Aslında, "türk gençlerine sakal bıyığı ve siyah çerçeveli gözlüğü yasaklamak" olması gereken, fakat karakter sınırıdan nasibini almış başlık.
Öncelikle ben kimsenin ne giydiğine karışmam. Çatalına değecek kadar uzun saçı olmuş bir şahıs olmuşluğum da vardır, daracık pantolon giyip ego otobüsüne binmiş bir şahıs olmuşluğum da vardır. Fakat reis, şu yeni nesilin bir haltmış gibi sakal bıyık bırakması deli ediyor beni. Millette bir hacı sakalı bırakma merakı. Ulan sakalın yeni çıkmış olabilir anlarım, ben de bıraktım sakalımın ilk çıktığı zamanlarda hatta çok defa müdürün odasında kesmek zorunda kaldığım o cücüğü. Ama adaplı uzattım ben. Göze batmayacak derecede.
Dini inancı oldukça sıkı biri olan ben bile nefret eder hale geldim o hacı sakalından. Görünce uyuz oluyorum. Babamda göreyim, ona da uyuz olurum. Hacı sakalı + bıyık kombinasyonunun hiç olmadığı kadar ışidçileri çağrıştırdığı şu günlerde, o amaçla yapsın yapmasın kalkıp bir haltmış gibi o sakalı bırakması derinden üzüyor beni.
Bir de çerçeveli gözlük çıktı. Aman yarabbi. Ben de taktım. 14 yaşımda takmak zorunda kaldığım ilk gözlüğüm kalın çerçeveliydi. Hatta sırf beni yalak gösterdiği gerekçesiyle takmadığım bir çok zaman babamdan tokat yemişliğim vardır. Sevmedim abi, zorunlu olduğum halde sevemedim, marjinal gösterdiği gerekçesiyle (O zaman marjinalin anlamını bilmiyordum, babama da ağlayarak sızlayarak "inek ya da yalak gibi gösteriyor" derdim) Nitekim kısa zaman sonra da bilerek kırmıştım o gözlüğü. Anneme de beden dersinde top çarptığını söylemiştim. Bunun üzerine babamdan da yine dayak yemiştim. Ama kurtulmuştum o gözlükten derken bir sonraki gün tamir edilmiş halde geri gelmişti. Şaka şaka.
Bilmiyorum. Ben saç uzattım, kot giydim, saçımı at kuyruğu yapıp cumaya gittim, cemaatten çok defa "cık cık cık", "tövbe estağfirullah" laflarına maruz kaldım. Ama hiç bir zaman bunu "dur farklı görüneyim" diye yapmadım. Ha keşke yapsaymışım, belki bir kız arkadaşım olabilirdi. Belki hala yapabilirim (saçlarım halen uzun).
Her neyse, şimdi gidin banyoya güzelce sinekkaydı tıraş olun, tütün kolonyası çarpın cap cap suratınıza. Yüzünüz gözünüz açılsın. O gözlüğü de çıkartın. illa bir şey takacaksanız, ya da görme özürlülüğünüz varsa gidin şöyle adam gibi bir şey alın. Ya da almayın. Sürünün. Rahatlayın hasıl. Adam olun. Uslu olun. Canımı sıkmayın.
Hepinizi seviyoruz.
Bu arada, lütfen starbucks bardağıyla fotoğraf çekilirken yalak gibi sırıtmayın.
Bugün 09.50 sularında elim bir F-4 Phantom kazasında kaybettiğimiz kahraman pilotlarımızdan birinin gözü yaşlı babasından duyulan dokunaklı cümle.
"Saray yapacağınıza uçan tabutları değiştirin" diyor. Ama kimse gözü yaşlı amcamıza kalkıp söylememiş. "Bey amca, öyle şey olur mu?" dememiş. Öyle tabii, 1000 odalı saray yoksa ne işe yarar, ister bütün envanter F-35'lerden oluşsun.
Pilotlarımıza yüce allahtan rahmet, aileleri ve tüm türkiye halkına baş sağlığı diliyorum.
