Başlangıç kitinden satın aldım 190 liraya, kargo parasıydı, şekeriydi şişesiydi suyuydu derken sıfırdan bira yapmak 225 liraya mal oldu toplumda. Temizliğe azami özen göstererek kovayı kurdum ve 17 gün sonra şişeledim. Şuanda şişede gazlanmasını ve mayalanmanın devam etmesini bekliyorum. 3 gün sonra ilk tadımı yapacağız.
(bkz: forum.butikbira.com) Butik biranın forum adresine göz atmanızı tavsiye ederim. Paylaşılan bilgiler gerçekten okunmaya değer.
2010 dan beri takip ederim kendisini. okur okur çok az yazarım. Son birkaç yıldır girmiyordum, uzun süre sonra girip sol framede şöyle bir göz gezdirince farkettim ki incisözlüke dönmüş olan platform.
Türk yapımı, tarayıcı üzerinden oynanan çok oyunculu bir oyundur. Selefi olan seafight'ın artık fakirler için oynanamaz hale gelmesinden dolayı, pek çok oyuncusu aslında seafight'a alternatif olarak oynamaktadır kendisini.
Son çıkardıkları albüm efsane olan bir grup. Grubun kendisi enfes genel olarak ama son albümleri, grubun neler yapabileceğini gösterir vaziyette olmuştur.
Dün gece rüyamda seni gördüm. Kanlı canlı seni gördüm. Her zamanki kıyafetlerinin içinde seni gördüm. Ben seni hissettim bile rüyamda. O kadar gerçekti ki, bir an ölüyorum sandım o anın gerçekliğinde. Yan yana oturuyorduk. Yine sana bir santim yakın olduğum ama kilometrelerce uzak olduğum zamanlardan birisiydi. O kadar sessizdim ki, içimdeki deliyi dizginlemeye çalışırken seninle kelam edecek konu bulmaya vaktim yokmuş gibiydi. Dizimi kaşıdım sonra, sadece sana biraz daha yakın olmak için. Farkında mısın bilmiyorum ama ruhun bana hep dokunuyor. Görüyorum bunu. Sana ne zaman yaklaşsam, gözlerin ne zaman bana baksa ruhunu görüyorum. O zaman da bunları düşünürken, birden elimi tuttun. Fal taşı gibi açılan ufacık gözlerimi hayal edebilirsin. Sıcaklık elinden kalbime akıyordu. '"istediğin bu değil miydi?" dedin bana. istediğim buydu. istediğim belki fazlasıydı ama o an ona da kanaat getirirdim. Bu an gerçek olsaydı, yanıma oturup ruhunu hissetmeye bile kanaat getirirdim. "Nasıl yani" dedim. Sanki her zaman hiç gerçek olmayacakmışcasına hayal ettiğim bir şey ete kemiğe bürünmüş gibi ürperdim. Belkide hissetiğim sevinçti. En büyüklerinden bir sevinç. Öylesine bir şeyi pek yaşamadım, bu yüzden belki de ne olduğu hakkında şuan bile yorum yapamıyorum. Elimi öyle bir sıktın ki sonra, "Sus. Seninim, benimsin." Bunu anladım o sıkışta. Bir şey demedim. Ben daha sıkı sıktım elini. Gelecek planlarımı kurdum o sıkışta elini.
Bölüm1.
Bu bir hikaye blogu değil. Size enteresan şeyler de anlatmayacağım. Size bir şey anlatmayacağım daha doğrusu. Kendime anlatacağım. Kendimi kendimle tanıştıracağım. Bazı şeyleri kendime ne kadar söylersem söyleyeyim akla uygun gelmiyor. Uygulayasım gelmiyor. Belki buraya girip ara sıra okuyunca, başkası söylemiş gibi hissederim de uygularım. Uzun zamandır da unutkanlığımı önlemek için günlük tutmak istiyordum zaten, bu gün üşengeçliği kenara bırakıp blog açtım bunun için. Teknoloji bunu gerektirir sonuçta. Kağıt kalemle istediğim şeyleri yazana kadar, bir sonraki cümlemi unutuyorum.
Sıradan bir yaşantım var. Okuyorum ve memur olmaya çalışıyorum. Lisede bölümümü aşk eseri seçtim. Sonra bölümümü seçmeme neden olan kız ilk yıl okuldan gidince, dımdızlak kaldım. Şimdi Üniversitede Mütercim Tercümanlık okuyorum.
