steven tyler denen koca ağızlı, çirkin, güzel sesli, çelimsiz, büyük insanın şarkıyı efendi efendi söylerken bir anda coşup kendinden geçmesiyle ağzından enteresan sesler çıkarmasıdır. hayır, efendi efendi söylüyorsun ne oluyor da yırtınıyorsun böyle! gözümde küçülüyor başka bir şey değil. kız babasısın steven, yakışmıyor!
bir behçet aysan eseridir. şairin üslubunun bütünüyle görüldüğü şiirlerinden haliyle harika.
çocuğum da büyüyor benim gibi
bir bahar dalıyla öpüşerek ilk
ayrılığın burcunda
ve acının kundağında
o.
(yelesi gümüşten
sevdası sütbeyaz
terkisinde ölüm)
çocuğum da büyüyor benim gibi
koca bir oyuncakçı dükkanı
sanarak dünyayı
ve masaldaki kafdağında
o.
tam olarak farkına varmadan yapılan faşizm ve halkımızın diline yerleşmiş faşizm türüdür. ciddi bir sorundur. her geçen gün artmaktadır. insanın karşısındaki kimseyi yanlış bir biçimde sınıflandırması ve bu sınıflandırmanın dile yansımasıdır. toplumun genel algısındaki algıyla veyahut kişinin sosyal çevresindeki anlayışla şekil bulur. özellikle mezhep, cinsel kimlik, etnik kimlik, siyasi düşünce ayrımlarında görülür.
dikkat edilmelidir aksi takdirde toplumdaki ötekileştirme ve ötekileştirilenin şiddet eğilimi durmak bilmez artış gösterecektir. sonucu, toplumun tamamına yayılan huzursuzluk ve derin ayrışmalar hatta kırılmalar olacaktır.
günümüz türkiyesi'nin gerçeğidir. orta sahadaki muhafazakarların ayağında top tutamaması, pas yapamaması, hücuma katılamamaları en büyük etkendir. demokrasimiz ilerde pres yapıp top kapıyor fakat destek gelmediği sonuç hüsran oluyor.
aklınca karşısındakine hakaret eden, karşısındakini aşağılayan insandır. Kimisi bunu lafın gelişi söyler kimisi de gerçekten hakaret etmek için kullanır. Ateistlerin bu hadiseyi sorun ettiklerini zannetmiyorum fakat sorun başkadır. halkın genelinde oluşan allahsızlığın kötü bir şey olduğu yanılgısıdır sorun. inançlarının gerekliliklerini yapmayı özgürlük hatta inanmayı bir tür hürriyet olarak görüp aksini de aşağılık bir şey olarak gormektedirler.
Kimse alınmasın, aglamasin; olmayan bir şeye varmış gibi tapınıp duran insanlara saygı gösterilmesini bekle sonra kızdığında küfür niyetine allahsız kitapsız de. Düpedüz ortaçağ yaşıyoruz bu ülkede. Dinlere ve gerekliliklerine saygısızlık edilsin demiyorum fakat anayasa'da yer alan din ve vicdan hürriyetinin vicdan kısmının kasten bu denli göz ardı edilmesi halkı ortaçağ bataklığına sürüklüyor. Allahsız olmanın aşağılık bir şey zannedilmesi toplumdaki tahammülsüzlüğü şiddeti kısmen de olsa açıklıyor. Ateistlerin hiç allahlı, imanlı, kitaplı ve sair diye küfrettiğini duydunuz mu allasen?
televizyon izlemek iyiden iyiye sıkıcı hale geldi. neredeyse bütün kanallar tekelin hakimiyetine girmiş. her kes aynı biçimde yansıtıyor haberleri birkaç tane kanal farklı, örnekse flash tv. onda da cübbeli ahmet hoca canlı yayında vaaz veriyor.
televizyonda haberleri izlerken bir detay dikkatimi çekiyor. enteresan bir süreçten geçtik son 5 ayda. anayasa paketi, baykal'ın uçkuru, kılıçdaroğlu, pkk baskınları devam ederken anayasa mahkemesi rötuşu ve referandum. kılıçdaroğlu canlı yayından canlı yayına koşarken bir anda şehit haberleri ile gündeme çelme atıldı.
ya televizyonlar yansıtmıyor ya da pkk bu ara baskın yapmıyor. her iki durumda da şu sonuç ortaya çıkıyor: iktidar sahipleri istediklerini almak adına etnik kimlik ayrımı yapmaksızın bu ülkenin gençlerine kıyıyor.