Milletvekili maaşları sadece 23 bin lira olmayacak, kendisinin ölümü durumunda ailesine 180 bin lira ödenecek, yine ailesinin hayatı boyunca tedavi gideri devlet tarafından karşılanacak, çocuklarına 25 yaşına kadar kırmızı pasaport verilecek. Hani şu babalarına güvenip kendisinden yaşça büyük saçı sakalı ağarmış polis memurlarını sıraya dizen çocuklara, heh onlara işte.
Ne güzel demiş Mehmet Akif Ersoy, "onların işleri onların dini gibi, bizim işlerimiz de onların dini gibi"
Git avrupa'nın herhangi bir yerine, izle milletvekillerini.
Adamlar işe bisikletle gelir giderler makam araçları yoktur, kahvelerini sıraya girip alırlar, teşekkürlerini ederler... Biz de öyle mi? Milletvekili tanrıdır bizde. iki kelimeyi bir araya getiremezler, sırf başbakana ona buna yakın diye, bir zamanlar beraber top koşturdu diye milletvekili olurlar, başlarlar ona buna fırça çekmeye. Oğluna uyarı yapan polisleri sıraya dizdirtirler. Bizde milletvekili bu hoca. Kapağı meclise atabiliyorsan, hayatın boyunca rahatsın.
Teklif akpden ama merak etmeyin daha ilk oylamada geçecektir. iki kuruş paraya, insanların tanrı gözüyle baktığı bir makama bizim milletvekillerimiz zaten hayır diyemez.
Propaganda yapilmaya calisilmis olmasi cok aciktir. Lakin,düşünüldüğünde, son yillarda demir ve hava yolundaki gelismeler, kesinlikle cumhuriyet dönemine camur atmakla bagdastirilmamalidir kanimca. Tabii bu da Cumhuriyet doneminde demir yollarindaki gelismelerin yok ya da yetersiz olmadigi anlamina da gelmez.
Nükleer enerjinin ülkemiz için ne kadar gerekli olduğunu ifade eden başlık. Affınıza sığınarak belirtmek isterim ki, siyaset amacı gütmeyecek bu girim umarım bazı kafası karışık arkadaşlara yardımcı olur.
Bazı kıymetli arkadaşlarım burada "nükleer santral gereksiz, işte tehlikeli, ölürüz, biteriz" gibi güvenilirlik payı olmayan ifadeler kullanmak yerine, açıp biraz araştırma yapmış olsalardı da cehaletimiz bu kadar açıkça seçilemeseydi. Çünkü maalesef türk milleti olarak iyi yaptığımız tek şey, zerre kadar bilgi sahibi olmadan her şeye yorum yapabilmemizdir.
avrupa'da humanitarian and physical geography dersi gören biri olarak, bu konuyu en detaylı şekliyle araştırdım ve çalıştım. bugün bakılırsa, hollanda, almanya, fransa başta olmaz üzere, ingiltere, belçika, lüksemburg gibi bir çok ülkede en az bir tane nükleer santral vardır ve toplamda avrupa sınırları içerisinde yıllık net 15.501 mw üretilmiş olur ki bu da çok yüksek bir değerdir. fakat bazı arkadaşlar, çernobil'deki oluşan kazayı ve yıkımı araştırmaksızın, gelir burada çernobil faciasını her fırsatta örnek göstererek saçma sapan şeyler yazarlar. fakat bu arkadaşlar, çernobil'deki kazanın amerikanlar tarafından yeni bağlanmış olan 4. reaktörünün ulaşabileceği en yüksek çalışma varyosunun testi sırasında tribün kanallarının soğutma sisteminin devre dışı bırakılmasından kaynaklandığını, yani bunun nükleer santralin değil, işçi hatasının olduğunu bilmezler. ve ilginçtir ki bu da soğuk savaş dönemine denk gelmektedir ve bazı arka planda kalan nedenleri de beraberinde getirir. Ve diğer 5 reaktör de şu an hiçbir şekilde sorun olmadan çalışmaktadırlar.
türkiye'nin enerjiye ihtiyacı vardır. insan haklarının hat safhada dikkat edildiği bir yerde yaşayan biri olarak, eğer avrupa nükleer santrallere izin veriyorsa, türkiye'de böyle bir şey kaçınılmazdır. nitekim, rüzgar enerjisinden beklenen derecede fayda sağlanılamamıştır ve nükleer santral gereklidir.
ama akp, ama chp, mhp yada bdp gelse devletin başına, nükleer santral fikrini desteklemek gerekebilir ki ülkemizin buna ihtiyacı vardır.
