tanım: Allah'ın varlığını, emin olmadan her fırsatta reddeden yobazdır...
sözün kısası; Allah(cc)'nin Kur'an'da dile getirdiği üzere, inanmamak istemeyenlerin kalbine perde çekilmiştir, onların Allah'ın izni olmadan, birçok kanıt olsa bile-ki en büyük kanıt Kuran'dır- inanmaları mümkün değildir. gökten melekler inse dahi ''bu amerika'nın oyunudur'' deyip yine inanmazlar. sonuç olarak siz tebliğinizi yapınız, inanıp inanmaları onların elinde, inanmalarının kendilerinden başkasına faydası olmaz. tekrar dirildiklerinde nasıl olsa dönmek için yalvaracaklar, ama nafile...
en basit proteninin tesadüfen oluşma ihtimali : 1 in yanına 950 tane sıfır koyacaksınız bu sayıdan bir ihtimal, yani 0 gibi birşey. tesadüfen oluşmama, yani bir yaratıcı tarafından meydana gelme olasılığı bunun tam tersidir. sonuç olarak, insan aklına uygun düşen yaratıcıya inanmaktır. tersi egoizm ve çevresel etmenlerin doğurduğu bir sonuçtan başka bir şey değildir.
kur'an-ı Kerim içindeki bilimsel gerçeklikler dışında edebi yönüyle de eşsizliğini gösteriyor. Kur'an'ı Kerim şu an itibariyle dünya'nın en zengin dili olarak bilinen arapçanın en üst düzeydeki kitabı. Kuran arapçanın en üst kitabıdır, ve arap edebiyatının ve dilinin temelidir. Arap dili ve edebiyatında olan her şeyi Kur'an'da bulabilirsiniz. 1400 yıl öncesinden böyle bir kitabın, çobanlık yapmış, sonraları ticaretle uğraşmış birinin elinden çıkması imkansız, imkan oranı 0'da 0'dır. Kuran ayetlerin'de de geçen Allah'ın ifade ettiği, (tam bu değil ama Allah'ın anlatmak istediği tam böyle) ''yalanlıyorsanız o surelere benzer bir kaç sure yazın da görelim'' sözleri günümzde de geçerliliğini korumaktadır. hala hiçbir arap edebiyatçı Kur'an'dakine benzer sözleri bir araya getiremiyor. Geçmişte Hz. muhammed'i yalanlayan müşrikler de Allah'ın ayetlerinin büyü olduğunu söylemişlerdi. Kur'an'ı, Türkçe ve herhangi bir dile tercüme bizi bu sebeple ilahi özünden kısmen uzaklaştırır. Allah'ın bizlere vahyetiği gerçekleri anlarız, ancak Allah'ın ilahi sözlerine tam olarak vakıf olamayız; o ahenge, o söz bütünlüğüne, o ilahi sanata... Günümüzün en değme arap edebiyatçıları dahi, 1400 yıl öncesinden yazılmış bu ilahi kitapta tek bir edebi hata bulamıyorlar.
garip, değişik, ilginç bir durumdur. insan kendini yalnız hissettiğinde son şans olarak allah'a sığınıyor. kendini bu şekilde rahatlatıyor, ki rahatlıyor da. bir ateistin bile bu duruma düştüğü olur. öyle bi an gelir 'allah' dersin...
bu kadar dizi izleyen insanların şizofren olma ihtimallerini de göz önünde tutmak gerekir. hayallerle örülü bu garip medya dünyasını gerçek yaşamın önünde tutacak derecede ilerleten türkiye insanının geleceği hiç iyi görünmüyor. ilerleyen zamanlarda bir şizofren cennetine dönecek bu topraklar. her gün yeni bir dizinin yapılması ve bunların türkiye insanının büyük bir bölümünün evine girmesinin vahim sonuçlar doğuracağı açık. dikkatli olmak lazım...
toplum denilen zırvanın içinde koyun olmak istemeyip kendi omuzaları üstüne tırmanıp yükselen insanın, üstün insan olma mücadelesi devam ediyor.
yaşam adlı soyut kavramın içinde yuvalanan rüyalar bütünlüğünün açığa çıkardığı insan adlı düşünen enerji topunun, varolma amacı olarak üstün insan kimliğine ulaşma, evreni tanıma, doğayı aydınlatma mücadelesinin can alıcı güçlüklerle karşılaşmasının nedeni olan toplumsal yapının şekillendirdiği genetikleşmiş kültürel, ahlaki boyut ve bunların doğurduğu kurallar, yasalar bütünlüğünün insan adına hiçbir anlam ifade etmediği ortada olmasa da ortalığa saçmak üstün insanın en büyük görevidir.
