bugün karşıma acaip bir şekilde çıktı. google'da tesadüfen http://mesutyilmaz2007.blogspot.com/ adresini buldum. neticeyi söyleyeyim, sayfa çizgi roman tadında. yeni dönemde siyasetçilerin özellikle bloglar ile halkla iletişim kurması amerikan seçimlerinden artık alıştığımız bir hususken türkiye'ye de bu yansımış belli ki. eskiden böyle değildi bak, gazete ilanıyla, flyerla iletişim kuruluyorduk, çağı yakaladık demek azizim, bomba gibi yükseliyoruz.
bence dünyanın en " " ordusudur kalıbından kaynaklanan bir sorunu var. dünyanın en bir şeysi olmasını gerçekten çok isteyen halkına rağmen, dünyanın en bir şeysi olamayan bir ordu ve ülke bahis konusu olunca, dünyanın en bir şeysidir demek için yanıp tutuşuluyor. deliriyoruz övünmek için, övünecek bir şey olmamasından.
çünkü dünyanın en "şerrrrrrefli" ordusu şunları da yanında getiriyor
askeri, ortalama 5.3 sene okul okumuş olan dünyanın tek ordusu.
askeri, oecd ülkeleri arasında en düşük seviyede matematik bilen dünyanın tek ordusu
ülkesi dünyanın insani gelişmişlik bakımında olan 91. sırada olan ordu (bkz: hdi)
ülkesi yolsuzluk indeksinde 90. sırada olan ordu
ortalama insanın 5.3 sene eğitim aldığı, 3000 dolar seviyelerinde gelire sahip olduğu, 21 milyon insanın yoksulluk, 6,5 milyon insanın açlık sınırı altında yaşadığı, 13 milyon insanın işsiz olduğu bir ülkede yaşayıp ordusunun şerefiyle avunacak kadar düşmüşsek, bu yaşamı ellerimizle biz yaratıyoruz demektir.
ordulara şeref veren şey, savundukları ülkelerin değeridir. bir toprak parçası ile ülke arasında fark varsa, o fark doğal ve tarihi zenginlikten değil, bizzat insanların yaşadığı ve mutluluklarının garantisi olan şeylerde bulunur. insanlar ülkelerini değil, o ülkede yaşadıkları için kendilerini onurlu ve mutlu sayacak değerler için ölürler.
tırtlamayalım, savaşlarda, gerçek insanlar ölürler. onlar asker olmadan önce köylüdür, işçidir, zanaatkardır, gençtir, öğrencidir, umutları vardır. korudukları ülkelerinin yalnız şerefi değil, o ülkeyi şerefli yapan her şeydir.
bir ordunun başı dik olacaksa, bu kendi ekipmanlarını kendi üretemeyen, dünyanın hiç bir bölgesinde operasyon yapamayan, kendi silahlarını yurtdışından milyarlarca dolarlık ihalelerle alan bir halden kaynaklanmaz.
bir ordunun başı dik duracaksa, mazisinde kazandığı savaşlar değil, gelecekte savaşmak zorunda kalmaması onu onurlu yapar. şerefli ordu, insanları ölen ordu değildir, her ülkenin her ordusunun insanları ölür. vietnamlının da, korelinin de zulununun da insanı, insanın insanı kırdığı şu abuk subuk, gerizekalılıklarla bezenmiş, ilkellikle yoğrulmuş, hamaset ve şövenizmle taçlandırılmış akılddışılıkta ölüyor zaten.
maharet ölecek insan bulmakta değil, insanları ölmek zorunda bırakmamakta.
güvenlik, insanlar öldükten sonra sağlanan durum değildir. onurlu ordu insanlarını cepheye gönderen de değildir. insanlarının cephede olmasını gerektirmeyen ordudur.
beyler paşalar, şerefli bir ordu yoktur. "savaş, meşru müdaafa hariç cinayettir", ordular da cinayette yer alırlar.