Yüzsüz programlar tarafından yapılandır, izniniz olmadan giriş sayfanızı değiştirir boktan bir arama motoruna yönlendirir bu nalet programlar. Allah belalarını versin ne diyeyim yani.
öyle anlaşılıyor ki şehitlerin üzerinden rant yapmaya çalışan insanlar hala daha var. Eğer araştırma ruhun varsa biraz, yanlış anlama, gir genel kurmayın sitesine istatistik raporlarına göz at. Ha okumak gözünü korkutuyorsa, şehitlerimiz üzerinden bir yerlere laf sokuşturmayı bırak. Şuan ki hükumeti savunmuyorum, ama bir tarafı oturduğu sandalyenin şeklini almış insanların hiç bir şey okumayıp, araştırma yapmayıp böyle tespitler yapıyor olması canımı sıkıyor.
Yıllar önce Hollanda'da koningsdag günü şansına 5ya gördüğüm ve hemen aldığım heavy metal pedalı. Bilindik boss tasarımı var, pil ya da adaptörle çalışıyor. Eğer hacimli bir amfiniz varsa gayet güzel bir pedal, 80'lerin journey, scorpions gibi heavy-metal, heavy rock tarzlarına kolayca yaklaşabiliyor.
2013'ün en iyi oylanan entrilerini okumaktır, şu anda yapıyor olduğumdur. Gerçekten çok güzel girdiler mevcut, okurken insana "hakikaten yav, helal olsun" dedirtiyorlar.
Sabaton'un eski lead gitaristi. Soloları mükemmeldir. Ayrıca bir kaç ay önce atmış olduğum tebrik mesajıma biraz önce geri dönmüş şahsiyettir, ne diyeyim oskar çok seviyoruz seni.
Hava yağmurludur, avrupa'da her gün görmeye alışık olduğunuz havadır. Cumartesi günüdür, perdeniz açıktır ve coğrafya dersinizin 2 gün sonraki sınavı için elinizde kalem, masa lambanızın altında çalışıyorsunuzdur. Sizi arayan yoktur, yalnızsınızdır, eviniz boştur, soğuktur, aileniz Türkiyedeyken siz Avrupa'nın bir ucunda ders çalışıyor bulmuşsunuzdur kendinizi.
Arkanıza yaslanır, camdan dışarıya bakarsınız. Canınız çok sıkılıyordur fakat yapacak bir şey yoktur. Hiç bir sebebiniz yoktur o 2 saattir üzerinde oturup ders çalıştığınız sandalyeden kalkmak için. Olsun deyip, ders çalışmaya devam edersiniz fakat "dışarıya mı çıksam?" gibi bir fikir eser geçer aklınızdan. Olmaz, dersiniz, kafanızı gömer not almaya devam edersiniz. "Ne kaybederim?" diye ikinci bir esintiden sonra kalkarsınız, altınıza Zara'dan aldığınız siyah kot pantolonu, üzerinize siyah tişörtlerinizden birisini giyer, saatinizi takar, kırmızı atkınızı boynunuza sarar aynadan omuzlarınızın epey altında olan saçlarınıza göz atarsınız. Ayakkabılığın üzerindeki cüzdanınızı ve arabanızın anahtarını kapar, kırmızı converse'lerinizi giyer dışarı çıkarsınız.
Hava kapalıdır ama temiz ve pürüzsüz bir havayı solursunuz, "iyi yaptım be." dersiniz. Hatchback arabanıza atlarsınız, eliniz konsoldaki navigasyona gider ama nereye gideceksinizdir? Düşünürsünüz, ******trich'teki arkadaşınızı uzun süre görmemişsiniz fakat üşeniyorsunuz şimdi onun yanına gitmeyi. "Hayırlısı" der çalıştırırsınız arabanızı. Emniyet kemerinizi takar, yavaş yavaş ıslak asfaltın üzerinde yol alırsınız.
