Bir gün nereli olduğumu sordular; "babam Sivereklidir" dedim...
Siverek adına şaştılar, hiç duymamışlar...
...
- "Nerdedir bu Siverek?" dediler...
"Siverek Napolinin kazasıdır" dedim...
Düşündüler bir süre, birbirlerine bakındılar...
- "Biz italyayı çok iyi biliriz... Yanlışınız olmasın... Napolinin böyle bir kazası yoktur..."
Siverek italyada olsa bileceklerdi...
Siverek Urfanın bir kazasıydı...
Urfada Türkiyede bir şehirdi...
Bizim memleketin insanları iyidir, akılları çoktur; italyayı bilirler, Fransayı bilirler...
Çinistanı, Falanistanı bilirler, lakin kendi yurtlarını bilmezler...
Dünyanın öte ucundaki ülkelerin yardımına koşmak için can atarlar...
Onlar için şiirler yazar, onlar için ağıt yakarlar...
Falanistan köylüsünün acısını anlatan kitaplar kapışılır.
Benim memleketimin insanlarına sırtları dönüktür, onları görmezler, göremezler...
sınıfsız ve niteliksiz adam. meteliksiz sayılmaz, zevk sahibi kesimin işlerini görmeye devam edecek kadar karnı doyrulur. derinliği olmayan, sığ sularda yüzen, barındığı toplumdaki kötü koşullardan rahatsızlık duymayan, tavırları asla felsefi bir zemine basmayan, üzerine düşünülmemiş, o anlık fikirler ve içgüdülerle hayatına yön veren, toplumda vasıfsız işler gören insanlar.
sevdiğim bir hocamın sıkça kullandığı ve hep 'hocam lümpen ne' diye sorusuna karşılık 'lümpen, lümpenin ne olduğunu bilmeyen insana denir' diye cevap verir.
istedikleri bu: harikulade yalanlar. buna ihtiyaçları var. insanlar ahmaktırlar. sürekli kandırılmak istiyorlar. ne hissettiğinizin önemi yok. önemli olan onlar gibi sıradan olmak. sevilmek için, egonuzu tatmin etmek için yalan söylemelisiniz.
susmak: cümlelerin ardına gizlenmek, derin düşüncelere dalmak ve mal mal bakmak üzere üçe ayrılır. ilkini yaşayanlar olarak tanımlayabileceğimiz; gerçekleri kendine dahi itiraf edemeyenlerin veya herkesten saklıları olan insanların başvurduğu bir yöntemdir ve en acı halidir susmanın... kimse böyle susmak istemez, zaten hayat da bu değil midir? "sussan da olmaz konuşsan da. "
*
susmanın ikinci hali, halk arasında 'derine dalma boğulursun' cümlesiyle süslenmiş susma biçimidir. herkesin az çok bir derdi veya düşüncesi olduğunu anladığı kişilerdir. bunlar daha susmanın ilk halini anlayamamış kişiler olarak hayattan büyük darbeler yemeye meyilli insanlardır. ilerde kendilerini düzeltebilirse eğer terfiyle geveze olarak yeni bir hayata atılabilirler.
*
susmanın üçüncü ve son hali ise derin düşüncelerin, düşüncelerinde kurtulup mutual bir yaşam sürme girişimlerinin büyük bir zaferi olarak tarihe geçmiştir. düşünme yetisini kaybetmiş insanların yaşadığı bir duygu olan bu susmanın en berbat ve huzurlu olanıdır. bu tür susmalardan sonra konuşan insanların konuştukları tek şey kendi yaşamını sürdürebilmek için gereksinimleri karşılamak üzerinedir...
derin bir ohh çektirir tabi hiç bir pişmanlık yoksa tersi durumunda, bir sıkıntı kaplatır insana 'keşke keşke' diye cümleler kurmana sebebiyet verdirir.
her iki durumda insana yaşamanın önemini hissettirir; ister "derin bir ohh" ister "keşke keşke li cümleler". daha maneviyatını kaybettirmemiştir. ne mutlu onlara ki hala hatırlayabiliyor ve duyumsayabiliyor kokusunu.
oysa hatırlamayanlar vardır onların sorunsalı bu iki durum gibi net değildir. sürekli ararlar, neyi aradığını bilmeden; eskiyi anımsatan şeyler meşgul olur. eskilere sıkışıp kalmıştır. yolunun üstü olmasa da aynı sokaktan geçer... hiç bir anlamı olmayan tabelaya baka kalırken bulur kendini. " birşeyler arıyor besbelli" ama bilmez neyi aradığını, aşağıda anlatılan karakter gibi:
"kenar kenar yürüdüm eski yeşillik olmasa da bir an hayal ettim o ağacı. durdum eskiden kalma levhayı gördüm. onu beklerken 'o' harfine bakıp nasıl bir konuşma hazırlamam gerek diye düşünürdüm. yine vardı 'o' harfi. yaklaştı biri:
-ne arıyorsun evlat. dedi.