Sahil kasabında doğdum büyüdüm. Üniversite okuduğum yer ise denize çok uzak. Gerçekten şairler denizi sevmekte haklılar, memlekete özlem duymakta haklılar. Her şeyiyle farklı bir yere geldim ve yine o hissi yaşıyorum. Okuldasınızdır, hani babanız size o gün bisiklet alacaktır ya da anneniz sevdiğiniz bir yemeği yapacaktır ve siz bunu biliyorsunuzdur. Okul bitsin de ve gideyim istersiniz. Bir sabırsızlık olur içinizde. Eve gidip istediğiniz şeye kavuşmak istersiniz. Ya da ertesi gün okul gezisine gideceksinizdir, geceden uyuyamazsınız heyecandan veya iştesinizdir ve o gün cumadır. Eve gidip televizyon karşısında en sevdiğiniz filmi açıp kanepede bir kaç bira içmek için sabırsızlanıyorsunuzdur. Eminim o his şuan içinizde canlanmıştır. O hissi yaşıyorum. Sorun ise o hissin içimden hiç gitmemesi. Sürekli bir şey için sabırsızım ama ne olduğunu bilmiyorum. Okuldayken eve gitmek evdeyken okula dönmek istiyorum. Memleketteyken üniversite şehrime gitmek, oradayken de eve dönmek istiyorum. Sanırım ne istediğimi bilmiyorum ama daha kötüsü buna neyin sebep olduğunu da bilmiyorum. Böyle bilmediğim şeyler içinde olmak da sağlıklı kararlar vermemi engelliyor. Sabit birisi olamıyorum, alabildiğine esnek. Bundan nasıl kurtulacağım ben?
Artık oturup düşünemiyorum. Boşluğa baksam bile odaklanamıyorum. Düşünecek bir şeyim olmadığından değil duygularımı kontrol edemediğimden oluyor bu sanırım çünkü çok müzik dinliyorum ve çok karışık bir çalma listem var. Sürekli başka tarzlar işin içine girince duygudan duyguya atlıyorum. Duyguları müzik ile hissetmeye o kadar alışmışım ki müzik olmadan düşünmek istediğim duyguyu toparlayamıyorum. Şunu yazarken bile kendimi toparlayamadım bir sürü konudan konuya atladım kendimi tanıtacağım diye. Aslında bunu kendimi anlatmak için açmadım. Birisi var onu anlatmak için açtım. Her günümü günlük gibi, onun ekseninde yaptıklarımı anlatarak geçirmeyi düşünüyorum. Bunun için bu kadar yeterli sanırım, görüşürüz.
4 gb rami olan pc lerde oyuna giriş yapıp 1-2 dakika gezdikten sonra ram yetmediği için hdd den kullanan ve kasmaya başlayan oyun. Çözümü çok basit.
Öncelikle bilgisayarınızda 2 tane ayrı sanal disk olması lazım. (Yerel disk c ve d gibi mesela)
Eğerki diskiniz bütünse, (Sadece yerel disk c varsa) Şu programı kullanarak diskinizi 2 ye bölün. Böldüğünüz ikinci disk en az 65 gb boş yeri olsun.
Öncelikle oyun klasörünü direk olarak yeni böldüğümüz boş olan diske atıyoruz.
1.)Bilgisayarıma sağ tıklıyoruz ve özelliklere basıyoruz.
2.) Sol tarafta olan gelişmiş sistem ayarlarına basıyoruz.
3.) Peformans seçeneği altındaki ayarlara basıyoruz.
4.) Gelişmişe sekmesine geliyoruz.
5.) Aşağıda Sanal bellek var. Değiştir butonuna basıyoruz.
6.) Tüm sürücülerdeki disk belleği dosyası boyutunu otomatik yönetteki tiki kaldırıyoruz.
7.) Aşağıda iki tane disk olması lazım.
8.) Windowsun kurulu olduğu sürücüye tıklıyoruz ve aşağıdan sistem yönetimli boyuta tıklayıp sonra ayarlaya tıklıyoruz. Uyarı gelirse tamam deyin.
9.) Diğer diske tıklayıp disk belleği dosyası yoka basıyoruz. Ayarlaya basıyoruz, gelen uyarılara tamam diyoruz. Bilgisayarı yeniden başlatalım mı diye sorması lazım, evet diyoruz ve bilgisayar yeniden başlıyor.
