eğer böyle bir plan sözkonusuysa, bunu öğrenir öğrenmez bir an önce iddianame haline getirmeyip 13 ay bekletenler uykucu, soruşturma başlar başlamaz darbe takvimini geri çekmeyip 13 ay bekleyenler salaktır.
13 aydır onu bunu topla ve 5 gün sonra darbe yapılacağını söyle...
böyle ciddi bir suçlamanın iddianamenin tamamlanması için yeterli olmadığını düşünen salakların olması ne güzel. insana kendini zeki hissettiren böyle oluşumlara da ihtiyaç var tabii.
Kamuoyunun fikirlerine saygı göstermekle kamuoyunun söylediklerini yapmak ayrı şeydir. tabii ki işini toplumun söylediklerine göre yapması beklenemez. ancak kendisi gibi düşünmeyen insanlara da "istanbul'da görüşürüz" deme hakkı yoktur.
"ama başarılı olup milyon dolarlık tanıtım yapıyor" diyenlere sözüm yok. para karşılığı yüzüne tükürülmeyi hazmedenler varsa ona birşey diyemem.
zaten bir olay, insan veya kavram türkiye'ye para, başarı veya tanıtım getiriyorsa bu duruma neden olan adamın her terbiyesizliği yapma hakkı doğuyor. çocuğunuzun, iş arkadaşınızın, eşinizin, dostunuzun böyle insanlardan oluşmasını hiç arzu ettiniz mi? ettiyseniz ne ala, o tercihe de saygı duyarım. ama emediysek ne olur sanal alemde de günlük hayattaki kendi tercihlerinize saygı duyalım.
"türk gururludur" diyoruz ama fransız, italyan veya ingiliz kamuoyuna para vererek saygısızlığa ikna etmek kolay değildir.
"onların para ve tanıtıma ihtiyacı yok" diyen dilenci edebiyatına ise sadece güler geçerim.
"salman rüşdi'nin iran halkının neredeyse tamamı tarafından linç edilmek istenmesi milli iradeye saygıdan dolayı kabul edilmeli midir" sorusunu akla getiren önerme.
samsunspor ve beşiktaş'ın fenerbahçe'yi arka arkaya 2 sezon 2'şer defadan toplam 4 defa 4-0 yendiği günlerde dillere dolanan "arkayı fenerliyelim" tarzı dolmuşçu esprileri türemişti. 86-87 ve 87-88 sezonlarıydı.
sonra beşiktaş feneri kadıköy'de beşleyince büyü bozuldu ve dolmuşçular bu espriyi bir kenara bıraktı tabii. hele fenerbahçe aydın'dan istanbul'da 6, sigma'dan deplasmanda 7 tane yiyince işin iyice boku çıktı. karanlık günlerdi ama neyse ki o günlerde sözlük geyikleri yoktu. şans işte.
olsa şöyle olurdu:
1 2 3 fener fener (bjk+gs+fener) fener bjk 9 adanademirspor
bjk'yı 6 hanesine yazdıran leeds'i de unutmadık tabii. takım yenilir yener bunda gocunacak birşey yok. asıl sorun haftada 3 dk. maç özeti izleyen milyonların hafta boyu 72 saat sidik yarışı üzerinden futbol konuştuğunu zannetmesidir.
bakanlık koltuğundan ayrılırken "3 yıl sonra programımla döneceğim" diyerek dinleyenlere anlık bir kabus yaşatmıştır. neyse ki 7 yıl oldu ama kendisinden ses seda yok.
bakanlık yaptığı dönemde bankaların patır patır batması başlangıçta "yolsuzlukların üzerine gidiliyor" izlenimi verse de sonuçta kabak yine vatandaşın başına patlamıştır.
cem yılmaz'ın bir tiplemesinin ağzından çıkan soru cümlesidir.
"ben şovumu yapar giderim ama sizin üzerinizde ne etki yapacağını bilemem. mesela yahya kemal gibi birisi istanbul'a bakıp muhteşem eserler verir, bir başkası aynı siluete bakıp "lan ittanbul sen mi buyutsun ben mi, senin ananı sitecem" diye yumruklarını sıkarak haykırır. şehir aynı şehir ama her bunye uzerindeki etkisi farklı"
kızılırmak suyunun kimyasal içeriğinde bir sorun olsa da olmasa da hakkında kişisel tazminat davalarının açılması gereken kişidir.
insanların her gün kullandıkları su ile ilgili böyle bir tasarrufu yapan kişinin hala birileri tarafından savunulması çok ilginç bir durum. zira eleştirilen şey asıl olarak suyun zararlı olup olmaması değil, halkın kobay olarak kullanılmasıdır. kişinin kendi rızası ve bilgisi olmadan yaptığınız deney hukuka ve ahlaka aykırıdır. deney sonucunun yararlı veya zararlı olması mühim değildir.
melih gökçek'in ankara'ya getirdiği boklu sular yüzünden "temizlenme" özgürlüğünü kullanamayanların dahil olduğu gruptur.
malum temizlik imandandır.