her ordu bundan eşit derecede şerefli, eşit derecede şerefsiz, eşit derecede onurlu veya değildir. çünkü ordular insanlardan oluşuyorsa, işgalci orduların insanları evlerinden zorla sürüklenenlerden, direniş ordularınınki ise evini korumak isteyenlerden oluşur.
bugün karşı karşıya kaldığımız soru şudur, ordusuyla övünen bir ulus mu olacağız, yoksa övünecek başka şeyleri olanb ir ulus mu olacağız? biz kendimizi avutacak mıyız, güç hülyaları içerisinde ordumuza payeler düzerek, maniler yazarak tatmin mi olacağız, yoksa bütün insanlarına mutluluk ve refah yaratan bir ülke mi olacağız.
ilki ise, "en şerrefli ordu" subjektif tartışmalarında, başkalarını vatan haini ilan etmeye devam edin, bugün kamu vicdanını bastırabilirsiniz, ama sonsuza kadar değil.
ikincisi ise, "enn şerrrefli"ordu tartışmasını bir de o orduya sahip olan milletin durumuna bakarak yapın,
yapın ki, dağlarda ölmeyi kendi alnınıza yazmayın.
gerçekleri korkusuzca yazan bir yazardır..dobra bir kişilik. harbici.
(düzeltti)
"gerrain says:
gerçekleri
gerrain says:
kanun dahilinde olabileceği kadar
gerrain says:
korkusuzca
gerrain says:
yani biraz korkuluca, ama işte olduğu kadar
gerrain says:
ahahaha
aethewulf says:
ahahahaha"
yılmaz özdil'in yazı yazma stilinin "halkın rahatlıkla okunabilmesi için belirli bir formatta tutmak gerekir." önkabulunce şekillendiği söylenir. burada öncüllerimiz, halkın andaval olduğu, tek cümleden oluşan 15 paragraftan daha uzun metinleri okuyamadığı ise bu yazlar tam isabet. buna karşın bu önkabulu sınamak lazım, türkiye'de zaten halkın çok büyük bir kesimi gazete almıyor. sabah gazetesi gibi gazetelerin trajları 300-400.000 seviyelerinde gidip geliyor.
medyatava'dan son traj rakamlarına göre türkiye'de gazete okuyan toplam 5.000.000 insan var. %96'sı okur yazar olan 70 milyonluk bir ülkede 5.000.000, %7 demektir ve türkiye'nin gazete okuyan %7'sinin "ortalama halk" olduğu söylenemez. bu insanlar büyük oranda türkiye ortalamasının üstünde bir eğitime, maddi gelire ve olanaklara sahip kişilerdir. "andaval" olarak kodifiye edilip bu eşikte yazıların kendilerine sunulmasını hak etmiyorlar. (http://www.medyatava.com/tiraj.asp )
yılmaz özdil'in bu şekilde yazmasının sebebi "halkın rahatlıkla okuyabilmesi" değil, bizzatihi diğer yazı formatlarının istediği "etkiyi" yaratamaması. zira bu şekilde yazı yazınca hiç bir neden ortaya koymak gerekmiyor. bizzat duygulara seslenip, ajitatif bir kaç sloganla yazıyı kotarabiliyorsun. işin bana baygınlık veren tarafı da burada, ajitasyonlar arasında hiç bir "öneri" yok, tek bir "tespit" yok, hiç bir akla hitap eden yön yok. örneğin terörle mücadele konusunda yılmaz özdil ne önerir? bin tane yazı okuduk daha bir şey çıkartamadık. mümkün değil çıkartmamız. şehitler oluyor. yılmaz konuşuyor. başbakandan bahis açıyor. genelde de başbakanın bir tarihte veya yakın tarihte dediği, "vurdumduymazlığına" dalalet eden bir metin, arkasından şehitler, yekün gibi iniyor. akp karşıtı, onu biliyoruz. ancak neden, niçin cumhuriyet'in tehdit altında olduğunu söylemiyor. başbakanın şahsından öte türkiye'nin bir sorunu yokmuşa indirgenmiş bir algoritmada türkiye hafifseniyor.