-(güldüm) hiç. dedim.
oturduğum bir demir parçası vardı arkadan gidişini seyrederken ki oturduğum demir parçası. hemen yanında bir çukur vardı, çukur değilde bi alçaklık gibi. geçtim oraya bir ses duymak için bir zamanlar ağlarken gözyaşını bile silmeyişimi hatırlamak için ama biri yanaştı:
gölgelik arıyordum o ağacın gölgesini. ha şimdi buldum. kaldırımda oturmalarımız aklımda. ne konuşuyorduk hatırlamıyorum. dur şimdi ses tonunu unutmuşum galiba. kendi söylediğim şeyler kulağımda çınlıyor. aman allahım kimsenin sesini duymaz oldum. yine aynı adam yaklaşıyor.
-.............(birşeyler söylüyor ama duyamıyorum)
-duymuyorum. dedim.
kendime geldiğimde gizli saklı bir bahçenin arkasında buldum kendimi. ilk verdiğim bir ot parçası yine dalında duruyor. koparttım kokladım. eski tadı yok. umutsuzca yürüdüm. biri sesleniyor ardımdan.
-ne aradığını biliyor musun evlat.
-hayır... ama sanırsam eski bir kokuyu arıyorum."
Dünyada hepimiz salantılı,korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz.Tutunacak birşey olmadı mı insan yuvarlanır.Tramvaydaki tutamaklar gibi uzanır tutunurlarlar.Kimi zenginliğine tutunur;kimi müdürlüğüne;kimi işine,sanatına.Çocuklarına tutunanlar vardır.Herkes kendi tutamağının en iyi,en yüksek olduğuna inanır.Gülünçlüğünü fark etmez.
eline, yüreğine sağlık diyebileceğim bi yazı olmuş:
--spoiler--
EY TÜRK GENÇLiĞi
Birinci vazifen MEDENi olmaktır! Topraklarına barış geldiğinde satıldık çığlıkları atmak değil, buna sahip çıkmaktır!
Ama şöyle olmuş, böyle olmuş, AKP yapmış, batı bastırmış demeden, kan uykusu yerine barış uykusunu savunmaktır.
Savaşın neden çıktığını iyi bilip barışın kıymetini bilmektir.
Benim oğlum öldü seninki de ölsün dememektir.
30 yıldır şehitler ölmez vatan bölünmez diyordunuz. Alın işte vatan bölünmedi! Bölünmemesinin ne kıymeti harbiyesi var bilmiyorum ama harap Van, şenlikli Diyarbakır, kederli Siirt, yalnız Hakkari, muhteşem Mardin, güzeller güzeli Turabdin, kaderine terk içler acısı Bitlis, yolu yokuş Muş, zavallı Doğubeyazıt, karlı Ağrı, petrol manyağı Batman, doğa harikası Yüksekova, mağrur Tunceli, hiç ayak basmadığım Bingöl, çok sevdiğim Kars, dört kere dağına çıktığım Adıyaman, kurşunlandığım Çemişgezek, daimi ateş hattı Çukurca, Allah yardım etsin Şırnak, Cizre... Gördüğüm en güzel dağ Cilo... Ve Cudi ve Zagros ve Sümbül.. Ve Fırat ve Dicle...
Evet hepsi halen Türkiye Cumhuriyeti toprakları dahilinde! En fakir, en dökük, en işsiz, en bedbaht, en zavallı, en gecekondu, en yardıma muhtaç halleriyle TC sınırları içinde.
Ve ilan edildi ki kimsenin de başkaca bir niyeti yok. Al tepe tepe kullan! Git yatırımlarını orada yap mesela. Orada tatil yap. Oradan baraj gölü manzaralı TOKi al. Hatta üzüm yetiştir, şarap imal et.
Mutlu ol artık! Bölücülük mölücülük yok artık. Havlu atıldı, görmüyor musun?
Bırak artık mütemadi tatminsiz suratı ekşi Türkü oynamayı.