Daha sonra eğer NViDiA kullanıyorsanız, nvidia denetim masasını açıyoruz.
Sağ taraftan 3d ayarların yönetilmesi penceresine tıklıyoruz.
Program ayarları penceresi altında ekle butonuna basıp, gta5.exe yi ekliyoruz. Dikkat! gta5launcher.exe değil gta5.exe olması lazım.
Aşağıdaki ayarları uygulayın.
Doku Süzme-Kalite---> Performans
Doku Süzme-Eşyönsüz örnek optimizasyonu----> Açık
Doku Süzme-Triliner optimizasyon----> Açık
Güç Yönetimi Modu----> Maksimum performansı tercih et.
Sağ alttan uygulaya basıyoruz ve uygulamasını bekliyoruz. Sonra çıkıyoruz.
Oyunu açıp oyun içindeki ayarlardan shadow quality ayarını normal yapıyoruz. Diğer ayarları istediğiniz gibi yapabilirsiniz.
Bu kadar. 4gb ram ile yine biraz kasma var ama eskisi kadar aşırı kasma yok. Görev felan rahatlıkla yapılıyor. Bu yaptıklarımız fps artışı çok sağlamaz. Sadece 4 gb rami olan bilgisayarlarda GTA5 i sorunsuz oynatmaya yarar.
Ben bu Türkçe sorularında emeği gecen herkesin elini ayağını sikeyim. Onlarca denemeye girdim, hiçbirinde bu kadar zor türkçe kısmı görmedim. Paragrafını, ses olayını siktiklerim. Paragraflar basitti ama cevaplar çok çetrefilliydi.
Denilir ki (dikkatli olalım.. demişti ki..)
adem ve havva yasak ağaç yüzünden yeryüzüne.. farklı farklı yerlere atılmıştır..
adem kendini kınayarak ağlamadadır
ve bir yandan belki bir çok yandan havvayı aramadadır..
uzun arayışlardan,ilk ayrılığın acısından.. derin vadilerden, yüksek dağlardan günahkar nefisten vesaireden geçerek.. aramaktadır..
cebelirahme yakınlarında göz göze gelirler.. yaklaşır ve ellerinden tutar havvanın..
ah elleri cennet müjdesidir.. gizlice ağlarlar.. adem daha gizli ağlamaktadır..
gözleri havvanın ayaklarına doğru kayar..
havvanın ayaklarında dikenler ve kıpkırmızı kan..
havva der adem.. ey havva.. nasıl bir özlemle aradın beni.. ne oldu böyle ayaklarına..
seni mi aradım diye sorar havva?
cennetten yalanın yüzünden kovulduk.. sen hala yalan söylüyorsun havva.
Pek bir şey yapasım gelmiyor bu aralar. Canım sıkılıyor durduk yere ya da nedenini kendime söylemek istemediğim bir sebepten dolayı. Aslında diğer insanları -onların yaşantılarını ve üzüntülerini- düşününce diyorum ki, seninki de sorun mu? Herkesin kendi sorunu varken irili ufaklı, ben neden bu kadar büyütüyorum diyorum; seni. Tabi öncelikle neden sen? Etraf insan gölü, ama niye sen? En anlaşamadığım kişi; sen.
Sen benim için bir armağan mısın yoksa ceza mı bunu tartışıyorum. Benim için ceza isen, neden bu rastlantılar? Neden bu içinden binbir anlam çıkarılacak hareketler? Armağan isen neden bu...
Neyse, bir yazıyı daha yarıda bırakıyorum böyle.
Genelde insanlar beni hep yanlış tanır. Sense hic tanıyamadın. Diyorum ki, seninle konuşayım, ama cevap gecikmiyor kendime: "Neden daha çok uzatıyorsun?" kız çok net bir şekilde bitirdi iste. Ağzına tepti tüm lafları. Aslında ben bitirdim, ama bitirmeyen yanlarım var ve bunlar bana ağır geliyor. Kaldıramıyorum artık.
Herkes zamanla oynamak ister. Eminim sende istemişsindir. Geçmişe gitmek, yaptığın bazı şeyleri değiştirmek. Evet bende istedim, herkes gibi. Mesela ilk tanışma anlarına giderdim. Farkında değilmişim ama o kadar güzel günlermiş ki.