olur, beğeni bir zevk meselesi. tartışmaya elverişli değil, ama şu da aynı oranda doğru, yılmaz özdil yazı yazmıyor, bir neden söylemiyor, bir tepkinin "hissini" veriyor. başka bir şey değil
"türkiye'de askere bok atıp rahatlayan kesim" olarak durumu ele almak "tepkisel indirgemecilik" olarak adlandırılabilir. zira dünyanın hiç bir yerinde, hiç bir aklı mantığı çalışan insan, durup dururken bir devlet kurumuna karşı husumet besleyerek o kurumu nedensizce küçültmeye, bu manada "bok atmaya" çalışmaz. ancak eğer biz yapılan eleştirileri "bok atma" olarak kodifiye edersek, bu halde tartışmayı "bok atan blanca" ve "atılan boku sıvazlayan ryu" rolleriyle kısıtlayacağımız için "teşkilattan küçük berkay" kahramanlaştırmasına soyunabiliriz. hakikat de budur, "kimse de bok atanları sevmez, ondan haklıyım, 1-0" diye tartışmada öne geçmekse her durumda gerçekleşmiyor, insanın arkasına yapışıveriyor.
baştan başlayalım türk silahlı kuvvetleri, türk devletinin organize dış güvenlik birimidir. varoluşunun amacı devleti dış unsurların yapacağı saldırılara karşı askeri alanda korumaktan ibarettir. bunun için de gereken kaynaklar kendisine bütçeden ayrılır, kendisi de kanunla belirlenmiş yetkilerini, kendi organizasyon ve idari şeması içerisinde kullanır. doğrudan hükümete bağlıdır. zira, halkın, halk tarafından halk için yönetildiği rejimlerde (kısaca demokrasi diyoruz) hiç bir unsur açıkça halktan almadığı bir yetkiyi kullanamayacağı gibi, hiç kimse de halkın denetiminden ve seçiminden muaf değildir. genelkurmay başkanlığı hiyerarşik otoritesine rağmen sivil kurumlara bundan bağlıdır.
o halde halk ve kamuoyu denetimine de açık olmak zorundadır. kamuoyu denetiminden ve eleştirilerinden muaf tutulmuş bir tsk en başta, hesap vermek zorunda olmadığından başına buyruk, keyfi davranabilecek, kendisine verilen kaynakları doğru kullanmak zorunda olmayacak üstelik herhangi bir noktasında bir zaaf varsa bunun da ortaya çıkması mümkünatsız hale geleceğinden güvenliği sağlama görevini yerine getiremeyecek, dahası elindeki üstün askeri güç sebebiyle halka karşı da bir tehdit haline dönüşebilecektir. temelde atomize bireylerden oluşan bir toplumun içerisinde yer alan eli silahlı, örgütlü bir askeri güç önce o toplumda "iktidar" dengelerini alaşağı edeceğinden bundan denetime açık olmalıdır. nitekim öyledir.
kamuoyu denetiminin birincil unsuru "eleştiri" ve "düşünce ve ifade özgürlüğü"dür. yani bu ülkeyi korumakla yükümlü olan tsk, bu ülkeyi bu ülke yapan değerleri, demokratik, sosyal, laik, hukuk devletini de korumak zorunda olduğundan, demokrasinin gereği olan "düşünce ve ifade hürriyeti"ni de korumak durumunda olacak, bu hürriyeti korumanın bilinen tek yolu olan pratikte gözlenmesine de mani olmayacaktır. mümkün değil.
bu halde birilerinin tsk'yı şu veya bu sebeple eleştirmesi hem tsk'nın savunduğu ülkenin temel değerlerinin gerçekten varolduğunu gösterdiği için "doğal" hem de olması gerekendir. eleştirilecek şeylerin yalnızca reçeller, turşular ve "tarkan" olduğu sanrısı ise burada kontrasttan başka bir şey değil.
