abuksabukprenses
145 (şirin baba)
dokuzuncu nesil yazar 5 takipçi 17.33 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    şile belediyesi

    1.
  1. Şile merkezden ötesini görmek istemeyen belediye. Alacalı sakinleri olarak yıllardır pislik içinde olan sahil için mantıklı çözümler üretmelerini bekliyoruz. Hiç olmadı bir kaç konteynır, bir kaç uyarı levhasını esirgemesinler sahilimizden. Sahil mi çöplük mü belli değil. En az yirmi yıldır hiç bir şeyin değişmediğini üzülerek söylüyorum. Ne insanlarımızın çöp atmakta sakınca görmeyenleri akıllandı. Ne de belediye görevini yaptı.
    1 ...
  2. hz isa aleyhisselam

    1.
  3. hz.isa aleyhisselâm

    (ismi) el mesih
    meryemoğlu isa
    oluşumu adem'in oluşumu gibi olan kul
    allah'tan bi-kelime
    özel kuvvelerin açığa çıktığı allah kelimesi
    “allah’ın âyeti”
    allah’ın yüzü”
    âlemler için bir mucize
    allah’ın kendisini tanımladığı esmâ'sından kendisine vasfettiği bazı mânâları açığa çıkaracağı bir kulu...
    varlığında o'na(rabbine) dair işareti taşıyan...
    “ruhullah”(“allah’ın ruhu”)
    “ruh-ül kuds”
    “kudsî ruh”-“sâri ruh”-“tek ruh”
    “rasûlullah”
    israiloğullarına gönderilen rasûl
    "tevrat'tan (musa'ya vahyolandan) önünde bulunanı (tahrif olmamış-orijinali) tasdik edici...
    saptırılarak israiloğullarına haram kılınmış bazılarının, helal olduğunu bildirmek için rablerinden bir işaretle-mucize ile gelen rasûl
    "teşbih" hakikatını insanlığa açmış zât
    “hayat sıfatının mazharı”
    “fiiller mertebesinin özünde mevcut olan hayâtiyet”
    biiznillah (onların hakikatlerini oluşturan esmâ kuvvesinin elvermesiyle) ölüleri dirilten...
    dünyada ve sonsuz gelecek sürecinde vecîh (şerefi çok yüce kul)…
    ikrama nail olmuş kul
    “mukarrebun” (allah’a kurbiyet mertebesinde yaşayan {allah’ın bazı kendine has isimlerinin mânâlarının bu yakınlık sebebiyle kendisinde açığa çıktığı} mucizelere vesile kişi)…
    sâlihlerden bir kul
    tasavvufta "kudret" sıfatının bir tezâhürü olan "allah`a yakîn" hâlinin sembolü…
    "beşikte ve kehlde (olgunluk döneminde) insanlara konuşacak olan kul…
    şuur varlık
    Қzӟne eren nefs
    “allah kulu"