bunların gerçekleşmemesi için kendini bu saçmalık ötesi insan yaşamına adayan primatların süreklileştirdiği tarihe, geçmişe, öğütlere tıkılma yanlışlığının set inşa etme çabaları üstün insanın varlığını engellese de, avanklar ve akıl yoksunlarına çobanlık eden üstün insanın ışığı kendini her tarafta yaşatıyor.
yaşam üstün insanı doğurmak için direniyor, ölüm ise yok etmek...
yaşamlarının sonsuza kadar süreceğini zanneden zavallılar, hayatlarını boş yere harcayan gerzeklerdir.
doğar, okula gider, üniversiteyi kazanır, memur veya iş güç sahibi olur, emekli olur, nalları diker... çoğunluğun hayatı böyle devam eder ve son bulur. hayatlarını hiçbir zaman istedikleri gibi yaşayamazlar; sürekli onlardan yapması istenilen şeyleri yaparlar, uygular, bunun için büyük çaba sarfederler. aslında başkalarının onlardan yapmasını istedikleri şeyi kendileri istiyormuş gibi zannederler ama durum böyle değildir, hiçbir zaman da anlayamazlar, ölene dek... hayatı okul okumak ve düzenli bir iş sahibi olmak adına yaşarlar. zavallılık burda yatar. doğumdan itibaren sürekli kurallar yığını içinde olmaktan hiçbir zaman sıkılmazlar çünkü köledirler, çünkü herkes köledir. en üstten en alta kadar... hep bir umutları vardır. umutları aslında hiç yoktur... onlar için tek umut farkında olmadıkları ölümdür...
canımın sıkıldığı anlarda içime huzur veren gerçektir. insanlığın bu evrene yaptığını, tüm bu evren içinde yaşayan ufosu, uzaylısı, hayvanı, envai çeşit yaratığı yapmamıştır. iyidir iyi...
yok türbanmış, yok müslüman hristiyanmış, yok kürt türkmüş, yok polat alemdar kahtalı mıçeymiş, yok bilmem ne bokmuş... bunlar hepsi boş! mutlu mesut, hayatı diyojen tadında yaşayın. canınızı sıkmayın! öleceğiz zaten! hiçbir şeyi kafanıza takmayın; okulu, işi, aileyi, geçmişi, geleceği. canızı bir tek gece kafanızın üstünde uçan sinek sıksın. bırakın hayat akıyor. zaman durmuyor. hayatta oyalanacak o kadar çok şey var ki. bir karıncayı izleyerek bile bir günü geçirebilirsiniz. bir tutam şekerle bile yaşayabilirsiniz. zaten tüm insanların yaşama sebebi, ölümü bekledikleri dünya adlı durakda zaman geçirmek değil midir?
kurallar, kültürler, gelenekler, tabular ne saçma!
efendim, susayım, susayım diyorum ama olmuyor! bazıları kürdistan denilen bölgeyi verelim de kürtlerden kurtulalım diyor. yapmayın! o güzelim antalya sahillerini, güzelim istanbul boğazını, güzelim karadeniz dağlarını size mi bırakacağız yani?! kürtleri beğenmeyen varsa buyursun, gidebilir.
öyle 3 kuruşa beş köfte yok!
tanım: kürtleri beğenmeyenlere dönük söylenen bir cümledir.
not: ciddiye almayın. yahu hepimiz kardeşiz! ingiliz de, alman da, slav da, iskandinav da benim kardeşim.
masum gençlerin ölmesini istememek, bu doğrultuda tüm içtenliğimizle, büyük düşünerek karar vermek zor değil...
ne olur yani, ne olur? bir kaç gencin ölmemesini istemesek ne kaybederiz? çok şey kazanırız... hepimiz insanız; kürdü, türkü, lazı... yaşam hepimizin hakkı; eşitlik, özgürlük hepimiz hakkı. bir can, bir can daha yanmasın... işte görüyoruz. çok güzel bir sürece girildi. 2 günlük de olsa bir tek can bile yanmadı. ne güzel, değil mi? çok güzel, duygulanmamak elde değil. 2 gündür hiçbir can yanmıyor, kimsenin ocağına ateş düşmüyor. bir canın yok olması dünya'nın yok olması demektir. kendinizi onların yerine koysanıza. bir kaç dakikalık bir empati kursanıza. acılar, gözyaşı... yok, iki gündür kimse ağlamıyor. acı çeken birçok kişinin gözleri mutluluktan doluyor artık. acaba biter mi? bitecek! inanıyoruz ki hükümet, devlet ve diğerleri bu acıyı bitirecek. öyle umuyoruz... umduklarımızın gerçekleşmesini istiyoruz, diliyoruz. ne olur biraz geniş düşünün, kendinize sorun. bugün düşünelim, oturup birazcık düşünelim. o dar çerçevemizi kıralım. yaşamı savunalım; güzelleştirelim, özgürleştirelim. ne olur canlar yanmasın...