tsk'nın eleştirilmesini "tsk'ya bok atmak" olarak yaftalamak da izanla bağdaşır bir şey değil. sorular net "birincisi bok atmakla ifade edilen eleştiri hangisi?" "iki- bu eleştiri hangi nedenle haksız?" "üç- bu eleştirinin yapılmasında hangi nedenle kötü niyet var", "dört bu kötü niyeti biz ne şekilde ispatlıyoruz" hepsi muğlak. iddianızı ispat için gereken bu izahatları yapmıyor ve insanları zan altında bırakıcı şekilde "orospu çocuğu" diye yaftalayıp bir de hiç bir neden göstermeksizin onların ifadeleirni değersizleştiriyorsanız da benim bildiğim kadarıyla "bok atmak" zaten bu manaya geliyor, bok atan da sizsiniz. üstelik tsk'nın savunduğu, türkiye'yi de değerli yapan değerleri kullandığı için insanları "bok atıyor" diye itham etme "bok atmasını" yaptığınız için bizzatihi "anayasaca kabul edilmiş değerleri" aşağılayan kişi pozisyonuna düşüyorsunuz.
kalkalım, tsk eleştirilecek tabi, kimse rahatsız olmasın, zorla askere alınıp şuralarda ve buralarda ülkeyi savunmak için ölenler de tsk yönetim kademesinin eleştirilmemesi kutsiyetini yaratmaz. tsk yönetim kademesi bundan büsbütün farklı bir şeydir ve siyasete karıştığı ölçüde de eleştiriyi hak eder. zira bir demokraside atanmışların seçilmişler üzerinde belirleyici olması kabul edilemez, tam tersi ise doğal olandır, olması gerekendir. o olsun.
sabah gazetesi'nin meşhur yazarı bu aralar email forwarding işlemlerinin gözdesi yılmaz özdil bilindiği gibi "rauf tamer" stili yazar. temelde yazı denemeyecek bu "tür" ise son günlerde görüyorum ki özdil tarafından upgrade edilmiş, özgün bir hale dönüşmüş.
ne yapıyor yılmaz özdil, tek cümle iki enter şeklinde 15 cümleden oluşan yazılarını olabildiğince içeriksiz tutuyor ki "şehit"lere adanmış sütununda daha fazla şehit, daha fazla demogoji, daha az neden sunabilsin.
örnek yazı yazma klavuzu için çok fazla uğraşmaya gerek yok, bir bilgisayar yeterli.
açıyorsun bilgisayarı. takvim zaten sağ alt köşede var. bas çıkart. sonra internet explorer'ı açıyorsun. herhangi bir gazetenin arşivine dilediğin tarihi giriyorsun. şehit sayısını alıp bir kenara yazıyorsun. ondan sonra da gün - şehit sayısı iki enter gün şehit sayısı iki enter arkasından alalede bir iş.
vurucu son başbakanı zikretmekle hasıl oluyor.
bundan sonra inanıyorum ki insanlar forwardlamak için yılmaz özdil'in yazmasını beklemeyecekler, kendi yılmaz özdil yazılarını kendileri yazıp forwardlayacaklar.
saffiyane bir durum, insan inanıyor ki bekaret zarına endeksli rekolte belirlemeler, "bozulma" fiiliyle sevişmeyi kastetmeler artık utanılacak, yerin dibine girilecek, böyle "aman abi ne dedim ben" dahi değil akla dahi getirmeyecek bir psikoloji bulunsun. mümkün değil. bütün türkiye el ele veriyor, kızlarına bakıp türbanından sorun, bacak arasından değer, mini eteğinden kuyruk sallama, kahkahasından şuhluk, rujundan fuhuşa davet çıkartıyor. şu içinde bulunduğumuz çukurlaşma algoritmasından da bundan bir türlü çıkış olamıyor. büyük sorunlar yerine ikame edilmiş ve hep başkalarının hayatlarıyla ilgili subjektif etik sorunlara odaklanma da bir türlü sıhhatli bir toplum içerisinde yaşama olanağını bizlere vermiyor.