Her zaman zıt kutup olduk ve fırsatları tepme konusunda çok ustayımdır. Daha sonra da o fırsatları tekrar elde etmeye çalışırım. Aslında, hic benim olmamış bir seyi geri kazanmaya çalışıyorum sanırım.
Aslında ne güzel, geçen gün gözlerine bakana kadar Havva benim için sadece yasak elmayı yiyen annemizdi. Sonra seni gördüm yeniden, sana meylediyorum birden. Birden ideolojim kaydı, inançlarım sarsıldı. Benim kimyamı değiştiriyorsun. Gönlüm sapıtıyor birden. Açıklayamıyorum ki.
Cevap veremediğim dolu sorularla bıraktın beni, belki hiç gelmedin. Seni görmek için yaptığım onca saçma hareket ile kaldım. Görüp de daha kötü hissetmek için. insan nasılda böyle özenle seçebiliyor karşısına almak istediği insani, inan ki bilmiyorum.
Tamam haklısın. sen ve diğer herkes. sen ve hayat. ben yanıldım. hic sevmediğim bir hareket olmasına rağmen kendimi büyük gördüm. bu kız çanta da keklik dedim. ben bunu çerez niyetine tavlarım dedim ve yine haklısın, suç bende. seninle oynadım. ve sana kapıldım. bence bu bana verilmiş en ağır suç. tam zıttı karakterim birine kapılmak başka nedir ki? seninle dalga geçtim, bunu espri malzemesi yaparak bir yığın gerizekalıyı sana güldürttum. hemde sen bana hiçbir şey yapmamışken. sen sadece bana karşı bir şeyler hissetmiştin oysaki. daha ne diyebilirim ki? bu yazıyı kadere inandığım için yazıyorum. belki bir gün bir zaman bunu okuduğunda beni affedersin diye. senden sonra bende bazı şeyler oldu sanırım. sanırım, asama asama seni sevmeye başladım. ama elindeki fırsatı bir kez tekmelemiştim bir kere. bu yüzdendir avucumu yalamam. sürekli seni düşünmem. yaptıklarımın cezası bunlar biliyorum. senden isteğim ya beni sev yeniden ya da beni azad et.
Eminim herkesin bu konuda az cok soyleyecegi bir seyler oldu, olur ve olacaktir. Benim basim kel mi, bende diyim bir seyler.
Ask hakkinda karmasik tanimlara gerek oldugunu dusunmuyorum, dunyanin isleyisini kolaylastiran bir baglac bir arac gibi gorebiliriz. Dogru kullanildiginda Insanlarin uremesini, mutlu olmasini, yaptigi isten zevk almasini kolaylastiran, kisacasi hayatina direk etki eden ve kalici izleri olan bir duygu. Ama tabii ki kullanma talimatlari okunmadan kullanildiginda ise, intihara kadar goturebiliyor.
Pek cok farkli dalda pek cok farkli yorumlanisi olabilir, ama burada bahsedilecek olan daha kisisel, daha derdini s*keyimi andiracak.. Kimindi hatirlamayamadim, bir soz vardi: "Ask, begendigimiz bedenlere olmasini istedigimiz ruhlari koymaktir." Evet bende senin gerizekali ruhuna degil, bir boka da benzemeyen bedenine asik oldum. Icine hayal edip edip ruhlar koydum. bunlari dusunup mutlu ettim kendimi, Sen o salakca hareketlerini yapmaya devam ederken. Ulan aradan dort yil gecti, hic mi olgunlasmadin? Bari git de rahat birak, kendimi her yalniz hissettigimde sana sarilmayayim. Dilim varmiyor demeye ama, keske seni hic tanimasaydim.
Bir ay önce kargo ile getirttiğim Bianchi Afx serisinin bir üyesi. Çok hafif, cok hizli, cok şık. Ayrıntılı bilgiyi şu şekilde:
Kadro:Alüminyum 7005 Triple-Butted
Sao 1 den daha sarıcı gelmiş, çizim ve Görüntü kalitesi konusunda bayagi bir gelisme kaydetmiştir. Sword-Art-Online-1 in devamı niteliğindeki animedir. Buradan izlenebilir.