hiç unutulmasın bu ülkede ayakta, dimdik bekleyen komunistler ölmedi ve ölmeyecekler. yani siz şeriat beklerken komunizm de gelebilir. ama görülen o ki şeriat daha da yakın. tabii marks'ın da dediği gibi komunizm gelecek, çünkü bu tarihsel bir zorunluluktur. ha yarın, ha yüzyıl sonra... ama gelir birgün...
beni ilgilendirmeyen, içinde kendimden en ufak bir şey bulamadığım o anayasaya paketine evet veya hayır dersem, bir anlamda onların tuzağına düşmüş olacağım. bu nedenle demokratik bir hak olan boykot'u kullanma kararını aldım; ve bu kimseyi alakadar etmez, bireysel kararımdır. bir paket sigara alacak param bile yok, birilerinin benden yapmak isteyeceği şeyimi yapacağım yani? yok! gitmiyorum, cezayı da vermiyorum, insanlığı seven bir humanist olarak da bu referandumu gerekçeli olarak boykot ediyorum...
gelecekte gerçekleşecek olan ve egemenleri yerlebir edecek olan isyandır. bu isyan çoğunluk olan ve bütün yaşamı vareden emekçilerin canına tak eden bazı unsurları yok etmesiyle yaşam bulacaktır!..
yaşasın halkın, emekçilerin, ezilenlerin iktidarı; kahrolsun faşizm ve her türden gericilik...
bir kaç bilinçli neferin desteklediği sözlük cephesidir. ve ayrıca da liseli ergenler gibi grup felan toplama gibi bir gerizekalı hareketimde yoktur. şunu tekrar belirteyim: vatanını, insanını seven her bireyin referandumu boykot etmesi gereklidir. çünkü hayır demek 12 eylül anayasasını kabul etmektir. boykot ise yepyeni bir anayasa talebidir. demokratik bir anayasa referanduma sunulmadan biz yokuz arkadaş!..
bugün balyoz davasında tutuklama kararının iptal olması durumunun açığa çıkardığı gerçekliktir. aslında hukuk devletiyiz. çünkü egemenler arasında bir hukuk var, ve bu hukuk onların halka rahat rahat baskı kurabilmeleri için kaçınılmazdır. aralarında uzlaşmışlar. birisi çıkıp 'beni halk seçti, halk benden bunu söylememi istiyor, ben de söylüyorum' dese, -osman baydemir örneğin'de olduğu gibi- direk yargılanır. çünkü o halkın dili ile konuşmaktadır. bazıları ise, cami bombalama planı hazırlasa, yakalansa -bu planı halktan kopuk bir şekilde, kendi iradeleri ile yapıyorlar, hiç bir meşrutiyeti yok.- hiçbir şekilde ceza almazlar. geçen örnekte gördük. işin aslı egemen olmaktan geçiyor. bu ülkede egemen sınıftan bir birey isen sana hukuk felan işlemez arkadaşım. zaten adaletin sahibi sensin. çünkü 'adalet mülkün temelidir'. mülk de sende olduğu içim paşa sensin. peki ya mülksüzler? onlar kıçlarının üzerinde otursun ne yapmaları isteniyorsa onu yapsınlar. habur olayında ayağa kalkan sözde vatan severler nerde? yoklar... külahıma anlatın siz vatanseverliğinizi! vatanı sevmeniz sadece krallığınızı sevmenizdir. iki üç koyunda peşinize takmışsınız, değmeyin keyfinize. akıllı olun gençler! bu devran böyle yürümez!..
türkiye'yi hali hazırda yöneten egemen sınıfın sürekli hukuku çiğnelemeri ve ısrarla suç işlemeleri durumudur. türkiye bir hukuk devleti değildir; türkiye'de ne adalet ne de hukuk vardır.
siz de biliyorsunuz, hakkında tutuklama kararı çıkan komutanlar, suç işledikleri halde ellerini kollarını sallaya sallaya geziyorlar. neden birileri bunlar dile getirmiyor? bu kadar mı acizsiniz? bir ufak çocuk eline taş aldı diye senelerce ceza vermeyi biliyorsunuz.
bugün türkiye'de trt şeş'in açılması anayasal bir güvence altına alınmamıştır. yani anayasa kürtçe'yi tanımamaktadır. devlet burada yine suç işlemektedir. yahu bir allah'ın kulu sormaz mı?