ne kadar çabuk unutuyoruz yaşadıklarımızı? ellerinde meşalelerle yüzlerce, binlerce yobaz madımak oteli önünde slogan ata ata beklediği anı da unuttuk mu? sonrasını? sonrası hepimizce malum... 37 aydın; kimisi gazeteci, kimisi yazar, kimisi şair, kimisi müzisyen, kimisi ressam, kimi sadece insan.
adalet yerini bulsun isteniyor, dava açılıyor. bir de bakıyoruz ki sanıkların avukatı şevket kazan. tesadüf bu ya, şevket bey'in refah-yol hükümeti' nin adalet bakanı olarak karşımıza tekrar çıkıyor. recep tayyip erdoğan, bülent arinç, abdullah gül ve sair akp üyesi o zamanlar hepsi refah partisi üyesi tıpkı şevket kazan gibi. hepsinin katliama tuttuğu alkış kulaklarımda çınlıyor.
dönüp bakıyorum bugüne avukat avukatlığına devam ediyor. moral ekibi ise yürütme' nin üstüne oturmuş, yeni aydınlar yaratmış açılım üstüne açılım yapıyor. sivil anayasa yapıyor, hatta o kadar demokrat ki referanduma gidiyor, yetmiyor karikatüristlere(!) iftar yemeği veriyor, sanatçılara kahvaltı ısmarlıyor. ama ellerindeki kan her işlerine bulaşıyor.
37 insanı diri diri yakan eli kanlı yobazlar şimdi memlekette demokrasi dersi veriyorlar. vay halimize.
geçen perşembe dorock bar'da dinlediğim oldukça sağlam sesi olan solist. facebook grubundaki biyografisi şöyle imiş:
5 şubat 1983 iskenderun doğumludur.
5 çocuklu iskenderunlu bir ailenin 4üncü çocuğudur.
6 yaşında org çalarak başladığı müziğe karşı ilgisi,yeteneği
ve müthiş müzikal hafızası daha o yaşlarda aile eşrafının dikkatini çekmiş ancak umursanmamıştı. zira ailenin tüm çocukları, zaten yetenekliydi. müzik önemseniyordu.
ama illa müzisyen olmak şart değildi. iyi bir dinleyici olmak yetmez miydi? yusuf da ağabeyleri ablaları gibi mühendis, mimar,avukat olsundu.
bu düşüncelerle ailesi onu bilgisayarcı yapmaya kalktı. meslek lisesinden sonra 2001 yılında istanbul üniversitesi t.b.m.y.o bilgisayar bölümüne girdi. bu tarih kariyeri açısından milattır. zira üniversitede tanıştığı arkadaşları ile kurduğu "ifrit" grubuyla aktif müzikal hayatı başladı.vokalistlik yaptığı grubun adı,bar performansları sırasında "efreet" olarak değişti.
yusuf uğurer, zamanla bir"müzisyen kulübü" haline gelen grubu efreet'in yanı sıra, birçok grupla (reflex, işiğin yansimasi, eyyam, saintsn sinners) solist olarak çeşitli projelerde yeraldı.
2007 yılında, eyyam grubuyla birlikte kaydettiği, biri enstrumantel olmak üzere 13 şarkıdan oluşan rock makami adlı albümü, ütopya müzik etiketiyle piyasaya çıktı. grupla çeşitli tv ve radyo programlarına katıldı.
halen konser ve bar programlarına devam eden uğurer, 2007 yılında girdiği Haliç Üniversitesi Konservatuarı, Opera bölümünde eğitimini yarı burslu olarak sürdürmekte,dünyaca ünlü opera sanatçısı licinio montefusco dan şan dersleri ve piyano virtüözü sergei gavrilov dan da piyano dersleri almaktadır.ayrıca cavit murtezaoğlu ve hakan aysev' in geçmişte öğrencisi olmuştur.
şu sıralar profesyonel olarak şan dersleri vermekte, albümlere ve sanatçılara vokal koçluğu yapmakta ve 2010 yılı sonunda çıkması öngörülen, sözleri ve müziği kendisine ait 11 şarkıdan oluşan solo albümü için çalışmalarını sürdürmektedir.
seninle bir dakika şarkısı ile semiha yankı tarafından dile getirilen sorun. Şarkının gizli bir mesajı var mıdır? Olmalı mıdır? Eurovision şarkı yarışmasında dile getirdiğine göre gerçekten rahatsız olmuş olmalı.
avantasia'nın 2006 yılında yaptığı the scarecrow adlı albümünden çok güzel bir şarkı. sözleri şöyledir.