Bilinç altına işlemiş yazı. Yakınlığından dolayı terhih ettiğim tek alışveriş merkezi olmasından dolayı her girişimde market arabalarinda okuduğum güzel bir Slogan, gerçeği ne kadar yansıtıyor bilemem tabii
Şimdi 25 yaşındayım. Okul, askerlik, iş derken zaman; her günü birbirine eşit olmasına rağmen, çamaşır makinasının dönüşünü izleyen kedi gibi beni hipnoz ederek ben farkında olmadan geçip gitmişti.
Derin bir nefes, ilkbahar. En sevdiğim mevsim. Her zaman böyle oldum zaten. Hiçbir zaman aşırıyı sevemedim. Dengeli olan; biraz ondan biraz bundan olanı sahiplendim hep. ilkbaharı bu yüzden seviyorum. Kilo mu aldım ? Ellerim cebimde sıkışıyor. Elim cebimde normal yürümekte biraz zor oluyor. Bu yüzden yavaş yürüyorum. Yoldaki çakıl taşları, ayağımla sağa sola savurduğum düşünce yoldaşlarım. Yolar asfalt. Belediye çalışıyor arkadaş. Yeri eşelerken uzun saçlarım önüme düşüyor. ilerini pek göremiyorum. Ama hissedebiliyorum.
Kafamı kaldırdığımda olduğu yerde sekerek koşmaya ısınan Onu görüyorum. Aramızda 5 metre var. Arkası dönük bana. Bu yüzden karanlıktayım sanırım. O ceylan gibi yerinde sekip, arada esnerken burada ne işim olduğu aklıma geliyor. Üzerimdeki eşofmandan belli değil mi? Spor(!) yapıyoruz.
Onunla tanıştığımdan beri hayatım, türlü den çilekli turtaya dönüş yapmış gibi. Darmaduman hayatımı çekip düzeltmekten zevk alıyor sanırım. Bu kadar korkarken ben, ne zaman aşka göğüs gerecek kadar cesur oldum? Sanırım o olmasaydı, ben yarımdım.
Bana doğru yaklaşıyor. Geldiği her metre de, etrafımdaki siyah beyaz film renkleniyor. Neşe katsayım onun adımları ile artıyor. Sağırlığım, onun fısıltısı ile buzlarını çözüyor: ilk varan kazanır. Bu ses gerçek mi diye düşünürken o çoktan koşmaya başlamış bile. Arkadan onu izlemek yerine koşmanın daha iyi bir fikir olduğunu anlamam 10 saniyemi alıyor.
Ona söylemem gereken bir şey var ama bağırmayı hiç sevmem. Kaçan şeyleri kovalamayı sevmem. Otobüs kaçırdığım zaman arkasından koşmam. Fakat, sanki bu kadın beni ip ile kendisine çekiyor. Onun arkasından koşmak, iyi bir iş yapıyor hissi veriyor. Her adımım bir kitabın sayfası gibi. Tam okumayı bitirip kitabı kenara koyacakken, bir sayfa daha. Tam duracakken bir adım daha. Kitap nerede bitecek acaba?
Tanrım, Onun bu kadar hızlı koşabildiğini bilmiyordum. O hayatın her alanında mükemmeldi zaten. Kilolarımın sebebi, onun sihirli parmakları. Kesin, ona yetişememem için beni yılbaşı hindisi gibi yemekle doldurdu. Yoksa o biliyor mu?
Her adımında o mu hızlanıyor, yoksa ben mi yavaşlıyorum. Koşu da iyi değilim zaten. işleri olduğu yerden halletmeyi seven birisiyim, üşengecim. Onunla fazladan vakit geçirmek olmasaydı ucunda, evde pinekliyor oluyordum. Aşk bir zehirdi ve bizler birbirimizin panzehiriydik.
Koşarken aklını kurcalayan bir şey varsa, yorulduğunu hissetmiyorsun. Ayrıca acı halinde, sevdiğin kişiden gelen bir öpücük, direnme katsayını arttırıyormuş. Ferhat, Şirin için dağları delmiş; Mecnun, Leyla için çöllere düşmüş. Sanırım efsanesinin gerçek olduğu tek yer yine iki efsanenin arası, onunla benim aramdaki mesafe.