    hz.meryem-> allah’ın {(kendi devirlerindeki) insanların üstüne seçip arındırdığı imran neslinden-annesinin(imran'ın karısı) daha karnında iken allah'a adadığı; onu ve neslini, taşlanmış şeytandan koruması için allah'a bıraktığı-rabbinin kendisini hoşnutlukla kabul ettiği ve nadide bir çiçek gibi yetiştirdiği, zekeriyya'nın himayesine verdiği-allah'ın, merhameti sonucu, indinden yaşam gıdası (rızık) verdiği-allah’ın kendisi için saflaştırıp (hakikatini hissettirip) seçtiği; şirk-ikilik necasetinden arındırdığı ve o çağdaki bütün kadınlardan üstün kıldığı-huşû duyarak yaşayan…(rabbine kanit)-allah indînde varlığının yoktan var olmuş yokluğunu hisseden(secde eden)-varlığında açığa çıkan rabbinin esmâsını hissederek itiraf eden(rükû edenlerle rükû eden)-allah'ın kendisinden bi-kelimeyi (kendisini tanımladığı esmâ'sından kendisine vasfettiği bazı mânâları açığa çıkaracağı bir kulunu(israiloğullarına rasûl olarak göndereceği, ismi el mesih-meryemoğlu isa olan sâlihlerden bir kul) müjdelediği-âlemler için bir mucize olarak meydana getirdiği} bir kulu...-[sıddîka (hakikati görüp şeksiz tasdik etmiş olan)-iffetini koruyan dişi]
    allah, imran neslini(kendi devirlerindeki) insanların üstüne seçip arındırdı.
    rabbi, meryem’i nadide bir çiçek gibi yetiştirdi ve zekeriyya’nın himayesine verdi…
    allah, meryem’i ve oğlu isa’yı, âlemler için bir mucize olarak meydana getirdi.
    melekler meryem’e neleri bildirdi?(allah’ın kendisini saflaştırıp (hakikatini hissettirip) seçtiğini-(şirk-ikilik necasetinden) tertemiz kıldığını-rabbine kanit olmasını-secde etmesini- rukû etmesini…)
    isa’ya hamile kalışı
    allah, meryem’e “kendisinden bi-kelime”yi(isa’yı) müjdeledi…
    hz.isa’nın yaradılışı ile ilgili işaretler ve hikmetli zikir[gayb olan geçmiş olaylara dair işaretler-hikmeti açıklanan olaylar-üzerinde düşünülüp ders alınması gereken örnekler]
    hz.isa’nın oluşu da âdem'in oluşu gibidir.
    hz.meryem’in yaşadığı şerefe nâil olmış başka yaşamlar var mıdır?
    hz.isa'nın düşünsel kişiliği(mânevi yüzü-şuursal kişiliği-içyüzü-hz.isa’nın "allah"a yönelişindeki bilinci)
    "semânın krallığı"(düşünsel boyut-enfüsî kemâlât)
    hz.isa'nın dini->islâm! (“sünnetullah”-“allah’ın mevcûdatı, varlığı yaratma sistem ve düzeni”-"allah’ın yaratmış olduğu sistem ve düzen’’)
    allah, meryemoğlu isa’ya “kitab”ı, “hikmet”i-tevrat’ı ve incil’i tâlim etti (varlığına nakşetti-programladı) ve israiloğullarına rasûl olarak gönderdi…
    isa, tevrat’ın tahrif olmamış-orijinalini tasdik etti…(israiloğullarına, allah’a kullukta olmalarının farkındalığına erip ona göre yaşamalarını bildirdi)
    insanlığa “teşbih” hakikatini açtı. sapmaları düzeltmek üzere görev aldı.
    insanları "kendi hakikat"larını yaşamaya(enfüsî kemâlâta-düşünsel boyutun özelliklerine-"semâ'nın krallığına) dâvet etti
    apaçık deliller olarak açığa çıktı…sistem ve düzenin gerçeklerini getirdi.
    allah’tan başkasına kulluğu düşünmemelerini [bazılarının bazılarını(meselâ isa’yı) allah yanı sıra ilâh-tanrı edinmemelerini bildirdi.
    hz.isa, "tenzih" ile kayıtlanan yahudilere yeni bir din(sistem) getirmemiş; "sistem'e yeni bir bakış" getirmiştir(musevîlerin yanlışlarını düzeltmiştir.)
    isa’ya verilen apaçık mucizeler(allah'ın bazı kendine has isimlerinin mânâlarının yakınlık sebebiyle kendisinde açığa çıkması)
    “ruh’ül küds” (onda açığa çıkarılan kuvve) ile desteklenmesi (teyid edilmesi)…
    “b” sırrıyla (“biiznillah”)->beşikte konuşması-ölüleri diriltmesi-(saptırılarak) haram kılınmış bazılarının helâl olduğunu bildirmesi-anadan doğma köre ve cüzamlıya (allah’ın izniyle) şifa vermesi…
    hz.isa a.s, allah’ın izniyle şifa veriyor; allah’ın izniyle ölüleri hayata çıkarıyordu…
    semâdan hakikat ve mârifete ait ilimler(mâide-zâhir anlamıyla, sofra) inzali
    "incil" [isa'ya vahyolan-hz.ibrahim'den sonra inzal olan-"müjde"-müjdelenen hakikat-müjde olan bilgi -öğüt olması için verilen, içinde hüda (hakikat ilmi) ve nûr bulunan; tevrat'tan ona ulaşmış olanı da tasdik eden, korunanlar için bir hidâyet kılavuzu-esmâ kuvveleriyle tasarruf]
    bugün mevcud olan "incil", bir hadis muadilidir( kur'ân muadili değil!)
    içinde hakikat ilmi (“hûda”) bulunan-tevrat’tan ulaşmış olanı tasdik eden-korunanlar için bir hidâyet kılavuzu mâhiyetinde olan incil, öğüt olması için verildi.
    israiloğulları, hakikati dillendirenin ortadan kalkması için gizli hileye başvurdular.allah, hz.isa’ya hakikatinin yüceliklerini yaşattı ve kâfirler arasından alarak arındırdı.(kendine ref etti)
    hz.isa, bedenden kopukluğu yaşar (kendini beden sanma hâlinden arınmıştır)
    hristiyan (nasara)
    iman edenlere sevgi bakımından en yakın olanlar-> "biz nasarayız= hristiyanlarız" diyenler[derin ilim sahibi keşişler-kendini allah'a adamış rahipler(ruhban)-kibre sapmayanlar]
    isa öğretisinden sapanlar [“göktanrı ile oğlu isa” diye bir din anlayışı getirenler-“üçtür” (baba-oğul-kutsal ruh) diyenler-"biz allah'ın oğulları ve o'nun sevdikleriyiz” diyenler-hakikati inkâr edenler-dinlerinde ölçüyü kaçırıp haddi aşanlar-zâtına vardıran fenâ yolundan sapanlar-“hakikatlarından sapanlar-ruhani kuvvelerinden, semavi yasamdan mahrum olanlar-“hak”sız yere ölçüyü kaçırıp haddi aşanlar-“denge” noktasından sapanlar-tenzih-teşbih dengesini yitirerek vahdeti yaşayamayanlar-“batın ile perdelenenler”-“dün”de kalanlar]
    meryemoğlu isa hakkında şüpheye düştükleri gerçek
    isa ve (allah'ın kızları diye vehmedilen) melekler, ikrama nail olmuş kullardır.
    subhandır "hû", çocuk sahibi olma kavramından! “üçtür” (baba-oğul-kutsal ruh) demeyin! allah, tek ulûhiyet sahibidir!
    isa (ve mukarreb melâike) allah'a kulluktan asla gocunmazlar.
    siz de allah'ın yarattığı bir "beşer"siniz.
    ruhbaniyet (allah’a erme)
    ruhban (kendini allah'a adamış rahipler)
    ruhbaniyet çalışmaları (çok büyük korku dolayısıyla sırf uhrevî-ruhanî yaşama dönük çalışma)
    israiloğullarına ruhbaniyet mükellef kılınmamıştı…(cennet nimetlerini) talep etmek için bunu kendileri başlattılar ama hakkıyla da riayet etmediler!
    allah dûnundaki ruhbanlarını (rahiplerini) rabler edindiler.
    "meryemoğlu mesih", ancak bir "rasûl"dür... annesi de, o da yemek yerlerdi.(beşerdi!)
    "îsevî hakikat”-“daire-i iseviyet” (“enfüsî seyr”-“düşünsel boyutta yaşama”-“bedensellik-birimsellik anlayışının kalkması ve “b” sırrının yaşanmaya başlanması”-“hakikat’inde hakk’ı görmek”-“nefsinin hakikatının mutlak "tek"e ait olduğunu fark ediş”)
    isevî meşreb (teşbih hâli müşahedesi ağır basan-müşahedesinde “zâhir” ismi ağırlıklı olan)
    isa aleyhisselâm “kudret” sıfatıyla zâhir olmuştur.
    "îsevi hakikat" nuzül ettiğinde "b" sırrı açılarak yaşanmaya başlanır. {varlığın yalnızca, “allah” adıyla işaret edilenin “esmâ mertebesi”nden ibaret olduğu hissedilir-deccaliyet (tanrılık vehmeden benlik) eriyip yok olup gider-“el mudil” isminin ağırlığı geriler-“velî” ismi seyri ağırlık kazanır}
    yaşam gerçeklerini örtenin yolu, "deccal'in cenneti"ne (cehenneme) varır.
    hz.isa ve kıyâmet ("bilinen o meşhur "an"-"emrullah"-kıyam edilen gün-ahiret günü’nün birimin varlığında açığa çıkış süreci-boyutsal dönüşüm-bir yapının diğer bir boyuttaki yaşam biçimine dönüşme süreci-ruh’u a’zam müsahadesi-ruh boyutu yaşamının nurâni yaşam boyutuna dönüşme süreci-uyarılma günü-teslim günü(islâm)-mânevi diriliş-ruhani diriliş-hakiki diriliş"ölüm"-fiziki ölümün akabi-"bâ’s")
    hz.isa, kıyâmet için bir “ilim”dir!
    katledilmesi
    isa katledilmedi! onu ne katlettiler ne de haç’a astılar… sadece (onlara) öyle benzetildi(asılan).
    ref edilmesi (hakikatinin yüceliklerini yaşatılması)
    isa aleyhisselâm şu anda ruhani bedeniyle berzah’ta yaşamaktadır.
    dünyaya tekrar gelecek! şam’da ortaya çıkacak…
    hz.isa niçin bir beden sahibi olarak dünya üzerinde bulunmak zorunda?
    hristiyanlar hz.isa öğretisini anlamadığı içindir ki hz.isa tekrar dönüp, yanlış anlaşılan gerçeklerin doğrusunu açıklayacaktır.
    nasıl göreceğiz?
    isa aleyhisselâm, beynin direkt olarak algıladığı dalgalar ile görülür.
    kâinatta mevcud olan tüm varlıklar "kudsî ruh"un mânâlarının birbiri tarafından görülmesidir.
    hz.isa'nın yeryüzüne gelip hz.muhammed kaynaklı ilmi almasının diyeti, "deccal"i öldürmektir
    isa aleyhisselâm "deccal"i yeryüzünden kaldıracak...
    dalga bedenini("ruh"unu) tekrar yoğunlaştırmak suretiyle aramıza dönecektir.(33 yaşın sûreti ve şekliyle)
    hz.muhammed’in(aleyhisselâmın) geleceğini müjdelemesi bizi, ilâhi sıfatlarla tahakkuk edenlerin yoluna hidâyet et...(“sırat-ı mustakıym”e)…"hakikat"larından sapanların(bâtın ile perdelenenlerin-nasaranın) yoluna değil!
    0 ...
  4. israil e destek yürüyüşünde türk şoku