öyle de çifte standartçı ki bu algı, değerini bacak arasına hapsetmiş, saygıyı külod içine gömmüş bir şekilde ölçme yaparken diğer taraftan "hatun olsam kesin orospu olurdum", "kız olsam kesin verirdim" cümleleri ortaya saçılıyor. "kadın" hani ayrı ayrı insanların neticede toplandığı bir küme değil de, toplamı belirli standartları karşılamak zorunda olan bir fabrika. ama biz o kümenin elemanı olunca çifte standartlar ortaya saçılıyor. tanımı da böyle verince, envai çeşit örneği şu gamda geçiyor, başka bir faza yol alıyorum, burada da karşılaştığımız ve artık bir klasik haline dönüşen başkasının yaşam biçimini belirleme, bir çeşit fundamentalizmdir. burada köktenciliği yaratan şey, diğerinin yaşama biçimini aşağılayarak, yok etmek, baskın kötüleme ile o yaşam biçimini, ortak yaşam biçimlerinin bulunduğu toplumsal arenanın dışına çıkartmak gayesidir. siz karşıdakine "değersiz" derseniz bu dakikadan itibaren tartışma "dialog" üzerinden değil "kavga" üzerinden gideceğinden netice de ancak "yok etme" ile gözlenir. kelamın sonu, beraber yaşamanın temel şartı olan rasyonelize edilmiş yaşama kültürlerinin izahatla nedenselleştirilip tartışılması rafa kalkar "sen iyisin", "şu kötü" western filmi estetiğinde çatışma doğar. çatışma nihayetinde de erilecek şey birbirine husumet besleyen insanlar yekünü, işlemeyen bir sosyal sistem, pıtrak gibi çoğalan sahte sorunlar.
neden? çünkü insanları, kafalarını basmayacak şekilde var eden ve onları kafaları basmayıp da ezberden geleneği tekrar etmeye yönelten, bunu yaptığı sürece de ödüllendiren bir sistem var. sen bu sisteme uydukça "değer" görüyorsan, hop sistemin en azılı idiotu haline dönüşüp kutlu varlığını şenlendiriyorsun. senin şenlenişin başkalarına hakaret etmeye ve diğer yaşam tarzlarını aşağılamaya hak veriyor mu? nanay. o saatten sonra da kutlu yalnızlığınla, ben nerede hata yaptım sularında yaşayıp gidiyorsun.
yapma kardeşim. "bence" de bari. idiotluğun çatışmaya dönüşmesin.
kimmerya her sene birleşmiş milletler tarafından çıkartılan ease of doing business index'te sonuncu sırayı almaktadır.
starting a business (rank): 176
procedures (number): 0
time (days) : değişken (o anki şartlara göre. kafaları atmazsa kurarsın)
cost (%of income per capita) : %0 - %100
minimum capital: 0.0
dealing with licenses (rank): 176 (ne lisansı lan kimmerya'da?)
procedures (number) : 0
time (Days) : 0
cost (%of income per capita) : 0
employing workes (rank): 176
difficulty of hiring (0-100) : 100 (işçi yok hepsi katil, manyak)
rigidity of hours index (0-100) : 100
difficulty of firing index (0-100) : 100 (sinirlenip dükkan basıp adam dövüyorlar)
nonwage labour cost (% of salary) : 0
registering property: 176 (kimmerya'da tapu kadastro müdürlüğü'de yok. düşünsene konan, tapu kadastro memuru?)