Bugün Kürtlerin değil asıl Türklerin bayramıdır. Hiçbir şey kaybedilmedi. Toprak dediniz duruyor. Kan dursun dediniz duruyor.
Bu bir zaferdir!
Dahası barıştan daha güzel bir zafer olabilir mi? Bundan sonraki canlar kazanıldı. Silah baronlarına verilecek paralar (SENiN VERGiN!!) kazanıldı.
Ey Türk gençliği!
Facebook dışında da bir dünya var. Bir paragrafı bile zor bela okuyup edindiğini sandığın bilgi kırıntılarınla/kirliliklerinle suratını ekşitip inanmıyorum ben böyle bir şeye... Tiyatro bu... Ay yani nasıl bu kadar gafil olabiliyorlar.. vatan hainleri bu mudur yani? demeden geleceğe bak artık.
Vatanseverlik naraları atmadan önce vatanseverlik nedir bir kez daha düşün!
Memleketin kutsal addettiğin ama ziyaret etmeyi hiç düşünmediğin topraklarını el şehidiyle korumak mudur? El çocuklarının, el kızlarını manasız bir inat uğruna ateşe atmak mıdır?
Medya kiralık, hükümet satılık, batı şeytan, oy verenler saftirik, bir akıllı, bir uyanık sensin öyle mi?
O kadar akıllıysan hakaret etmek yerine de ki şu şu şu olsun. De mesela hepsi harakiri yapsın. De mesela 20 milyon Kürdü Suriyeye yollayalım. De mesela hem silah bıraksınlar hem dövelim. De mesela çocuklarını ellerinden alalım. De mesela orayı yerle bir edelim.
Bunlar Beyaz Türklüğüne uymuyorsa o vakit makul öneriler getir. Sen ne istiyorsun? Nedir seni bu kadar tatmin etmeyen?
Bundan sonra Aynur konserinde Kürtçe şarkılar söyledi diye sahneye pet şişe atamayacağın için mi korkuyorsun?
Deprem olduğu zaman cebinden üç beş kuruş gitmesin diye, ama onlar terörist diyemeyeceğin için mi korkuyorsun? Facebookta vatan-kan-intikam zırvalarını yapamayacağın için mi korkuyorsun?
100 yıldır sırasıyla Ermeni-Yahudi-Rum-Kürt düşmanlığıyla beslendin artık besinsiz kalacaksın diye mi korkuyorsun? Günlük faşist antrenmanlarını yapamayacaksın diye mi korkuyorsun?
Açık konuş: Ezberin dağılacak diye mi korkuyorsun?
evet efenim olmayan soldur...
solculuklarından kastı atatürkçü ve deniz gezmiş simgelerini taşımak. Halkların kardeşliği deyince sadece söze bırakmak.
Almış başını gidiyor bir sıfat, yok efenim şu "kürtçü" o "kürtçü" bu "kürtçü". Kardeşim neymiş şu kürtçülük, 90 yıldır ezilmiş, sürgün edilmiş, öldürülmüş, asimile edilmiş bir halkı savunmak mi kürtçülük yok valla kardaş yanı başında ki ezilmiş halkı savunmamak başlı başına solculuga ters düşer ki bence insanlığa ve ıslamiyete de ters düşer.
Yok canım olur mu öyle şey biri birşey yapacak ve biz ona etiket yapıştırmayacaz, olacak şey değil.
Şimdi aşağıda ki yazıyı da yazmazsam olmaz değil mi?
klişelerle boğdurulmuş,tek düzeliğe indirilmiş, komediyse gülücük efekti, dram ise hep bi ağlama salya sümük, aksiyon ise en az birinin ölümü ile biten diziler, şu tarz ise bu olmalı ya da olmamalı bizi yeniliğe kapatan. ağlamak için \'şu şu\' diziyi, gülmek içinse \'şu şu\' diziyi izleyeceksin. hep bir sınır koymak.
oysa şu dizi her haliyle bir yenilik... kurdukları şu grubu seyretmek süper olacak. inşallah gelip geçici olmaz da biz de seyretmeye gideriz.
Atatürk gibi birini alıp sevip ya da sevmemeye bağlamamaktır mesele.
-atatürk'ü seviyorum.
+ee ne yarram yiyon sevince ne oluyor... Atatürk'ün çizgisinde yürümüş müsün? Gerçek manada ilke ve inkılaplarını araştırmış misin? Ya da daha ilerisi nutuk'u okumuş musun?