    1.
  5. (bkz: http://www.milliyet.tv/ne...rk-soku-QM3FF4RopYbY.html)
    Sizler her yerde felakete sebep oluyorsunuz diyen Türk vatandaşı, "Benim kitabımda sizin sonunuzun nasıl olacağı yazıyor. Gün geldiğinde ne bir tasın ne de bir ağacın arkasına saklanabileceksiniz" diyerek grubun dağılmasını istedi.

    Ramazan ayında olduğumuzu bile bile saldırıyorsunuz diyerek gruba bağıran vatandaş, "Her Ramazan masumlara saldırıyorsunuz. O topraklar sizin değil. Silahsız insanlara karşı mı savunuyorsunuz kendinizi o insanlara silah verinde görelim savunmanızı. Yaptığınız savunma değil cinayettir." diye bağırdı. Kanlı katliama destek veren grup, tepki gösteren Türk vatandaşına hiçbir cevap veremedi.

    helal olsun.
    (bkz: http://video.haberturk.co...ruyusune-turk-soku/121896)yedek link...
    0 ...
  6. biz size her şeyi misallerle anlattık

    5.
  7. 20-) Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslananlar olarak... Onları (bilinçleri) Hur-i Iyn (her şeyi net, akı ak karayı kara gören özelliğe sahip bedenler) ile eşleştirdik. (Dişi huri kızı diye yorumlanan bu anlatımlar tümüyle diğer cennet yaşamı anlatımları gibi bir temsilî, sembolik anlatımdır. {"Meselül cennetilletiy" = CENNETiN TEMSiL (misal - benzetme) yollu anlatımı} 13.Ra'd: 35 ve 47.Muhammed: 15... {Sahih Hadis: Allâh buyurur ki; Sâlih kullarım için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir aklın kavramadığı şeyler hazırladım! Buharî, Müslim ve Tırmızî} A.H.)

    Kaynak: http://www.ahmedhulusi.or...052_tur.htm#ixzz384KXIdCm
    Follow us: @AhmedHulusi on Twitter
    1 ...
  8. muhteşem irsal

    1.
  9. RASÛL, NEBi, VELÎ hakkında
    MUHTEŞEM iRSÂL
    "Nokta", irsâl oldu âlemlere "beyin" adıyla da...

    "Beyin" aynasında seyreyledi kendini!

    "Beyin"le seyredince kendini, "Beni gören Hakk'ı görmüştür" şeklinde açık etti vechini!

    "Hakikat-i Muhammedî" irsâl olduğunda, Muhammedî hakikat zâhir oldu; Muhammed Mustafa adıyla isimlendi, dillendi, "ALLÂH Rasûlüyüm" dedi... "iman" edilmesini talep etti açıkladıklarına!

    Şuurlarında, "Lâ ilâhe..." anlayışı açığa çıkmayanlar, ya peygamber kabul ettiler O'nu ya da işitmediler kulakları olduğu hâlde!

    Göğe, ötelere, ötelerine attılar "Hakikat-i Muhammedî"yi "fesemme vechullâh"tan bîhaber; tıpkı "tanrı"ları gibi!

    Muhammed (aleyhisselâm)'ın "Hakikat"inde göremediler "Hakikat-i Muhammedî"yi gözleri olduğu hâlde!

    Ümmü Hâni'nin kapısında, "Beni gören (Basıyr ile) HAKK'ı görmüştür" şeklinde Seslenen'den perdeli oldular!..

    Bırakın "Hakikat"te, "Esmâ mertebesi"ndeki "ilmî sûret"lerin birbirini seyrinden ibaret olan âlemlerin varlığını; "tecelli", "Tecelli-i vâhid"den ibarettir. Esasen o da "seyir"den ibarettir… ilmini, ilmiyle, ilminde "seyir"! Buna da "Vahdet-i şuhud" demişler geçmişte! "Efâl âlemi hayalden ibarettir" gerçeği bir yana…

    Varlığın her zerresi olarak, "Esmâ"sıyla dilediği gibi açığa çıkmakta olanın, "ete kemiğe bürünüp" Muhammedî sûretle insanlara "iman edin Allâh Rasûlü oluşuma" (âlemlerdeki rahmet açığa çıkışına) seslenişinin anlamına bir mânâ veremediler...

    "Ne yana dönsen Vechullâh'tır karşındaki"ye basîr olamadılar da, irsâl olmuşu, "peygamber" sandılar!

    Beş duyularından öteye geçemedi akılları!

    Et gözle görüp, et kulakla duyup, et dille sesler çıkaran mahlûkat olmaktan öte bir değerlendirme yapamadılar!

    O yüzden de "peygamber"likle "bloke" oldu beyinleri!

    "Beyin" ismi ardında zâhir olanı fark edemediler kendilerinde benzer açılım olmadığı için... Bu yüzden de "iman" edemediler!.. Et kemik yaşamından öteye geçemediler! Et beyin, hücre beyin, nöron topluluğu beyin deyip, orada kaldılar!