procedures (number) : 1-2 (araziye el koymak 1. prosedür, elinde tutmaya çalışmak 2. prosedür)
time: değişken
cost: bir hayat
paying taxes: 176
payments (number per year) : 600 (köyde kafasına esen geliyor)
time (hours per year) : değişken
total tax rate (% of profit) : 100
enforcing contracts: 176
procedures: 1 (adam tutuyon)
time (days) : değişken (tuttuğuna göre)
cost (% of claim) : %20-50
çizgi roman, çizgi film gibi yayınlardaki karakterlere duyulan cinsel ilgi. hentai vesaire izleyenlerde bulunabileceği gibi bundan bağımsız olarak bir "toon" karakterini cinsel arzu nesnesine çeviren herhangi birinde de gözlenebilir. she-ra mesela, süperdi..
kan içmekten alınan zevk. genelde insan kanından. psikolojik ve mental bir bozukluk olduğu şüphe götürmüyor. herkesin aklına ilk gelen "drakula sendromu" olsa ve gerçek de buna yakın olsa dahi, davranışın ismi drakula'nın yardımcısı böcek yiyen renfield'den gelmekte.
sendrom genel olarak erkeklerde gözleniyor. buna karşın çok az örnek vaka ile karşılaşılmış
tecavüz etmekten alınan seksüel zevk. illa ki gerçek manada "tecavüz" olması ve tck'da suç olarak adlandırılanı ifa etmek gerekmez, kişinin sevdiceği arasında bir anlaşma neticesinde ona tecavüz etmesi fantezi de bu tanım içerisinde yer alır.
kadınların vajinalarına yılan gibi büyük sürüngenleri sokması eylemine verilen ad. bazı durumlarda kadının ölümüyle sonuçlanabilecek bu durum, eski yunan'da da uygulanmakta ve çağımıza has olmamaktadır. dünya nereye gidiyor sorularını bu sebeple erteleyebiliriz.
kadınlarda büyük penisler karşı duyulan cinsel isteğe dair parafil.
bilmiyorum daha anlatmaya gerek var mı? herkes için size does not matter gibi bir durum olmadığının haricinde "kadınlardaki manasız zenci tandansı"nı da manalandırabilecek olan bu parafil porno sektörünce bol bol işlenmiştir.
ayrıca, burnu, eli, ayakları büyük bir insanım. duyurmaktan zerre çekinmiyorum. selam ediyorum.
sadece sevgilisi olmaktan haz alma hali olsa başka, hybristophilia'Da bizzatihi ağır suçlar işlemiş biri, işlediği suçlar sebebiyle cinsel zevk nesnesi haline gelir. stimulii yaratır. azdırır. cinsel çekimi yaratan şey bizzatihi o suçların işlenmiş olmasıdır. usame bin ladin'e kadınlardan yönelen bu tipte bir istek örnek gösterilebilir.
rapunzel bundan çok çekmiştir. nitekim bütün masal rapunzel'in saçları üzerinden dönerken, en nihayetinde prens de rapunzel'in saçlarıyla kendisiyle önce iletişime geçecek sonra onu öyle kurtacaktır. dikkat edildi mi bilmiyorum "uzun saç"larına vurulan prens gece "rapunzel"in odasına çıkar, yani saçlar önce cinsel olarak prensi şehvetlendirecek daha sonra da rapunzele yönlenecek, gece de prens rapunzel'in babası tarafından çok korunan odasına gizlice "girecektir."
dince kutsal sayılan objelere karşı duyulan cinsel istek.
örneğin hristiyanlıkta kutsal olarak kabul edilen çarmıhın kimi kişilerde yarattığı cinsel istek, o kişileri çarmıh ile cima eylemeye dahi sevkedebilir.
burada yasağın çekiciliği filan gibi psikolojik etmenler olabileceği gibi bizzat dince kutsal sayılan bir şeyle yapılan bütünleşmenin yarattığı psikolojik tatmin de etkili olabilir. tartışmadan tanıma perdeyi çekelim.
burada kişi bir başka kişinin gözünden, bizzatihi gözden cinsel zevk almaktadır. kalem kaşlara değil badem gözlere yönelik bir şehvet bulunmaktadır. türk şiirinde de kendisine yer bulmasına rağmen, bahsedilen şiirlerde bu şehvet genelde "övgüleme" arkasından düşük tandanslı yapıldığından yakalanamamıştır.