birileri eline sopayı almış önündeki sürüyü otlatıyor. koyun komşunun tarlasına girdiği zaman odunu yiyor; fakat çoban tarlada istediği gibi fink atıyor. işte türkiye'nin durumu. tabii, ben o sürüden değilim. siz kendi halinize yanın...
türkiye coğrafyasında birçok vatandaşın farkında olmadığı, acısını sadece muhatap olanların çektiği çirkefçe bir savaş yaşanmaktadır. her seferinde insanların ölmemesi için birçok kişi alanlara toplanıp barış çığılığı atıyor, ama kime? kardeşim, bu ülkenin en büyük sorunu içinde bulunduğu savaştır. dikkatimi çeken birebir bu savaşın bitmesi noktasında muhalefet olanların hiçbir şekilde savaşın herhangibir yerinde olmamasıdır. bir muhalefete bakarsın oğlu bodrumda askerlik yapar, bir muhalefete bakarsın askerler ve gerillalar savaşırken golf oynar. doğru olan bu mu? nedense her seferinde de bu vatandaşlara danışılır. ya kardeşim sen birgün oğlunu, akrabasını bu savaşta kaybetmişlerin ve samimi olarak başkalarının çocuklarının da zarar görmesini istemeyen insanların yanına gittin mi? tamam diyeceksiniz, 'asker anneleri feda olsun' diyor. öyle değil işte. bir anne çocuğunun ölmesini ister mi? istemez... bu pek samimi değildir. bu 'benimki yandı, kaç asker ölürse ölsün intikamı alınsın' mantığıdır. doğru mudur? değildir... onun için, gerçek anlamda 'insan' olanların muhatap alınıp savaşa bir son verilmesi gerekiyor...
tbmm'de kim var kim yok hepsinin değişmesini isteyen bir ülkeseverin serzenişidir.
yahu kardeşim, demokrasi var diyorlar ama ben bu tbmm'deki zatların değiştiğini bir türlü görmedim. bir bakarsın bu partiden milletvekili bir bakarsın diğer partiden. her şey değişiyor, partiler kapatılıyor bu tipler gitmiyor. yapışmışlar! türkiye'nin en büyük sorunu bu tiplerdir. bunlar değişmedikçe, demokratik bir sistem gelmedikçe, türkiye boka batmaya mahkumdur.
bu vatandaşlar, yani mhpliler geldikleri günden beri türkiye gün yüzü görmedi. ülkesinin bağımsız olmasını isteyen gençlere saldırıp ülkeyi kaosa sürükleyenler bunlar. olup olmadık yerlerde provakatörlük yapan, kontr adı altında terörizm yapanlar bunlar. ülkeye barış gelmesini isteyen insanlara cephe alan, onu da geçtim direkt olarak bir etnik kimliğe saldıran bunlar, bunlar da bunlar...
var mı kardeşim adam gibi bir icraat? provakatör yetiştirme tesisi mübarek. bunlar türkiye topraklarında rahat rahat siyaset yaptıkça türkiye gün yüzü gör(e)mez. benden söylemesi...
edit: bu yazıyı bok atmak için yazmadım. gerçekler bunlar. aksini kim inkar edebilir ki? zaten mhp artık bir dalga konusu haline gelmiş. bayrak işaretleri inci sözlük adlı sitede küfürleri süslüyor. bakmak isteyen buyursun;
şu an komunist karşıtlarının içlerinde bulunduğu durumdur. bulundukları rahatlığın asıl mimarları sınıfsal bir savaşım veren komunistlerdir. bugün ülkedeki çalışma saatleri, işçi sınıfının haklarının büyük bir çoğunluğu avrupa'dan ithal edilmiştir. bu hakları elde etmek için 1700'lerden bu yana mücadele veren devrimcilerin bize bu rahtlığı armağan ettiğini anlamamız gerekir. içinde bulunduğunuz sistem kapitalizme karşı mücadele veren devrimcilerin zafer kazanmaması için egemenlerin uyguladığı yumuşatma projesinin bir ürünüdür. avrupa'daki sosyal demokrasi bu tanıma uygun düşer.
işçi olarak çalışıp belli başlı hakları olan, düzenli bir çalışma saati olan anti-komunistler yedikleri ekmeğe ihanet etmekteler. sözlükte ve bir çok mecrada bu garip şahsiyetlerle karşılaşabilirsiniz. sizleri kapitalist canilerin dişlerinin arasından kurtarıp tabağına koyanlar komunistlerdir. ama siz hala, sizleri o tabaktan kurtarmak isteyenlere karşı bir karşı mücadele etmektesiniz. biraz kendinizi bilin!..