    Bilim, tüm evreni ve yaşamı bir "hologram" olarak tespit ederken, onlar hâlâ "tüm varlık ve âlemler Allâh indînde ilmî sûretlerdir" işaretinin anlamını deşifre edemediler...

    "Gayrı" yaratıp, ötelerinde bir yerdeki "gayrına tapınarak" ömür tükettiler!

    "Allâh yanı sıra tanrı edinme" dendi, ama onlar dünyalarındaki "tanrı"larını "Allâh" ismiyle etiketleyip, "Allâh yanı sıra tanrı edindiklerini" hiç fark edemediler!

    "Kurân"ı fermanname, ciltli kanun kitabı; "Esmâ mertebesi"ni gökte bir galaksi, bir katman; "Rab"bi de merdiven veya daha çağdaş(!) anlayışla asansörle yanına çıkılan (mi'râc) tanrı sandılar!.. "RASÛL"ü de tanrı katına tırmanan uzay peygamberi!!!

    Vah benim çağdaş aydınlarım, bilim adamlarım, din adamlarım, tanrıbilimci okullarım ve hocaları!..

    "Vahiy"; birim adı arkasında açığa çıkan "Esmâ mertebesi" ilmidir!

    Arı gibi tüm varlık vahiy alır ve yaşamını o vahiy ile sürdürür!

    "Allâh Rasûlü" ise, vahye dayalı bir şekilde, hakikatlerini açıklayıcı olarak, o işlevle açığa çıkarılmış olanlara hizmet verir!

    "Ben, sizin misliniz olan beşerim" uyarısı, derûnunda, "siz de benim gibisiniz ama sizde TEK olma şuuru açığa çıkmamış" gizini barındırır!

    Yaşamı yalnızca dışsal bağlar ve bağlantılar içinde geçmekte olan, elbette kendisinden açığa çıkmayan içsel hakikati fark edemez, yaşayamaz!

    Bu yüzden de dışsal bağları ve bağlantıları kadar sıkıntı ve azaba dönük yaşar!

    Neye sahip olduğunu sanırsan san, sonunda kaybedeceksin! Ömür boyu kaybetme korkusuyla yaşayacaksın! Sonunda da elinden çıkışı dolayısıyla yanacaksın!

    insan, asla bir nebat veya hayvan değil! Toprakta bir şekle dönüşecek bedeni ötesinde, bir ruh-beyin olarak sonsuza dek ileriye dönük yaşayacak; çünkü hakikati "HAYY"dır!

    Diğer tüm isimleri (Esmâ'yı) dahi böyle değerlendir ve dahi her an yeniden varlığını oluşturan bu isimlerin ne kadar farkındalığında olduğunu sorgula; yarın iş işten geçmeden önce!

    Sadece bu katmanda, milyarlarca galaksi olarak algılananlar, gerçekte var olanın yalnızca yüzde dördü iken; hayal bile etmen mümkün olmayan âlemleri açığa çıkaran "Esmâ mertebesi"ni, duyduğun, bildiğin isimlere (Esmâ'ya) verdiğin beş duyuya dayalı ilkel ve sınırlı anlamlarla kayıt altına alma!

    Yüzde doksan altısı "karanlık madde" olan ve hakkında hiçbir bilgi olmayan bu katman (semâ) değil, daha nice katman içi katmanlar ve varlıkları ve dahi "üst madde" diye isimlendirdiğimiz katmanların varlığını alabilirse havsalan, belki kısıtlı "dünyan"daki tanrın ve peygamberinden öteye geçebilirsin bir adım!

    "Nokta" kendini seyretmek için "beyin" adı altında irsâl oldu ve o "beyin"e (kalbe-şuura) ilim, "vahiy" adıyla inzâl oldu!

    Hatta ilim, "beyin" adıyla göründü gözü olanlara!

    "RUHLARINIZ BEDENLERiNiZDiR; BEDENLERiNiZ RUHLARINIZDIR" işareti ve uyarısının ne olduğunu hiç fark edemediler…

    Tâ ki Yenileyici, Dünya üzerindeki tüm bilimlere ve teknolojiye yeni bir bakış açısı getirip, "madde"nin "Hakikati" fark edilene kadar!

    Din adamlarının, "bir madde var, bir de ruh" anlayışına dayalı tüm anlatım ve yorumları iflâs etti; göçtü!

    Müslümanların çoğunun henüz ruhlarının bile duymadığı bir gerçeği, bilim dünyasının gayrı müslim düşünürleri seslendiriyor: "Madde ve ruh diye iki ayrı şey yoktur! Tüm varlık aynı tek şeydir. Çokluk tespitleri, açığa çıkan duyu organlarının algılama farklılıklarından başka bir şey değildir!"

    "Data"; inzâl olan "ilmin hakikati"dir! "Esmâ ül Hüsnâ"; O'ndaki özelliklerin isimleridir, bizim boyut ve algılama kapsamımız kadarıyla… Biz buna "Esmâ mertebesi" tanımlamasıyla agâh olduk! Oysa O, yalnızca "DATA"dır! Sûretsiz, şekilsiz, mekânsız! "Vücud"dur!.. "iLiM"dir!

    "Beyin", seyreden oldu "Esmâ mertebesi"nde; lâkin seyreden ol kendi oldu!

    Şimdi iyice bir konsantre olup gerçekçi bir biçimde düşünün...

    Esmâ mertebesi, beynin neresinde?

    Beyin, "Esmâ mertebesi"nin neresinde?

    "Tanrı", ötende olarak kabul edip zannettiğin "ilâh"ının adıdır!

    "iman" edilesi şey ise, "Hakikat-i Muhammedî" olarak işaret edilen "Esmâ mertebesi"nin, senin hakikatin olduğudur!..

    Hakikatinin, "Hakikat-i Muhammedî", yani "Esmâ mertebesi" olduğuna "iman" etmişlere "Aminu B-illâh" sırrına ermiş olan "Mümin" denir! Bunu yaşamanın (yakînin) ise üç aşaması vardır.

    "Denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem..." ancak yüzde dördünün farkında olduğumuz "semâ"nın açığa çıkanlarının ne kadarını anlatabilir!