Otobana girer, CD sini yeni aldığınız Iron Maiden'dan Fear of the Dark albumunu takarsınız, ileriye sarar ve dave murrayın o güzel sololarıyla beraber ıslak asfaltın, camınıza vuran yağmur taneleriyle gidersiniz.
Biraz sonra, 5 kilometre sonraki bir benzinlikte Sturbucksın olduğunu görürsünüz tabeladan ve "tamam!" dersiniz. Biraz gittikten sonra sağa sinyalinizi verir ve girersiniz sturbucksa. içerisi yine kahve kokmaktadır, ama moraliniz yoktur pek. "Olsun be, hayatını yaşa" dersiniz ve Henüz bu ülkenin dilini öğrenmediğiniz için kasadaki sarışın kıza "Excuse me madam, may I have a cup of latte?" dersiniz.
Kahvenizi güzel güzel içersiniz, "oh be, iyi ki gelmişim" dersiniz. Kahvenin üzerinde hortumun henüz başlangıcı gibi zarifçe dans eden duman gibi, bozuk olan moralinizde de bazı şeylerin kıpırdadığını farkedersiniz.
Gurbetçilerin, diplomatların, ve benim gibi öğrencilerin içinde bulunduğu durumdur.
Sıkıcıdır, bu günün bayram olduğunu bile skype'de konuşurken annenizden öğrenirsiniz. Türkiye'deki kardeşleriniz, arkadaşlarınız, akrabalarınız birbirleriyle bayramlaşırken, hunharca gülerken, eğlenirken, şakalaşırken sizin hayatınızda hiç bir şey değişmez o gün, yağmurlu havada çıkar, takar kulaklıklarınızı Iron Maidendan wasted yearsı dinler, okula gidersiniz.
Flight Simulatör için gerçekçi modeller modelleyen 11 kişilik bilişim firmasıdır. En bilinen modelleri B737NG ve B747dir. Genellikle frame kaybı yaratırlar fakat kesinlikle default uçaklardan çok daha gerçekçilerdir.
Daha 13 yaşında küçük bir çocukken dünyanın diğer ucundaki bir rus okuluna öğrenci olmuş, sonrasında bir ingiliz kolejinde eğitimine devam etmiş birisi olarak, uzun zamandır düşündüğüm, üzerinde kafa yorduğum konu, sorun. Eğitim sistemimizin değişmemesi sonucunda, youtube, facebook gibi ortamlarda birbirlerine küfür etmeyi, ana bacı sövmeyi iş bilen ve bununla yaşayan daha nice genç nesilimizi kaybediyor olmamız muhtemeldir.
- Eğitime başlama yaşı düşürülmesi gerek. 7 yaşında okula başlayıp, 12 yaşında yabancı dil öğrenmeye çalışan bir çocuk, avrupadaki 3 yaşında okula başlamış bir çocuktan çok geridedir. Ama okul öncesi eğitim farklıdır, çocuğu oturup matematik öğretmeyeceksin tabii ki.
-Öğretmenlerimiz. Eğitim sistemimizin en büyük sorunlarının başında. "Kesin sesinizi, başım çatlıyor" gibisinden laf eden, dedem yaşındaki öğretmenlerin emekliliğe ayrılması kaçınılmaz. Siz 15 yaşındaki deli kanlıları, hanım efendileri 50-60 yaşındaki hocanın karşısına oturtup ders öğrenmesini bekleyemezsiniz.
-Az öğrenci, çok okul. Türkiye de ortalama 1000 öğrencili bir okul olup okul sayısı azken, bu sayı ortalama 100-200'e düşürülüp mevcut okul sayısı artılırılmalıdır. Benim öğrenim gördüğüm sınıfın öğrenci sayısı 6 idi. 15 kişilik derse girince, kontrol yerle bir oluyordu. Türkiye'de 60 kişilik sınıflar var, düşünün.
-Ders seçimi. Öğrenciye ders sunulacak, bölüm değil. Öğrenciye "ilerde ne olacaksın" diye soruluyor, "politikacı" diyen adama fizik, biyoloji, kimya yükleniyor. Olmaz! Öğrenci üçünü kötü yapacaksa, bir tanesini iyi yapsın, ona odaklansın yeter.
