzerime örtüp bir sigara yakacağım. Ölümüne yaşayacağım o anları.
Az kaldı. En azından şimdilik gideceğim buralardan.
çok özledim seni. beraber çektirdiğimiz fotoğraflara bakıyorum ara sıra, peşimden koşturmanı, gözlerini kısarak bana bakmanı özledim. kapıda beni beklemeni, yatakta yatmanı, sabah işe gitmeden önce beni uyandırmanı, aptal aptal hareketlerini hatırladıkça hüzünleniyorum. yattığın yerlere bakıyorum her gün, sokaklarda gözüm hep seni arıyor. sarı beyaz tüylerini sevmeyi özledim. niye gittin ki zizou? dön oğlum artık, sana yine en kaliteli mamaları alıcam söz.
dün doğum günümdü, sağolsun birçok kişi kutladı ama bir kişinin kutlaması, hediyesi vardı ki şu ana kadar aldığım en güzel en anlamlı ve beni en çok duygulandıran hediyeydi. ona nasıl teşekkür edeceğimi bilemedim, hala da bilmiyorum. beni o kadar mutlu etti ki daha önceki mutluluklarımı unuttum adeta. ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha anladım, yüreğim büyüdü adeta. iyilerin sadece filmlerde kazanmadığına inanmaya başlattı beni. her şeyin en güzelini hak eden güzel kadın sana ne kadar teşekkür etsem, seni ne kadar sevsem az gelecek gibi geliyor. yine ve yine bana yaşattığın her şey için en büyük mutluluklar için çok teşekkür ederim.
Bakamiyorum lan bu fotoğrafa. Yüreğim parcalaniyor, bununla yaşıt bir yeğenim var o geliyor aklıma. Sabah haberi gördüğümde okuyamadim ne olduğunu biraz anlayınca, sonra milletten duydum. Koyduğumunun şam'ında yıllar önce 3 hafta sonra cuma namazı kılacaktık güya şimdi kıyıya bebek cesetleri vuruyor!
sanırım sene 2001-2002 filandı, haftasonu için üniversitede okuyan abimin yanına gitmiştim. öğlene doğru evden çıktık ve abide-i hürriyet caddesinden geçmemiz gerekiyordu. o gün de büyük bir miting varmış ve bütün yollar kontrol için polis tarafından kapatılmıştı. her gelen aranıp daha sonra caddeye geçişine izin veriliyordu. tabi o zamanlar mp3 playerlar filan nerdeeee? ben montumun cebinde walkmanle dolaşıyorum. polis barikatına geldiğimizde üzerim aranırken sivil bir polisle aramızda şöyle bir diyalog geçmişti;
geçen hafta bir arkadaşımızın eşi için verdiğim kandaki maddedir.
bağışta bulunmak isteyenler içini rahat tutsun. hastaneye gitmeden önce biraz araştırma yapmış ve bazı yazılarda can yakan bir uygulama olduğunu okuyunca açıkçası biraz tırsmıştım fakat hiç de öyle değil. kan vermekten bir farkı yok hatta kan vermek daha yorucu bir işlem. trombosit bağışı yapıldıktan sonra kan verildiği zamanki gibi yorgunluk filan olmuyor, yani şahsen bende olmadı. ayrıca iğneler de öyle büyük filan değil ve damarlarınızı ağrıtmıyor. tek eksi yönü biraz uzun sürmesi. ortalama 45-80 dk arası sürüyor alınan trombosit miktarına göre.
eğer bağışta bulunmak isteyen ya da ihtiyaç olduğunu gördüğünüzde hiç çekinmeyin, gayet basit bir işlem ve kan grubu uyuşması aranmıyor.