    "Kim dışsallıktan arınıp içselliğinde Esmâ mertebesinin sonsuz sınırsız seyriyle yaşamak istiyorsa, kendisini dışsallıktan kurtarıp içselliğini yaşatacak çalışmalarda bulunsun ve asla hakikati yanı sıra dışsalı tanrı edinmesin!" (...femen kâne yercu Lıkae Rabbihi felya'mel amelen salihan ve lâ yüşrik Bi ‘ıbadeti Rabbihi ehadâ) (18.Kehf: 110)

    Âhir zaman fitnesi olarak tanımlanan deccaliyet, insanları içselliğine dönmekten alıkoyup, dışsallıkta tüketecek olandır.

    "iman" etmen istenen "Hakikatin", içselliğinde, sen farkında olmasan da her an hüküm sürerken; dışsallık içinde yarın hiçbir anlam ve değeri olmayacak şeylere dönük yaşamanın sana kaybettireceği şeyin değerini hiç hayal bile edemezsin!

    Dışsallığına dönük olarak tüm yaşamında en değerli olarak bulduğun her şey, içselliğin yanında, içselliğinin sahip olduğu değerler yanında hiçbir şey ifade etmez! Sen bir atom bombasını bir tek sineği öldürmek için harcayan kişi gibi, yaşamına devam ediyorsun hakikatinden bîhaber olarak!

    "Hakikat-i Muhammedî", Muhammed Mustafa sûretine bürünmüş olarak irsâl olup; "iman"a davet etti insanları, kendi hakikatlerine! Bu gerçeğe "iman" edenler, "Mümin" oldu! Onların nûrundan, cehennemin ateşi sönmeye yüz tuttu! Haykırdı cehennem, "Çabuk geç ey mümin, nûrun ateşimi söndürüyor"!

    Ne mutlu, hakikatleri olan "Muhammedî Hakikat"le "irsâl olmuşluğu" yaşayan "mukarrebûn"a!.. "Veliyy" isminin işaret ettiği özellik yaşantılarında açığa çıktı!

    Onlar kimlerdir bilir misin?

    "Sevgili peygamberim"i gören göz olmaktan arınmış, "irsâl olmuş" olan "Hakikat-i Muhammedî"yi tüm haşmetiyle müşahede etmiş; bildirdiğine "iman" etmenin yaşantısıyla "velâyeti hassa" kendilerinde açığa çıkmış "kurb" ehlidir. "Peygamberlik müessesesinin asla ve kesinlikle var olmadığını ve var olamayacağını" fark edemeyenlerin, velâyeti teleskopla bile görmesi mümkün olmaz!.. Hayallerinde yarattıkları "sevgili peygamber"e hasretle bu dünyadan geçip giderler, ebeden o muhteşem irsâl olmuşu göremeyecek bir hâlde!

    Evet dostum, işte sende var olup da, açığa çıkmamış olan o hakikat, "Rasûl Allâh" yani "Allâh ilmi'nin açığa çıkış" sûreti olarak sana seslendiğinde, sen O'na hakkını vermezsen, sonucunu ebedî basîret körlüğü olarak yaşarsın! Değerlendirmek suretiyle şükreden ol; bu en değerli şeyi görmezlikten gelerek değerlendirmemekle nankör olma!

    Hitap edeni gör ve edebini takın!

    Bil ki: "iMAN BiLGiSi iMAN DEĞiLDiR!"

    "iman ettim" demek "iman edileni yaşamak" değildir!

    "iman edileni yaşamanın" getirisi yaşamında açığa çıkmıyorsa, "yanma"ların bitmemişse, bir şeylerini "kaybetme korkusu" ile yaşıyorsan, çeşitli dışsal bağlantıların sonuçları bilincinde mevcutsa, "iman ettim" demen, senin için "mekr" bile olabilir!

    Bu konuyu çok iyi düşünmen lazım... Aksi takdirde, yaptığının karşılığını, kendin, kendine vermiş olacaksın! Ebedî basîret körlüğünü, beyninden açığa çıkanın sonucu olarak yaşayacaksın! "Hesap görücü olarak nefsin (bilincin) yeter!"

    Basîretsiz, açığa çıkmış olan "peygamber"ini anıyor!

    "Salâvat" çekiyor, "peygamber"e, son derece lâubali bir şekilde!

    "Allâh yolunda öldürülenlere ölü demeyin" uyarısındaki "Allâh yolunda öldürülmeyi" de "Allâh için yola çıkmış birinin yolda öldürülmesi..." gibi anlıyor... "Öldüren Allâh'tır"dan gâfil olarak!

    "Muhyi" ve "Mumit"in anlamını hiç düşünmemiş ki derinlikli olarak... Her şeyi "madde"ye bağlayarak düşünüp kabulleniyor! "Madde ötesi" yapılarda bu isimlerin neye işaret ettiği hiç hatırına gelmemiş!

    Tanrı yukarıdan seyrediyor; yeryüzünde de birileri birilerini öldürüyor! Ne acımasız tanrı!!!

    "içselliğe dönüklüğü yaşamakta olup, bunun başkalarınca da yaşanması için hakikati seslendirenlere ölü demeyin..." işaretini fark etmiyorlar bile...

    işaret yollu anlatımların işaret ettiklerini anlamaya çalışmayıp, geçmişteki değerli zevâtın mecazlarını tekrarla avunanların elbette ki hakikati yaşamaktan yana nasipleri olmaz. Tasavvuf "dedi-kodu"suyla ömür tüketip giderler bu ilden! "Hangi müşahede edilesi realite acaba bu mecazlarla, işaretlerle anlatılmak istendi?" diye düşünmek, taklitten çıkmanın kapısıdır!

    Neyi, niye, nasıl yaptığını düşünmek ise yaşantının başlangıcıdır!

    Ölmüş peygambere salâvat çekenler dahi, çekerler ebediyen!

    En basit görgü ve nezaket kuralıdır selâm verip tokalaştığın kişinin gözüne bakmak! Politikacı tokasının insan ilişkilerinde yeri olmaz!

    Hâl böyleyken, siz, kime yöneldiğinizin farkında değilseniz; şarkı veya ilâhi okuyarak duygularınızı tatmin havasında "salâvat" çekerseniz; bunun sonuçlarını da ebediyen çekersiniz!

    "Salâvat ve Ayna Nöronlar" yazımı hatırlayın ve imkân bulursanız yeniden okuyun lütfen!

    "DUA ve ZiKiR" isimli kitabımın "Salâvat" bahsini okuyun ve orada geçmiş zevâtın Rasûlullâh'a nasıl salâvat okumuş olduğunu inceleyin!

    Salâvat okurken (anlamını düşünerek), vechinizi dönmüşseniz O'na; o muhteşem Zât, yönelişinize vâkıftır!