-yoo.. Ama atatürk'ü sevmeyen oruspuçocuğu ve nankördür rererö
+bir kere atatürk'ü araştırmış olsan bu cümleyi kurmazsın sen basbaya israfsın. Neyse düşmüyeyim seviyene.
-sen seviyon mu atatürk'ü
+senden bi bok olmaz.
insanlık ayıbıdır. halen günümüzde ne yapalım haketmiştirler diyen 'mahlukatlar' var. orda insanlar ölmüş çoluk, çocuk, kadın tek suçları ne biliyor musun? nerden bileceksin.
bugün ki yazısında erdoğanın bahsettiği başkanlık eğer böyle birşey ise bırakın kürt sorunu çözülmesin ama elbet bdp nin bildiği birşey vardır. körü körüne bel bağlamaz bunlara. çünkü başkanlık tanımları buysa şimdiden tüylerim diken diken oldu. yazı şöyle:
"Eğer Kürtler bu sefer de hayal kırıklığına uğrarsa, Türkiye öldür Allah dikiş tutmaz..."
Herkes çok umutlu ve sevinçli. Büyük Barış geliyor. BDP genel başkan yardımcısı şöyle dedi: Kürt sorunu çözülecekse, Türkiyedeki demokratikleşmenin önünü açacaksa, bu sorunlar giderildikten sonra BDP ve AKP başkanlıkta anlaşabilir. (Taraf, 25.02.2013). Şöyle izah etti: Yeni bir anayasa yapacağız, AK Parti başkanlık sistemini öneriyor ve en büyük çoğunluğa sahip parti onlar. Bizim reel durumdan sıyrılmak gibi bir lüksümüz yok.
ister huysuz kişiliğime, ister şüpheci mesleğime, ister Kürt meselesini biraz bilme ve Başbakanı biraz tanıma iddiama verin; çok huzursuzum hatta korkuyorum, çünkü Kürtlere Öcalan ve BDP aracılığıyla verileceği söylenen hakları getirecek reformlar, Erdoğanı Seçilmiş Padişah yapma şartına bağlandı. Son cümleyi açalım.
Kim kimdir, ne nedir?
Kürtler derken, bilelim: 90 yıldır kimliği inkar edilmiş, Genelkurmay bildirisinin Mart 2005te kullandığı tabirle sözde vatandaşlardan bahsediyoruz. Kurtuluş Savaşı sırasında (1921 Anayasası md. 11) ve sonrasında (1923 izmit Basın Toplantısı) verilen özerklik sözleriyle aldatılmışlar. Mevcudiyetlerinin farkına, ancak, PKK kurşun sıkmaya başlayınca varılmış. Kendi dillerinde su istemek veya türkü dinlemek cezalandırılmış. 1999da sınır dışına çekilirken fırsat bu fırsat denilerek yüzlerce mensupları öldürülmüş.
Gençleri Türkiyeli kavramından bile soğumuş. Yani, artık çok işkilli ve beklentisi çok yüksek bir halktan bahsediyoruz. Eğer Kürtler bu sefer de hayal kırıklığına uğrarsa, Türkiye öldür Allah dikiş tutmaz.
Öcalan derken, bilelim: Bebek katili sıfatıyla anılan, kendisine sayın diyenlere suç ve suçluyu övmek ve terör örgütü propagandası yapmaktan 10 ay hapis verilen, 14 yıldır tek başına bir adada tecride kapatılmış, bunun için Türkiyede bozulmamış koster bırakılmamış bir mahkumdan bahsediyoruz. Müzakere, bu koşullardaki biriyle ediliyor.
BDP derken, bilelim: Bir ay öncesine kadar değil muhatap alınmak, KCK tutuklamaları yüzünden belediye başkanı ve yönetici bulamaz hale gelmiş, Kürt meselesi yüzünden 2si AKP döneminde olmak üzere 13 partinin kapatıldığı bir ülkede, kapısına dokunulmazlık kaldırma fezlekeleri yığılmış bir siyasi partiden bahsediyoruz.
Haklar derken, bilelim: Ortada hak falan yok. Tamamen belirsiz kimi şeylerden bahsediyoruz. Bunların içinde en öne çıkarılanı, asgari insan hakları getiren Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Misakı. Onu da Türkiye, zaten 1988de imzaladı, 1991de 3723 s. kanunla onadı, 01.04.1993te yürürlüğe koydu, ama sıkı durun, bugün itibarıyla 20 yıldır tek maddesini uygulamadı. Aksine, Haziran 2010da kaymakam ve valiler, belediye meclisi kararlarını veto yetkisine kavuştu.