Sonunda kitabın son cümlelerindeyim, ya da belki sadece önsözü okudum. Çıkmaz sokağa, farkında olmadan mı girdi acaba? Ama bunlardan önemlisi, neden benden kaçıyor. Nereye gidiyoruz, neden koşmak zorundayız? Bir şey konuşmak istediği zaman sadece böyle yapardı. Gereksiz detaylar yerine, anı yaşamak daha iyi sanırım.
Çıkmaz sokağa girdikten sonra kırlangıç kuşu gibi, duvarın dibine süzüldü. Yüzü duvara dönük ama yere bakıyor. Adımlarım yavaşladı ama kalbim hala koşuyor. Duvara iyice sokulup duvara arkasını döndü ve sırasıyla önce sol ayak tabanını, sonra ellerinin içini, yavaşça sırtını ve en son başını duvara yasladı. Beni bekliyordu sanırım. 8-7-6 Ona yaklaştıkça koşmayı kesip adımlarımı titizlikle basmaya başladım. Mayın tarlasında yürür gibi dikkatli, ama lavların üzerinde yürür gibi hızlı adım atıyordum. 5-4-3 Hava estiği için yüzümde ter yok, ama donuma kadar ıslandığım aşikar. Terli terli rüzgar yiyorum, umarım hasta olurum da O bana çorba yapar. O benim için alternatif tıp.
3-2-1
Tam karşısındayken, onun benden daha yorgun olduğunu fark ediyorum. Dalga dalga, nemli saçları yüzünden düşerek omuzlarına salınmış. Güneş ışığını yiyen saçları, sağa sola kıpraştıkça ay gibi sokağı aydınlatıyor. Yüzündeki her hat çok ciddi ama kendini ele veren gözleri var. Arada yere, bazen sağa sola bakıyor. Ağzı yarım açık, nefes nefese kalan beden için elinden geleni yapıyor. Ona bu gereksiz koşuşturma için kızmam gereksiz olurdu. Deliye, neden delisin denmeyeceği gibi, dengesize de böyle bir soru sorulmaz. Nefes alış sesini kaydedip, ninni diye satma fikri parıldıyor aklımda. Aşk çılgın bir bilim adamıydı, bizler de onun en gözde denekleri.
Göğüs kafesini olabildiğince çok şişirip, patlayan bir balon gibi çok hızlı bir şekilde sindiriyor.
Anlatması bu kadar süren olayı yaşamak senin için 3 saniye, benim için bir milenyum. Evet, hayat beklediğimizden de hızlı ve yine evet zamandan asla iyi bir dost olmaz.
Eğer bu sahneyi bir filmde görseydim, güler geçerdim. Çünkü film sahnelerindeki klişelerin hepsi bu çıkmazda toplanmış gibi. Filmlerin esin kaynağı gibiyiz. Onun beni aptal eden güzelliğini evler de fark etmiş sanırım; güneş sadece onun etrafına çiseliyor kendini. Çıkmaz sokağın tepesini kaplayan ev çatıları o kadar uzun ki, burayı kapalı bir kutu gibi gösteriyor. Klostrofobisi olan birisi burada yaşayamaz.
Yavaşça yanına yaklaşıp, sol elimi duvara yasladım. Elim, Onun başının tam hizasında 15 cm solunda. Diğer elim duruşumu desteklemek için sırtımda. Yüz yüzeyiz. Nihayet gözlerini sağdan soldan alıp, gözlerime bakmaya teşrif etti. Çok umursamaz, çok soğuk bakışları hızla atan kalbimi dondurmaya yetti. Az önce bedenimi sallayan kalbimin pilini çıkardı. Kalbimi duyamıyorum. Kulaklarıma çıkan basıncı hissedebiliyorum, tek hissettiğim şey o. Uğultu artıyor, etrafın sesi kısılıyor. Korkuyorum, kötü bir şey mi diyecek. Ne kadar güvensen de, insan şüphe eden bir varlık nihayet. Aşk, her sonucu kabul etmeye cesaret edemeyen birisine göre değil. Aşk, korkanlara göre değil. Aşk bana göre değil, biliyorum. Aslında Aşk bir hastalık, bizler de kronik hastalarız.