sözlüğe yeni girişi yapmıştım ki, bu günlerde sık sık karşılaştığım bir durumun tekrarlandığını gördüm. karşılaştığım şey, şukeladaki entrylerin siyasallaşmış olmasıydı. belki ulusözlüğün, genel olarak orta ve işçi sınıfına hitap eden, yazar kitlesini bu kesimlerden oluşturan yapısının bir etkilesi olabilir. zira bu kesimlerin siyasetle, gündemle uğraşısı biraz daha fazladır. ancak sözlükte sadece siyasal boyut yok. yani şukelalık, siyasetle alakası olmayan birçok entry mevcut. peki neden siyasal entryler daha yoğunlukta? bilmiyorum... ama size bir entry gösterebilirim. bu entry şukelaymış...
daha demin bir video izledim. video'da solcu gençlere saldıran trabzonlu'lar gösteriliyordu. kadın, yaşlı felan demiyorlar, basın açıklaması yapan duyarlı vatandaşlara saldırıyorlar. bir de onlarda sürü psikolojisi olduğundan anında galeyana geldiler. sonra düşündüm... bu trabzonlular neden bu kadar agresif. tarihten bir devlet ismi geldi aklıma: trabzon rum imparatorluğu. sonra tekrar düşündüm: tarabzon'da bir devlet kuracak kadar yoğunlukta olan bu halka-özellikle de trabzon'da- ne oldu? ee, hepsini öldürmüş olsan soykırıma imza atmış olursun. tarihte de böyle bir soykırımdan bahsedilmiyor. o zaman geriye tek bir cevap kalıyor: bugün trabzonda yaşayanların çok büyük bir bölümü 'rum'. tamam rum olsun insan olsun. ama bunlar bir garip. kayserili bir türkten bile daha çok milliyetçi ve ırkçılar. kraldan çok kralcı yani. adamlar kendilerini türk olarak kabul ediyorlar. tamam dedim, bu olsa olsa aşağılık psikolojisi olur.
müge anlı adlı şahsiyetin kast ajansından topladığı ajitatör şaklabanların oyunculuğu beceremediği açık. tımarhane gibi! biri bunlara dur desin. evet, ben de izliyorum... ama ben bunu recep ivedik izler gibi izliyorum. arkada da duran yömyeci ninelere de gülmemek elde değil. bu büyük bir prodüksiyon. böylesini bir öteki tarafta bir de atv'de görebilirsiniz. bu kadar gerizekalının bir araya toplanması imkansız. nasıl başarmışlar böyle bir şeyi? gerçekten tebrikler...
haberleri izliyorumdum, ve polisin bu provakatörlere ne zaman orantılı(!) güç kullanacağını merak ediyordum. ama kullanmadı. öyle bir görüntüyle karşılaştım ki tüylerim diken diken oldu. evet, tam polisin yanında bir genç suçsuz kişileri ve işyerlerini taşlarken, polislerin sadece sesli müdahelede bulunduğunu gördüm. hatta öyle bir sahne gördüm ki gözlerime inanamadım. bir genç tam polisin yanında taş attı. o kadar da kalabalık bir ortam değildi. elinde odun olan polis gencin ensesini kavradı ve, ''yapma oğlum yapma'' dedi. daha sonra taksim geldi aklıma. sadece slogan atan gençlere orantılı güç uygulayan polisler geldi aklıma. o coplar, o biber gazları, o tekmeler, o linçler... şaşırmamak elde değil. gerçekten, neden bu polisler bir kişiye bile cop vurmadı. o insanlar ki kamu malını açık bir şekilde tahrip ettiler. hem de polislerin gözü önünde. bir tek cop darbesi bile yoktu. doğru olan bu mudur? polis kurşunuyla öldürülenler geldi aklıma. üzüldüm... tam polisin önünde taş atıyor genç, taş! evlere saldırıyorlar! polis neden onlara da cop vurmuyorsun. cop vurulması gereken birileri varsa o da kamu malına zarar verenlerdir. demokratik bir yürüyüş olsa içim yanmaz. adamlar resmen kelle avına çıkmışlar. müdahele etsene polis! öyle kuru kuru da olmuyor. panzer grup dağıldıktan sonra yangını söndürmek için geliyor. gruba en ufak şekilde tazyikli su sıkılmıyor. ne yapmaya çalışılıyor? onlar vatansever mi? kusura bakmayın ama o taksime çıkan vatanseverlerden daha vatansever yok bu memlekette! siz düşünenleri coplayın...