Like a wheel
I keep on turning
Straight ahead
It's got me burning the melody, the dignity
Something is speaking to me
Night is cold and my soul is badder
Not afraid for the first time ever
I realize
Going inside
Never belong to the try
And my soul is calling the truth
This ship of fools
Dying for a sign
When fate is beyond the line
When you find your lover
Wasted cries
You're take into the sound
Shelter from the rain
No return from the way I've chosen
Cast away chasing rainbows
Cut down the line
How could I
Make up believe I'm blind
We create by angel wishing (mission)
Calling fate
The dark of fate is in your soul
Feeling cross out
Carry on over the cry
All that's left is a sun
Giving shelter from the rain then
Dying for a sign
When fate is beyond the line
When I find my lover
Wasted crowns
I take into the sound
And shelter from the rain
It's a dark and stormy night
Being fooled what it takes
To read the signs
But I'm always there
I'm the footprints to your right
My own ? will running high
Young and blind
In your darkest lonely nights
Hear the voice to take you higher
Take you higher
As you ?
Let the spirit take you higher
In your soul
Oh, and the soul
I can hear a song
Dying for a sign
When fate is beyond the line
When you find your lover
Wasted crowns
You're take into the sound
Shelter from the rain
Dying for a sign
When fate is beyond the line
When I find my lover
Wasted crowns
I take into the sound
Shelter from the rain
Sana dokunuyorum tenini seyrediyorum ve sen nefes alıyorsun
Ayrı yaşadığımız günler çoktan kaldı geride
Yanımdasın giriyorsun çıkıyorsun ve bana nüfuz ediyorsun
güzel günler için de kötü günler için de
Ve hiçbir zaman böylesine uzak kalmadın bana kendi isteğimle
ikimiz kavuşacağız harikalar ülkesinde
Rengi koşulsuzluk olan o gerçek mutluluğa
Ama yeniden doğuyorum ikimiz aklıma geldiğinde
Ve eğer dert yanarsam kulağına
Elveda kelimeleri gibi bir şeyi sakın duyma
O şimdi uykuda uzun uzadıya sessiz kalışını dinliyorum
Sarmışım kollarımla onu ama bununla birlikte
O yok orada yine ve ben iyice tek başıma
Daha yakın durduğum için onun esrarına
Bir satranç oyuncusuyum sanki taşlara bakınca kaybedeceğimi anlıyorum
Koparır alır gibi olur onu yokluğun elinden gün ışığı
kendisinden güzel ve daha çekici olarak teslim eder bana
Karanlıktan geriye güzel kokular kalır onda
Sanki beş duyunun rüyası
Aslında daha karanlıktır onu taşıyan gün ışığı
Elimizi tırmalayan her günkü dikenli yollarda
Hayat geçip gidecek baş döndürücü bir türkü gibi
Susuz bırakıyor gözlerin beni içmedim hiçbir zaman kana kana
Gökyüzüm umutsuzluğum kadınım
On üç sene bekledim senin türkülü suskunluğunu sabırsızlıkla
istiridyeler denizi tescil ederler
Bende sarhoş tuttum gönlümü on üç sene on üç kış on üç yaz
Titreyerek geçirdim boş düşlerin peşinde on üç senemi
On üç sene tırmanıcı yabani yasemin misali
Efsunlayarak önledim kendi ellerimle yarattığım Tehlikeleri
zaman ey benim sevgili çocuğum zaman sen bizim kadar büyümedin
bin bir gece az gelir seven aşıklara
on üç yıl dediğim nihayet tek bir gün eder ve saman alevi gibidir
yanar ayaklarımızın dibinde halka halka
yalnızlığımızda sihirli bir halı gibidir.
sait faik abasıyanık şiiri, 8 haziran 1954 yılında istanbul'da yazmış. şiir yarı belimiz adıyla varlık dergisinin temmuz 1954 tarihli 408. sayısında yayımlanmıştır.
bir aydınlık sardı,
ışıdı dibinden sular,
şehir, insanlar.
bu aydınlık, yerden bitiyordu
ot gibi, ağaç gibi.
ne ola ki dedim, kendi kendime
hep aynı soruyu sordu
taşlar, ağaçlar, binalar, insanlar
ne ola ki?
ağır ağır yükseliyordu aydınlık,
tam belimizde durdu.
baktı korkuyla
yarı belimize.
bayram günleri dibinden aydınlanan
abideler gibiydik sokaklarda
birbirimize bakmadan önce.
kendi yarı belimizi
korkuyla, zevkle, daha başka
bir şeyler seyrettik.
sonra bakınca birbirimize,
yarı belimizden aşağısı
öylesine aydınlıktı ki,
yarı belimizden yukarısını
göremedik önce,
gözlerimiz alışıncaya kadar.
gözlerimiz alışınca,
baktık ki belimizden yukarısına
çılgıncasına,
hiçbir şeyler yoktu.
yarı belimizden yukarısı yoktu.