    Sistemde gerçekte zaman ve mekân kaydı yoktur! Boyut farkı yoktur! Bu ne demektir, bunu çok iyi düşünüp anlamaya çalışın!.. Bunu fark edebilirseniz, anlayabilirseniz, bütün düşünce dünyanız değişecektir!

    Bak dostum, günümüzdeki yaygın ve çok kalın bir "Risâlet ve Rasûlullâh" örtüsünü açıklayayım:

    Sakın, "iyi Ahlâk Derneği Başkanı Sayın Peygamber Muhammed Mustafa" bakış açısındakiler gibi, muhteşem Risâlet hakikatinden perdelenme! Bunu yaparsan Dünya yaşamındaki en büyük kötülüğü sen kendine yapmış olursun!

    O muhteşem iLiM, o muhteşem Hakikat, sana kendindeki hazineyi fark ettirmek için RASÛL olarak irsâl olmuş ve bunu sana fark ettirmek uğruna tüm yaşamını vermiştir. Kur'ân-ı Kerîm bunu fark ettirmek için nâzil olmuştur, irsâl olmuş (açığa çıkmış) RASÛL'e!

    "Mekârimi ahlâk", "Ahlâkı tamamlamak" diye Türkçeye çevrilmez! Bu çeviriyi yapmadan önce iyi düşünmek lazım: "Allâh ahlâkı ile ahlâklanın" ne demektir?

    "Mekârimi ahlâk" diye işaret edilen, "tehalleku BiAhlâkıllâh" uyarısıyla işaret edilen "Allâh ahlâkı"dır!

    Nedir "Allâh ahlâkı"? Nasıl bir şeydir "Allâh ahlâkı ile ahlâklanmak"? Bu realiteyi fark edip, düşünüp kavradın mı?..

    Allâh, insan-beşer "HUY"larıyla "HUY"lu veya kayıtlı olmaktan münezzehtir; bilmez misin?

    O zaman, insanda nasıl bir ahlâk olmasından söz ediliyor veya nasıl bir ahlâk sahibi olması isteniyor; bunu düşünen beyinlerinize havale ediyorum!

    "Din güzel ahlâktan ibarettir" şeklinde esas anlamı kaybolmuş hadisi anlamanın yolu "Allâh ahlâkıyla ahlâklanın-tehalleku BiAhlâkıllâh" hadisinin işaret ettiği sırrı kavramaktan geçer!

    Şurası kesindir ki… "DiN insanların iyi ahlâklı olması için gelmiştir" anlayışı ve amacı kesin yanlıştır! Bu anlayışın sonu, "Ben zaten iyi ahlâklıyım; öyleyse benim dine ve peygambere ihtiyacım yok" kabulüne çıkar!

    Din, insana, Risâlet hakikatinin bildirisine iman etmesi ve bunu yaşaması için gelmiştir! Bunu yaşayan insan ise doğal ve otomatik olarak iyi ahlâklı olur.

    iyi ahlâk, Risâlet hakikatine erdirmez; ama Risâlet hakikatine iman ve bunun getirisini yaşamak, insanı iyi ahlâklı yapar! Dünya üstünde sayısız iyi ahlâklı yardımsever, hayırsever insan vardır ama birçoğu "iman"ın hakikatinden ve dahi getirisinin ne olduğundan habersizdir!

    "ALLÂH AHLÂKI iLE AHLÂKLANIN" uyarısı neye işaret ediyor; bunu, "tanrılarına tapanların" anlaması hiç mümkün değildir!

    Hz. isa'nın "Sen beşer gibi düşünüyorsun, Allâh gibi değil" uyarısının anlamını, düşünemeyenler fark edemez!

    Mecazları tekrarla tatmin olanların da, sırları müşahedesi asla mümkün değildir!

    AHMED HULÛSi
    10 Ağustos 2007
    YENiLEN
    indirmek için tıklayınız
    MUHTEŞEM iRSÂL - SES MUHTEŞEM iRSÂL - EBOOK MUHTEŞEM iRSÂL - PDF
    Yazdırmak için tıklayınız

    Kaynak: http://www.ahmedhulusi.or...emirsal.htm#ixzz381OExIpi
    Follow us: @AhmedHulusi on Twitter
    0 ...
  10. müslümanlık ve terör

    1.
  11. müslümanlar terörist öyle mi?
    • birinci dünya savaşı'nı kim başlattı? müslümanlar mı?
    • ikinci dünya savaşı'nı kim başlattı? müslümanlar mı?
    • hiroşima ve nagasaki'ye nükleer bombaları kim attı? müslümanlar mı?
    • avustralya'daki yaklaşık 20 milyon aborjin'i kim öldürdü? müslümanlar mı?
    • kuzey ve güney amerika'da 150 milyon kızılderili'yi kim öldürdü? müslümanlar mı?
    • 180 milyon afrikalıyı köle yapıp, %77'sini öldüren kim? müslümanlar mı?
    • vietnam'da 5 milyon kişiyi öldüren kim? müslümanlar mı?
    • bosna'da on binlerce müslümanı bm güçlerinin gözü önünde öldüren kim? müslümanlar mı?
    • filistin'de on binleri öldüren kim? müslümanlar mı?

    • amerika petrol için ırak'ta 1 milyon can aldığında, bu terörizm olmuyor!
    • sırplar müslüman kadınlara bosna ve kosovada tecavüz ettiğinde, bu terörizm olmuyor!
    • ruslar 200 bin çeçeni bombalayarak öldürdüğünde, bu terörizm olmuyor!
    • yahudiler filistinlilerin topraklarını ellerinden alıp onları kovduklarında, bu terörizm olmuyor!
    • amerika'nın iha uçakları afganistan ve pakistan'daki aileleri öldürdüğünde, bu terörizm olmuyor!
    • israil'in 2 kayıp askeri yüzünden 10 bin lübnanlı sivili öldürdüğünde, bu terörizm olmuyor!

    görünen o ki terörizm kelimesi sadece müslümanlara layık görülen bir kelime !
    teröristin dini olmaz ! ahmed hulusi
    3 ...
  12. gazze deki kardeşlerimize dua çağrısı