0900'lü hatların bir dönem parayı vurmasını sağlayan şey, insanların gerçek bir cinsel ilişki ortada varolmasa dahi bunun anlatılmasından ve konuşmaktan cinsel haz duyabilmesi idi. narrotophilia, msn de yapılan sanal seksden, 900'lü hatlardaki konuşmalara hatta mektuplaşmalara kadar giden çeşitlilikte, insanların birbirleriyle verbal seks yapmalarını ve bundan haz almalarını ifade eder.
kadınların seksüel tercih ve kimliklerinde distorsiyon yaratan koşullar genel olarak harem etkisi olarak adlandırılır. nitekim, haremdeki kadınların heteroseksüel olsalar dahi, bizzatihi haremin yarattığı koşullar gereği lezbiyen ilişkilere saptıkları bilinmektedir. aynı türden bir etki de, hapishanelerde gözlenmekte, kadınlar lezbiyen ilişkilere buralarda girebilmektedir.
bunun temel sebebi, yalıtılmış, kapalı ve yüksek kontrollü mekanlarda, sürekli aynı yerde bulunmak zorunda kalan kadınların yaşadığı psikolojik etkiden başka bir şey değil.
japon seksüel imgesinde yerini bulan, genelde seksi fazlasıyla dişi hatun kişiler. ancak elbette bunlara "chijo" denmesinin özel sebebi, hatunların bacaklarının süpper olması değil, bundan fazla olarak chijoların barlarda, restorantlarda, metro ve tren istasyonlarında erkekleri sıkıştırarak kendileriyle cinsel ilişkiye zorlayan kadınlar olması.
bunun "casual sex oportunity" ve "random encounter" kuralları gereği genel olarak paylaşılan bir cinsel fantezi olması da japonya için şaşırtıcı değil. hatunun teki gelecek, sana kendisini verecek sonra no strings attach gidecek, metro için fazlasıyla iyi bir servis.
kuşlarla cinsel ilişkiye girmek. "her kuşu s.ktin bir leylek mi kaldı" sorusu avisodomy'e iyi bir örnektir.
avisodomide taraflar "kuş" ve "insan" olduğundan, avisodomi yapanların da erkek veya kadın olması farketmez. buna karşın iki tür arasındaki boyut farkı sebebiyle bu tipten bir cinsel ilişki genelde kuşun ölümüyle sonuçlanır.
kendi ölümünü düşleyerek cinsel zevk alanlarda gözlenen bir paraphilia.
burada ölüm düşüncesi, kendi kendisini öldürmek olabileceği gibi bir başkasının kendisini öldürmesi şeklinde de olabilir. bundan cinsel zevk alan kişi, ayrıca sadece "düşünceden" değil bunu eyleme dökmekten de haz duyacaktır. bunun için özellikle avrupada profesyonel dominantlar, bu paraphilia'ya sahip müşteriler için para karşılığı kontrollü ilişki türleri sunmaktadır.
hareket kabiliyeti olmayan engellilere yönelik cinsel ilgi.
özellikle, tekerlekli sandalye, koltuk değneği gibi araçları kullananlar bu cinsel ilgiden en fazla payını alanlar. yapılan araştırmalara göre bu türden yürüme yardımcıları ile koltuk değneği'nin abasiophilia sahiplerinin cinsel dürtülerini arttırarak, şehvet yarattığı gözlenmiş.
herhangi bir erkeğin kız kardeşi olması anne ve baba olarak verilen denklem elemanlarının doğurganlığa ve üremeye elverişli oldukları süre içerisinde yaptıkları korunmasız cinsel münasebetlerin sayısına, her bir cinsel münasebet için boşalmanın zorunluluğuna ve 23/23 paylaşılan kromozomların x/x dizisinden birini oluşturmasına bağlıdır.
bu koşullar gerçekleşmediği her seferinde doğmuş bulunan canlı insan, kız kardeşten mahrum kalacaktır.