Başbakan Erdoğan derken, bilelim: Türkiyede artık Kürt sorunu yoktur; terör sorunu vardır (03.02.2013). Büyük yenilik: Atatürk dönemindeki eşkiyanın yerine terörist koymuş. Dolapderede DTPlilere pompalı tüfekle ateş açılınca: Eğer siz vatandaşın mağazasının camlarını indirirseniz, o da kendisini savunma yoluna gidecektir (Kasım 2008). Öcalan hakkında: Biz o sırada koalisyonda olsaydık ya idam edilirdi ya da istifa ederdik, çekilirdik (Haziran 2011). BDPlilerin dokunulmazlıkları konusunda: Biz yargıya zaten gerekeni söyledik, gereğini yapıyor; biz de parlamentoda yapacağız (Eylül 2012). Tabii, bu sonuncusu, Erdoğanın yargı bağımsızlığına nasıl baktığını gösteriyor, bir de fütursuzluğunu.
Böyle bir Erdoğan neden birdenbire BDPye yanaştı? Gerçi artık alışıyoruz, başkan olabilmek için bir süredir botoks yaptırıyor: Ruhban Okulu sözü verip ABye, bazı bakanları görevden alıp doktorlara ve öğretmenlere, doğum iznini 6 aya çıkarıp kadınlara, mahkum generalleri ziyaret edip Şanghay Beşlisi diyerek ulusalcılara şirin gözükmeye çalışıyor. Bu mu? Hayır, daha kestirme bir durum:
2011 seçimlerinin ardından Kürt meselesini artık barışçı bir çözüme kavuşturmak hedefiyle Ekim 2011de çalışmaya başlayan Anayasa Uzlaşma Komisyonunun temel ilkesi şuydu: Md. 6: Komisyon, Komisyonu oluşturan bütün siyasi partilerin mutabakatı ile karar alır. Sürecin tamamlanıp tamamlanmadığı ve nihai metnin tekemmül edip etmediği hususu dahi mutabakat ile belirlenir. (https://yenianayasa.tbmm.gov.tr/calismaesaslari.aspx ).
Dört ay geçmiş, toplam 96 madde görüşülmüş, 30unda kesin uzlaşma sağlanmış, 35 madde için parantez açılmış, vatandaşlığın tanımında bile uzlaşma gözükmüşken, Başbakan birdenbire Başkanlık önerisini patlattı. CHP ve MHP reddedince de, diktatörlük tanımının gereğini yaptı: Kendi koyduğu kuralı, Komisyonun mutabakat ilkesini, yürürlükten kaldırdı: Mart 2013 sonuna kadar uzlaşma olmazsa Meclisten geçirir, referanduma gideriz. işte o referandum için ihtiyacı var BDPye.
Seçilmiş Padişaha teslim
Bugüne kadar parya muamelesi görmüş BDP, böyle bir durumda şu inanılmaz yetkileri isteyen Erdoğana başkanlık ışığı yakıyor: TBMMyi fesih yetkisi; ülkeyi AYM tarafından iptal edilemeyecek kararnamelerle yönetme yetkisi; AYM, HSYK, Danıştay ve YÖK üyelerinin yarısını, ayrıca Yargıtay başsavcısını, büyükelçileri ve rektörleri seçme yetkisi. Zaten, yargıçların gerisini de, partisi AKP seçecek. Kuvvetler ayrılığı ilkesi mafiş.
Daha önemlisi, BDP bu inanılmaz desteği, PKK silah bıraktıktan ve yurtdışına çıkarıldıktan sonra AKPnin yapmayı düşündüğü reformlar karşılığında verecek. Oysa, bu kadar işkilli ve beklentili bir halkın temsilcileri, umulurdu ki, önce, bu insanların Türkiyeli Kürt kimliğini tanıyan özerkliği bir görsünler. Yani, çözüm planının aşamaları ters. Önce, özerklik somutlaşmalıydı. Kürtlerin tek pazarlık gücü sıfırlandıktan sonra, PKKnın (silahın) yerini alacak Kürt sivil toplumunun ve burjuvazisinin eline de, halkını ikna edecek sağlam bir özerklik verilmeden, her şey, Roboskiyi bile örtbas etmiş, Kürt sorunu terimini bile reddeden Erdoğana emanet. Çocuğun başından panzer tekeri geçiyor, elinde bomba patladı diyorlar. Onun içindir ki Cengiz Çandar ve Oral Çalışlar, Hakkari ve Diyarbakırdan alarm veriyor.