edit: aman da gökçek'in de çok zikindeydi sizin ona yalakalık edip bu yazıyı kötülemeniz. kesin akşam kapınıza bir torba kömür bırakır.
umarım gökçek önümüzdeki sene 21 gün suyunuza fare zehiri katar ve sonra "hani fare zehiri öldürüyordu. bakın denedik işte size bir bok olmuyor. afedersiniz hayvan gibisiniz" der ve sizi daha bir kendine bağlar.
mayıs 2008 itibarıyla dışişleri bakanı ve başmüzakerecidir. (önemli not: türkiye adına görev yapmaktadır)
Avrupa Parlamentosu Dış ilişkiler Komitesi üyelerine yaptigi konusmada "Türkiye'de sadece gayrimüslim azınlıklar değil, Müslüman çoğunluk da dini özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşıyor" diyerek ülkesini şikayet etmiştir.
durum sorundur değildir o da tartışılır. ancak bugüne kadar aile içi şikayetlerini bakkala manava yaparak başarıya ulaşanı gören varsa beri gelsin. yöntem içerikten bağımsız olarak rezalet ötesi.
ve varsaydığı problemi bu yolla çözmeye çalışan bir adam, bir "strateji uzmanı" olarak dışışleri bakanı koltuğunda.
gittiği her ülkede ve yaptığı her dış görüşmede babacan'ın takındığı ağlamaklı üslupla parti kapatmayı, türban sorununu, dinini bir türlü yaşayamadığını anlatması ancak bize has bir durum olsa gerek.
düşünsenize alman bir bakan türkiye'ye gelip "ya bizim orada sadece türkleri değil almanları da yakıyorlar" dese bir daha almanya'ya ayak basabilir mi dersiniz?
kendini feshettiğini söyleyen grup "çarşı" değil bir süredir kendinin "çarşı" olduğunu iddia eden gruptur.
çarşı grubunun yaşı, kendini çarşı lideri zannedenin yaşından büyüktür. tabii herşeyin internetle başladığını zannedenler için bunu anlamak zor olabilir ama "çarşı" kavramından haberdar olmamın 1978 yılına rastladığı düşünülecek olursa, daha da evveliyatı olduğu anlaşılır. kim kimin adına neyi feshediyor anlamış değilim.
okul müdürünün okulu feshetmesi kadar komik bir olay. o sadece görevinden istifa edebilir. tabii eğer gerçekten o görevdeyse.
olay eleştirilebilir veya övülebilir o ayrı. ama kesin olan birşey var, bu tişörtleri modernist değil de adidas, nike, DKNY üretmiş ve amerika'da satışa sunmuş olsa milli gurur vesilesi olur, devlet kademelerinde, özel gün ve haftalarda hüngür kıyamet satış olurdu.
biz de için için sevinir sevinç gözyaşı dökerdik.
ama yapan firma türk ise "çok ayıp!"
bunları yazarken aklıma ne geldi. bundan 6-7 ay once whoshouldliveagain diye bir olay patlak vermişti. vatandaşlık görevini yerine getirip atatürk'e oy verenlerden birisi daha sonra sitenin bir türk'e ait olduğunu öğrenince internette yaylım ateş başlatmış ve site sahibinin, google toolbar'lardan filan para kazandığını ortaya çıkararak bunun bir terbiyesizlik olduğunu iddia etmişti.
önce ben de bu saldırıyı haklı buldum.
ama sonra "niyeki?" dedim.
"siteyi yapan ve parayı götüren george olunca evrensel bir hareket, cevri olunca şerefsizlik oluyor. bu nasıl iştir" diye sordum kendime. cevabını hala bulabilmiş değilim. parayı götüren bizden olunca biraz rahatsız oluyorum galiba.
yine de satırlarımıza klasik şekilde son verelim ve gönül rahatlığıyla işimize dönelim.
oysa ne güzel olurdu "rakı şiş kebap, belly dancer, boğaz, 3 buyukler" muhabbeti yapsa.
soru şudur: "türk milli takımının şu an en formda oyuncusunun porto veya lisbon'a transferi ile ronaldo'nun türkiye'ye transferini karşılaştırabilir miyiz?"
ha tabii bu iki olayı karşılaştırmak bir eziklik göstergesidir kesin.
zaten bir insan kendini üstün görüyorsa "götü kalkmış" karşıdakini üstün görüyorsa "ezik" tir. normal olan başarı veya başarısızlığı ölçü almadan herkesin eşit olduğunu varsaymaktır.
icat yaptığını iddia edenleri ekrana çıkarmadığı sürece inandırıcılığı yüksek olan gazeteci.
popüler bilim dergisi ile ilişkisi düşünüldüğünde aslında teknolojik çalışmalar konusunda da yetkin olması gerektiği düşünülür. ancak yıllar önce hasbelkader benim de tanışmış olduğum birini (şu piri reis haritasından hareketle bilimi çözen çocuk) programına "anlaşılması gereken bir mucit" edasıyla çıkarınca açıkçası çok şaşırmıştım. saatlerce yakıtsız uçan uçak, kendi kendini şarj eden araba gibi mesnetsiz ilkokul çocuğu teorileri ekranda dillendirildi. konuğu bu kadar sığ bir programı bu kadar ciddi ve hakim bir tavırla sunan bir insanın diğer programlarındaki ciddiyetinin konuya hakimiyetten kaynaklanıp kaynaklanmadığına dair önemli şüphelerim oluştu.