-Farklı ders düzeyleri. Örneğin, sosyal branşlarda meslek ele almayı düşünen bir birey matematiğin en düşük seviyesini almalı. Bu bölümde daha çok matematiğin temelini oluşturan şeyler yüzeysel olarak öğrenilmeli.
-Makalesel eğitim. Öğrenciye her hafta onlarca makale yazdırılmalı. "Reflective" deyebileceğimiz, öğrencinin ne öğrendiğini sorgulayan 600-700 kelimelik makaleler hem öğrencinin düzeyini, hem de üüniversiteye daha iyi hazırlanmasını sağlar.
-Okula telefon, laptop ve benzeri şeyler getirtilmeli, göz yumulmalı. Benim eğitim gördüğüm okulda bilgisayar getirmediği için dışarı atılan öğrenci vardı. imkan yoksa, okul o imkanı sağlamalı.
Her ne kadar Türkiye'de az olsa da dünya çapında oldukça sık rastlanılabilen durumdur. Tabii durum biraz farklıdır, insan mesleğini eline almıştır, dışarıdan üniversiteye girer kendisini biraz daha geliştirebilmek için.
entri yaptığı haberi okumaktan aciz olan ve "Diktatör" kavramının ne olduğunu bilmeyen yazarın açtığı başlık.
Erdoğan'ın "bu hedefle" ilgili yaptığı açıklamaya daha ayrıntılı bakılırsa "ben 2023'ü, sizler de bu medeniyetin 1000. yılı olan "2071"'i inşa edeceksiniz." demiştir. O zamana kadar ülke başında olmayı planlaması gibi bir genelleme söz konusu değildir.
--spoiler--
Aşağıdaki yazıda kesinlikle hiç bir tarafa hakaret ibaresi bulunmyacaktır.
--spoiler--
Başlıktan da anlaşılacağı üzere, "gezi parkı" protestolarının, direnişlerinin, özellikle bu son günlerde amacını aşmış olması, kesinlikle farklı bir boyut ile farklı bir yöne divert etmiş olmasıdır.
Oldukça yeşilin bol olduğu bir ülkede yaşıyorum, doğal olarak Türkiye'deki ormanların özellikle istanbul gibi bir yerde korunması taraftarıyım. Bu yüzden Gezi parkı direnişine can-ı gönülden katılıyorum. istanbul gibi bir yerde neredeyse bütün bölgeyi besleyen, havasını temizleyen, tabir-i caizse "akciğerlerinin" bir AVM için heba edilecek olması beni üzüyordu.
Bir de olayın polissel yönü de oldukça çalkantılı. Polis aşırı şiddet kullanıyor çok doğru. Yemek yiyen adama gelip vuruyor, tekme tokat insanların ağızlarını burunlarını kırıyor, su sıkıp insanları yere yapıştırıyor... olmaz! yanlış! hele hele polisin bu tarz şeyleri yapıyor olması kabullenemez! aykırıdır insanlığa!
Gelelim esas tartışılması gereken konu olarak: ilk günler insanların "yeşil" taraflarının kabardığına şahit oldum. insanlar tıpkı benim gibi düşünüyordu, çok ta haklı olarak ormanlar için, akciğerleri için direniyordu. Fakat son günlerde durum nuhalefetin artık patlatılması gerektiği ile yeni boyutlar kazandı. "Ampul patlıyor", "Tayyip'in sonu" tarzı yazılar çok okudum. insanlar TÜrkiye'nin bir SUriye, iran olacağını düşünüyorlar ve nitekim haklı olabilirler ama bu tarz, "Hükumeti yıkalım" tarzı bir fikrin uygulanması bırakın SUriye'yi, iran'ı, Türkiye'nin resmen son 50 yıldır savaşları dinmeyen, her gün yüzlerce insanın sebepsiz yere öldürüleceği tıpkı bir Afganistan gibi bir ülke haline gelmesi kaçınılmazdır.
Özet olarak, insanlar "gezi parkı" direniş organizasyonu olarak çok haklılardı. Fakat organizasyonun "haydi hükumeti de devirelim gitsin" diye farklı boyut kazanmış olması maalesef kabullenemez, katılamıyorum.