"sonsuza kadar asi olanım,
başımı bu dünyanın ötesine kaldırıyorum,
daha yükseğe,
her zaman dik ve yalnız!"
bengalli kazi nuzrul islam kendisini böyle tanımlıyor. pek haksız değil, bengladeş'te şair, müzisyen, devrimci ve filozof olmak sosyal yapının tabularla örülmüş dar oyun alanında onu hep yalnız ve biraz da "dik" durmaya sevketmiş. aşırı islamcı örgütler ve yapıyla çatışmasında temel hakları eksen alan çizgisinden bir sapma olmasa da, soğuk savaş döneminde bir tarafta "hak ve hürriyetlerden" bahsetmek diğer tarafta da "abd uşağı" veya "kızıl komünist" etiketlerinden biriyle ömür boyu yaşamak manasına geldiğinden üstüne düşenle yetinmiş, "kızıl komunist" olarak yaftalanmış.
özgürlük isteğindeki temel önermeler, hinduizmle birleşip, islam eleştirisine yöneldiği oranda islamcılar tarafından kötülenen nuzrul, hinduizmle islamı kaynaştırarak islamı islamlıktan çıkardığı iddialarıyla karşılaşsa da pek bunları sallamamış ve nihayetinde http://en.wikipedia.org/wiki/Kazi_Nazrul_Islam linkinde görüldüğü üzere efsanesi sanatsal üretiminin doğal bir sonucu olarak kendi kendisini onurlandırmış.
ben bunları niye yazıyorum?
klasik vatan haini indoktrinasyonu ve arkasından kahramanlaştırarak "millileştirme" ekseni bütün üçüncü dünya ülkelerinde bulunmakta, gözlerimiz görsün, nazım hikmet'i önce vatan haini ilan edip, suratına tükürülecek köpek diye manşetler atıp sonra vatan hainliğinden vatan şairliğine terfi ettirdiğimiz dönemde, özgürlük isteklerini es geçmemizin ve içeriğini boşaltmamızın bize has olduğu sanrısından kurtulalım istiyorum.
neticede, bengladeş'le biriz, üçüncü dünya ülkeliğinde.
hayırdır mealli sorularıma da "ortama bakıyoruz" diyerek genel geçer bir cevap verdi.
kendisi evli barklı bir insan olduğundan, portfoy araştırması, fizibilite çalışması, pazar analizi yapmaya kalkmayacağını bildiğimden ses etmedim. uludağ sözlük'te de yazsın.
ve fakat şimdi şu anda ben neden tam olarak burada olduğumu kestiremiyorum. çaylaklıktan çıkmak için 20 entry sınırı bana aşılması güç bir engel gibi geliyor. bir çırpıda 20 entry yazamayacağımdan değil, allaha şükür yazarım, 20 entry yazmakla uğraşmak fikrinin sıkıntısın bir uğraş olarak içimi sıkmasından.
gene de yapacağım. onu da biliyorum. neden sorusunun ise burada bir önemi olmadığına tam şu cümle sonunda kanaat getiriyorum. neden, çünkü öyle gerektiriyor, neden burada bulunayım, çünkü gecenin 00.17'si itibariyle, the fog of waru izledikten sonra kendime can sıkıntımı geçirecek bir meşgale arıyorum.
hayırlar olsun.
bunun haricinde hazır başlığını böyle domine etmeye yaklaşmışken çeşitli bilgiler de vereyim, kendisi bill gates'den iğrenir, darth vader olduğunu düşünüyor, çay içmeyi sever, amerika'da benim en yakın arkadaşlarımla buluşup "ahahah buluştuk" gibi sinir mesajlar atar, demirel'e karşı garip bir sempatisi ve sigaraya karşı mesnetsiz bir düşmanlığı vardır.
adli sicil kayıtlarına geçmemiş bir darp eylemi olan los angeles'da immanuel tolstoyevski'nin belini kırmaktan başka bir suç işlemişliği bulunmamaktadır.