oysa gecenin bir saati "hadi artık programı bitirmemiz lazım" paniği yaşamadan en ince siyasi veya stratejik ayrıntının üzerinde dakikalar harcaması önemli bir titizlik göstergesidir. bu durum hala devam ediyor ancak bir ara yaptığı teknoloji tabanlı programlar bence kariyerinin dip noktasını oluşturuyor. neyse ki bu mucitlere kol kanat germe tavrı uzun sürmedi.
kaşlar kalkık acıların çocuğu rolünü bir kenara bırakmazsa futbol onu bir kenara bırakacak. bu sezonki açıklamalarından sonra bıraktı bile belki.
kendisinin ahlak, milliyetcilik, din, vatan sevgisi, psikoloji, futbol, yonetim, adalet, ekonomi, federasyon başkanlığı vs. konularında araştırmaları mevcuttur.
fikirlerinin, şiirlerinin ve vecizelerinin yer aldığı bir de internet sayfasi mevcuttur.
Canım feda toprağına
Akan suya, yaprağına
Yetmiş milyon Mehmetçiğin
Selam durur bayrağına
YAŞAR Paşam emrindeyiz Sadakattir yeminimiz
Tek yürekte, tek bir rengiz Mehmediz biz, Mehmetçiğiz.
Selam olsun vatanıma
Suyun içtim kana kana
Kıyameti yaşatırız.
O vatana yan bakana
BÜLENT UYGUN
- Adalet adalet diye bağıran adaletsizlerin yanında durmaktansa, adaletsizce ölmeyi tercih ederim. Gerçek adaletinde kendi vicdanları olduğunu bilmeyenlerede güler geçerim..!
her zaman zeki olmayı gerektirmez. Bazen kolay yolu seçenlerin elde ettiği de olabilir. eskidendi 3 yılda doktora bitirenlere gıpta etmem.
bir de tabii şu "x yaşta profesor olma" kavramı var kafayı karıştıran. profesörlük dünyanın her yerinde geçerli olan evrensel bir unvan değildir. hatta birçok ülkede üniversiteden üniversiteye bile değişebilir. bir kadro meselesidir. evrensel olan unvan doktora unvanıdır ki onun da hangi üniversiteden alındığı büyük önem arzeder.
yumrukla, tokatla süslenen olağan liseli davranışıdır. yapılması da, maruz kalınması da ilginçtir.
zaten o çağlarda yapmaktan hoşlanılan hiçbir şeyin aslında düzgün birşey olmaması gariptir. mesela gömleğin bir yanı pantolonun dışına çıkarıp, göğsü bağrı açmak, kravatı katletmek. lise bittikten sonra bunları birkez yapan beri gelsin.
gördüğü ilginin tadının damağında kalması nedeniyle türkiye'ye tekrar gelmesi durumunda bar çıkışında magazincilerle kavga etmesi ve pascal noumalaşması, "josh holloway atilla taş'ı reklam için kullanmasın" nidalarıyla karşılanması an meselesi olan kişidir.
temdit penaltısı gibidir. tek vuruş, tek şans. vurduğunuz topun size geri dönmesi halinde yapacağınız ikinci vuruş topu bekleyenin bademciğine bile gitse hiçbir kıymeti yoktur. olan olmuş, karizma sallanmıştır.
hıncal uluç'un fikirlerinin doğruluğu veya yanlışlığı bir tartışma konusudur. ancak dile getirdiği fikirlerin kendisine ait olması saygı duyulacak bir durumdur.
başkalarından duyulan şeyi tekrarlamak bir bilgi veya zeka göstergesi olmayacağına göre uluç'un tarzı önemlidir. dediğim gibi ürettiği fikirlerin doğru-yanlış olduğu tartışması ayrı konudur ve onun da yapılması gerekir.
temel kamyonla pazaryerine dalmıştır. ifadesini alan polis sorar:
- nasıl oldu?
- frenim patladı.
- neden yolun boş tarafına değil de pazara daldın?
- yolun sağında pazaryeri tıklım tıklımdı. solda ise sadece bir kişi vardı. tercihimi yaptım ve pazaryerine dalacağıma bir adamı ezeyim dedim.
- ee?
- adam üstüne gittiğimi görünce pazaryerine daldı.
ancak abartılmaması gereken bir durumdur. bir erkeklik gösterisi değildir.
sorun şudur ki eğer çay tiryakisi iseniz ve şekersiz içmeye alışmışsanız artık kendi yaptığınız çaydan başkasını içemez hale gelirsiniz. zira bayatlamış ve kararmış bir çayın tadını bastıracak şeker artık sizin hayatınızda yoktur.