Peki, kan dökülmesi durmasın mı? Tabii ki dursun da, son bir hayal kırıklığı patlak verirse, bir süre sonra her AVMde bir kan banyosu başlayabilir.
kızarken ağlamaklı olur ya hafif gözleri dolar. Yanakları kızarır, seni parçalamak üzere olan kaplan gibi bir bakış atar bi yandan da gözlerinin içi parlar anlarsın o an seni ne kadar sevdiğini.
Velhasıl kelam böyle bakacak kız arıyorum.
yönetilmek, ne hakkı ne kerameti ne de iffeti olan yaratıklar tarafından izlenmek, soruşturmak, gözetlenmek,, yönlendirmek, yasalara uydurmak, düzene sokulmak, kapatılmak, denetlemek, yorumlamak, değerlendirmek, sansüre uğratılmak ve komuta edilmektir... yönetilmek, kişinin her hareketinde her eyleminde ve yaptığı her işlemde, mimlenmesi, kaydedilmesi, nüfus sayımına tabi tutulması, vergilendirilmesi, damgalanması, fiyatlandırılması, değerlendirilmesi, patentinin alınması, yetkilendirilmesi, müsaadeye tabi tutulması, tavsiye edilmesi, ihtar edilmesi, men edilmesi, doğru yola sokulması ve düzeltilmesi anlamına gelir.
hükümet, haraca bağlamak, terbiye etmek, fidye ödemeye mecbur bırakılmak, sömürülmek, tekelleştirmek, gasp edilmek, baskı altına alınmak, gizemleştirmek, soyulmak anlamına gelir; bütün bunlar kamu yararı ve halkın çıkarları için yapılır. daha sonra, ilk direniş belirtisi ya da şikayet sözcüğünde, kişi baskı altına alınır, para cezasına çarpıtılır, hor görülür, tedirgin edilir, takip edilir, apar topar alınıp götürülür , dövülür, boğularak idam edilir, hapse atılır, vurulur, makineli tüfekle taranır, yargılanır, hüküm giyer sürgüne gönderilir, kurban edilir, satılır, ihanete uğratılır ve üstüne üstlük bir de küçük düşürülür, alay edilir, kızdırılır, ve onuru kırılır.
hükümet işte budur! ey insanoğlu! altmış yüzyıldır böyle bir zillete nasıl katlanırsın?
an itibariyle içinde bulunduğum yer. ne idüğü belirsiz saçma sapan birşey. çok doluyum, allasen bırakın beni pöykürücem.
tamamen kantine girip çıkması gereken öğrenciler için kurulmuş yani kantin üzerine kurulmuş fakülte. ne yalan söyleyeyim bir beklentim de yok hele verdikleri kitabı görünce "aha dedim sıçtık bi s.kim öğrenilmez burda" bir kere malumunuz yadamı geçmek pek de zor değil hatta ellini kolunu sallayan geçiyor basbayağı. kendimce bir araştırma yaptım; kalan öğrenci falan yok ama hocalar sağolsun tabi selahattin hocayı tenzih ederek söylüyorum bunları, kime sorsam:
-hocam kalmak var mı ?
+ya var diyorlar ama kalan pek kimse görmedim. ama sanırsam devamsızlıktan kalmak var ama vizelerden kalırsan seneye alttan alırsın ama ben hiç kalan öğrenci de görmedim ama kalırsın kalmazsın.....
-bi s.ktir git mk.
herkes belli değil diyor. bizde öyle boş gidip boş geliyoruz daha birtane adam akıllı kafa dengi bir insana rastlayamadım o ayrı mesele.
bir saat önce fotoğraf çektirip, küçük bir sohbette bulunduğum insan. gayet samimi geldi bana. selçuk üniversitesinde tarık tufanla beraber bir söyleşide bulundu kendileri, bir iki saçmalamaları hariç gayet doğru ve mantıklı konuştu. söyleşinin ismi bir kere komplikeydi "kultür kavgası" haliyle bizim mal diye tabir ettiğim öğrenciler her soruyu bu başlık çerçevesinde sordu sanki adamlar bir saat boş boş konuştu gibi soru sırası bize geleydi bizde iki kelam ederdik ama aceleleri varmış. tabi ki büşralar, kübralar, hayrünisalar yine hayran hayran baktılar.