    1.
  13. (bkz:@ahmedhulusi
    #gazzeicinduavakti büyük hacet duasi gazze'deki kardeşlerimiz için 41 defa okuyalım: http://t.co/qxvvj7ufew http://t.co/xpbz93ehos )şu duayı 41 kere okuyalım arkadaşlar.
    büyük hâcet duası
    "allâhumme ileyke eş'kû dâ'fe kuvvetiy ve kıllete hiyletiy ve hevâniy alennâs; yâ erhamerrahimiyn, ente rabbül müstad'âfiyn; ente erhamu biy min entekileniy ilâ aduvvin baiydin yetecehhemuniy, ev ilâ sadiykın kariybin mellektehu emriy. in lem tekûn ğadbâne aleyye, felâ ubâliy, ğayre enne âfiyeteke evse'u liy. eûzü binûri vechikelleziy eşrekat lehuz zulûmatu ve saluha aleyhi emruddünya vel âhıreti en yenzile biy ğadabüke ev yehılle aleyye sehatük; ve lekel utbâ hatta terdâ ve lâ havle velâ kuvvete illâ bike."

    anlamı:

    "allâh'ım, kuvvetimin yetersiz kaldığını, çaresiz olduğumu, halk nazarında hor hakir hâle düştüğümü görüyorsun. yâ erhamer rahımiyn, zayıf görülüp ezilenlerin rabbi sensin. kötü huylu ve kötü tavırlı yabancı düşmanın eline beni terk etmeyecek, hatta himayemi ellerine verdiğin akrabadan bir dosta bile beni bırakmayacak kadar rahıymsin. allâh'ım, bana karşı gazaplı değilsen; çektiğim eziyet ve belâlara hiç aldırış etmem... ancak şu da var ki, koruma sahan bunları da çektirmeyecek kadar geniştir. allâh'ım, gazabına maruz kalmaktan, yahut rızasızlığından, senin bütün zulmeti pırıl pırıl aydınlatan, dünya ve âhiret hâllerinin yegâne selâmete çıkartıcısı olan nûr'u vechine sığınırım... allâh'ım rızan olasıya senden affını diliyorum. havl ve kuvvet ancak seninledir."

    (bkz: http://www.ahmedhulusi.org/ …-ve-zikir-sayfa-117.htm)
    paylaşfavori
    1 ...
  14. mülhime

    1.
  15. cinler, insanları

    mülhime idrakı için firavunlaştırırlar…

    ne senin yapmadıklarının hesabı bana sorulacak... ne de, benim yediğim elmanın vebali sana!... senin yaptıkların beni ilgilendirmez; benim yaptıklarım da seni hiç ilgilendirmez!...
    sen yoluna... ben yoluma... herkes kendi yoluna!
    sana gerekli olan bilgileri yeteri kadarıyla ulaştırdım bugüne kadar!.. yararlı buluyorsan, önce onları uygula, başkalarıyla uğraşmayı bırakıp bir yana!...
    sen bu dünyada, varsa öyle bir arzun, allah’a ermek için varsın!.. başkalarının dedikodusuyla, gıybetiyle zamanını boşa harcaman sana hüsrandan başka bir şey getirmiyecektir!.
    zikrin dünyadaki en önemli ve değerli şey olduğunu açıklamak için dua ve zikir kitabını yazdım, ilmim kadarıyla... hala zikrin önemini ve değerini anlamıyorsan, sana söylenecek hiçbir şey yok!.
    zikir yapan her kişinin beyninde oluşan hassasiyet dolayısıyla cinlerle farkında olmadan veya olarak iletişim kurulabileceğini; cinlerin insanları mülhime idrakı için firavunlaştıracağını belirterek korunma dualarına mutlaka devam edilmesi zorunluluğunu yazdım... ama senin ilmin daha fazla ve benim bilmediklerimi biliyorsan; elbette ki bunlara ihtiyacın olmayabilir...
    bir anlayışı kıt diyor ki:
    “-ben sana inandım, güvendim; korunma duasına ihtiyacım yok!”
    anlıyamıyor ki, aldığın ilaç senin virüsüne şifa olur; ilaç almaksızın doktora güvenmen değil!.
    allah rasulüne güvenmiyorlarmıydı ki sahabe, onun öğrettiği dua ve ayetlere devam ediyorlardı?
    anlayışı sınırlılar...
    anlayışı kıtlar...
    nasipsizler...
    “salât”ı ikâme edemeseler dahi, “namaz”ın kılınmasının beyinde oluşturacağı nuraniyetin-enerjinin bilincinde olamazlar; ve onu terkederler!... getirirsinden ebeden mahrum kalırlar!.
    tefekkürî zikrin ne olduğunu idrak edemeseler dahi, esmâ zikrinin beynin gelişmesindeki rolünü kavrayamayan basiretsizler, üniversite okumayacağım ki aritmetiği niye öğreneyim anlayışıyla zikri terkederler!
    ilim mekrine uğramışlar, tasavvuf bilgisayarı haline gelmenin kendilerini nasıl firavunlaştırdığının farkına varamazlar “korunma” dualarına” devam etmedikleri için!...
    turistik umre seyyahatleriyle gösteriş, eğlence veya vicdan tatmini arayanlar hüsrana uğradıklarını anladıkları zaman hem kendileri hem de kulları için iş işten geçmiş olacaktır!.
    dostlarım...
    kim size...
    namazın gereksiz olduğunu söylüyorsa...
    zikrin yapılmamasını, yararsız olduğunu söylüyorsa...
    “korunma dualarına” devam etmekten sizi caydırıyorsa...
    yalan söylüyorsa...
    insanların arkasından konuşuyor; insanları birbirine çekiştirerek aralarını açıyorsa...
    gıybet yapıyorsa...
    insanlara hitabederken onları tehdit ediyorsa kendisinde bir mertebe vehmederek...
    o kişiden kesinlikle uzak durun; isterse benim soframın müdavimi olsun!... isa aleyhisselama ihanet eden de onun sofrasındaydı, bunu unutmayın!.
    benim yayınladıklarıma ters düşeni savunan bizden olamaz!..
    mukallitin muhakkikler sofrasında yeri olmayacaktır âhırette!.
    hayalindeki “tanrı” kavramından kurtulamayıp; “allah” adıyla işaret edileni kavrayamayanlar, sistemi anlayamadıkları için, insanların yaptıklarının karşılığını almayacaklarını sanırlar; ve olayı gene farkında olmadan ötedekine atarlar!.
    oysa herkes kendi yaptıklarının sonuçlarına katlanacaktır!.
    dostum...
    sana ilim geldikten sonra hâlâ ilmin dışındaki vehim ve hayalinden kaynaklanan kendi göresel doğrularına tâbi olursan, bil ki bunun vebali çok ağır olacak ve bunun faturasını ödiyemiyecek; kendine geleceği cehennem edeceksin!.
    insanlar her zaman hata yapabilir... tâbi olursanız insanlara, onların hatasını da paylaşmak zorunda kalırsınız...
    siz, bana kalırsa, yalnızca allah rasulü hazreti muhammed mustafa aleyhisselama ve o’nun getirdiği ilme tâbi olunuz; sizin gibi bir fâniye tâbi olmak yerine... kendi yolunuzu bu ilim doğrultusunda kendiniz çiziniz ve sonuçlarına da katlanınınız, kimseyi suçlamadan!
    allah hepimizi firavunlaşmış şeyhlerden korusun; hazreti muhammedin yolundan ayırmasın!. (bkz: ahmed hulusi)
    1 ...
  16. dağ gibi benlik

    1.
  17. paramparça olurdu
    "adamda dağ gibi benlik var!" sözünü duymuşunuzdur mutlaka!