Onun karşısında ben, solunda duvara uzanan elim var. Kaçmak için sağ tarafa hamle yaptığında, sağ elimi önüne siper edip, isyanı bastırıyorum. Koluma çarpıp sekiyor geri, iki kolum birbirine paralel duvara uzanmış. Sağ kolumu iki eliyle de tutuyor, sıcaklık ellerinden kalbime akıyor. Aptal gibi sırıtıp, sarılmak istiyorum. Tüm sorunların bir sarılma ile bitmesini istiyorum. Her zaman, her olayda bir şaka payı arıyorum.
iki eliyle kolumu sıkıp koluma sarılıyor. Gülümsemeye başlıyor. Hile yaptın, daha varmamıştık. Yüzümde yine aptal bir gülümseme. Bu kadın beni kandırmayı çok seviyor sanırım. Yine yaptı.
Sağ koluma sarılan Sevgilimi kendime çekip, arkasından ona sarılıyorum. Koşmaktan dağılmış saçları ağzıma kaçıyor.
Tü tü tü
Pislik yaaaa yapmaaaa
Kalbimi duyabiliyorum artık. Kulaklarımdaki uğultu, onun tatlı sesiyle bastırıldı. O beni bir kez daha kurtardı.
Ellerimin içindeki elleri, hayatımın boşluğunu dolduran parça. Kendime hediye olarak, boynundan bir öpücük alıyorum.
Duymak istediğim tek koku, onun kokusu.
Duymak istediğim tek ses, onun sesi.
Görmek istediğim tek şey, o.
insanın mutluluğu tek kişiye bağlaması çok yanlış.
Olmayacak şeyler duyuyorsun, bulunduğun yerin bir önemi yok, her yer onun yanı. Tozlu plak son kez bizim için çalıyor, sadece ikimizin duyacağı şekilde. Yavaşça sağa sola sallanıyoruz. Onun hayali eteği, yerdeki tozu toprağı süpürüyor. Siyah beyaz küçük dünyamın renk kartuşu kollarımın arasında duruyor. Çilek kırmızısı kulaklarına eğilip ismini söylüyorum *****. Acaba çilek kulaklarının tadına baksam, bana kızar mıydı?
Sarılmayı bırakıp karşısına geçiyorum. Yüzünde hala gülümseme var. Sürekli gülüyor, onu sevmemin bin bir nedeninden birisi. Cebimdeki şişkinlikten kurtulma zamanı, biraz gecikmeli olarak geldi sanırım. Zaten hayatta planladığım şeyler hiçbir zaman plana sadık kalmadı. Bu da Tanrının bana çeşitli armağanlarından birisi.
Cebimde daha fazla durmak istemeyen kırmızı küçük kutuyu çıkartıyorum. Alırken beğenmediğim bu halkayı, onun elinde muhteşem duracağını bildiğim için aldım. Onda her şey güzel.
7 yılımı ona armağan ettim, ömrümün geri kalanına da armağan etmek istediğimi temsil eden şeyi, bu halkayı onun huzuruna sunuyorum.
Yüzündeki gülümseme yerini, içindekileri dökemeyen şaşkın bir ağza ve dopdolu gözlere bırakıyor. istiridyede inci bulmuş deniz kızı kadar sevinçli. Sihirli sözler ile halkayı ona uzatıyorum: Abra Kadabra!
Ellerini ağzına götürüyor. Meleğim kanatları ile teklifimi onaylıyor. Biraz ani mi oldu acaba? Ama onun için her şey ani sorun yok. Sol elini uzatıyor, alıp yavaşça halkayı itiyorum. Parmağından geçerken her santim de halka, yüzün olmaya biraz daha yaklaşıyor.
Yüzün eline oturunca, eline bir öpücük konduruyorum. Daha başımı kaldırmadan direk boynuma sarılıyor. O kadar sıkı sarıldı ki, bir an beni sarılarak öldürüp yüzüğü alıp kaçacak diye düşündüm. Gözleri omzumu ıslatıyor. Güneş üzerime vursa, omzumda bir gökkuşağı çıkabilir. Ağlayarak bir şeyler söylüyor ama anlayamıyorum. Çok çalışıyorum ama ilahi dilleri öğrenmek için biraz daha zamana ihtiyacım var.
Şimdi 25 yaşındayım. Düğün masrafları başımı ağrıtacak ama işten eve gelince onu görme düşüncesi, doğru yolda olduğumu tasdik ediyor. Aşk korku filmindeki perili evdi, bizler de birer meraklı genç. Eve sapsağlam gireriz fakat, yara almadan çıkamayız. Belki hiç çıkamayız. Belki çıkmayız *