    "dağ" ismiyle çok büyük ve kuvvetli benlik kavramı özdeşleştirilmiştir insanlarda!

    benlik, ego, nefsaniyet; hep aynı anlama işaret eden kelimeler...

    "ben" der, başka şey demez!.. öyle büyük dağdır ki, küçük dağları o yaratmıştır sanki! işte böyle bir bilincin tasviri, "dağ"!..

    "benlik günahı kuşatmış dağ gibi seni..." mısrası da buna işaret eder! ama buradaki anlam, biraz daha farklıdır yukarıda söz ettiğimizden! buradaki kasıt, kişinin kendi nefsine tanrılık pâyesi vermesi; ismi "allâh" olan yanı sıra nefsini var kabul etmesi anlamındadır.

    işte bu anlayışlarda olanları uyarmak isteyen çok önemli bir işaret vardır allâh rasûlü'ne vahiy olan kitap'taki haşr sûresi'nin son üç âyetinde.

    "eeee, ne var bunda! işte, kur'ân o kadar azametli kitap ki, dağa bile inse, dağ paramparça olurmuş; ama insan bunun farkında değil işte!!!" demeyin lütfen sakın!

    "eğer şu kurân'ı (bildirdiği gerçeği) bir dağın (benlik sahibi bilinç - ego - eniyet) üzerine inzâl etseydik, elbette onu allâh (ismiyle işaret edilenin) haşyetinden (muhteşem azamet karşısında benliğinin hiçliğini fark ederek) huşû ederek, çatlayıp paramparça olduğu hâlde görürdün! işte bu misalleri (sembolik anlatımları) insanlara tefekkür etsinler diye veriyoruz!" (59.haşr: 21)

    bu âyetin anlam çevirisi bize göre böyle!

    oysa bu âyetin, dağın tepesine indirilebilecek bir kurân'dan söz ettiğine inananlar çok!

    "ötemizde gökte tanrı var" yanılgısından arınamadıysan, konu böyle de... ismi, "allâh" olanı açıklayan "ihlâs sûresi"nde anlatılan anlamı doğru kabul ediyorsak, konumuz o zaman ne olur?

    dağ gibi benliği, kavrandığı takdirde paramparça edip silip atacak; insanın bilincini dehşete düşürüp şaşkın hâle getirecek o muazzam hakikat nedir acaba?

    bunu nasıl anlayabiliriz?

    bundan önceki yazılarımızı okumuş olanlar bilirler ki...

    zâtı itibarıyla mutlak gayb (bilinmez) olan "allâh"; rubûbiyet işlevi ile, varlığın tüm mertebelerinde, sıfat ve isimlerinin özelliklerini açığa çıkartarak sayısız varlıklar, türler yaratmış; hem bunları hem de fiillerini halketmiştir!

    "hâlbuki sizi de yaptıklarınızı da allâh yaratmıştır!" (37.sâffât: 96)

    "sizi" kelimesinin işareti, ehlullâh indînde, "isimlerinizi" demektir!.. müsemma ise, yalnızca o'nun sıfat ve esmâ'sının terkip şeklinde fiiller âlemindeki açığa çıkışıdır!

    her birim, yalnızca o'nunla hayy (diri) ve kayyum'dur (hayatı kaîm)! her birimden, her an açığa çıkan her oluşum, yalnızca, kendisini meydana getiren allâh isimleri bileşiminin terkip şeklinde o andaki dışa vurumudur!

    iş böyle olunca...

    bu durum gösterir ki, birime dayalı bir özellikten söz edildiğinde, gerçekte, birim ismi ardındaki esmâ'nın efâl âleminde (fiiller boyutunda) ortaya çıkışından söz edilmek istenmektedir.

    burada şunu da fark edelim ki... yaradılış noktasında başlayarak, tüm birimlerin oluşumunda, aynı mertebeler ve boyutlar mevcuttur. varlık katmanlar şeklinde tüm yaratılmışlarda mevcuttur. bunu tarif için ister dinî mecazları kullanın ister bilimsel deyimler, sonuç hep aynı gerçeği vurgular. birinde mevcut olan boyut, hepsinde aynı şekilde mevcuttur. fark, açığa çıkanların farklarıdır.

    öyle ise bu da bize şunu fark ettirir ki...

    "zerre küllün aynasıdır" işareti ile, allâh rasûlü'nün bize hibesi, sırlar sarayının anahtarı değil, maymuncuğudur! öyle bir maymuncuk ki; sadece dış kapıyı açan anahtar değil; ehli elindeyse, tüm hazine odalarının kapısını açan bir maymuncuktur!

    sonra yolumuza devam etmek üzere, bir süre burada soluk alıp, bu arada şu allâh rasûlü uyarılarını hatırlayalım...

    rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

    – allâh'ın yüzden bir eksik, 99 ismi vardır. her kim bunları ihsa ederse cennete girer...

    1. hû'vallâhulleziy lâ ilâhe illâ hû, 2. rahmân, 3. rahıym, 4. melik, 5. kuddûs, 6. selâm, 7. mu'min, 8. müheymin, 9. aziyz, 10. cebbâr, 11. mütekebbir, 12. hâlık, 13. bâri, 14. musavvir, 15. ğaffar, 16. kahhâr, 17. vehhâb, 18. rezzâk, 19. fettah, 20. aliym, 21. kabıdz, 22. bâsıt, 23. hâfıdz, 24. râfi', 25. muizz, 26. müzill, 27. semi', 28. basıyr, 29. hakem, 30. adl, 31. latiyf, 32. habiyr, 33. haliym, 34. aziym, 35. ğafûr, 36. şekûr, 37. alîy, 38. kebiyr, 39. hafiyz, 40. mukiyt, 41. hasiyb, 42. celiyl, 43. keriym, 44. rakıyb, 45. muciyb, 46. vasi', 47. hakiym, 48. vedud, 49. meciyd, 50. bâis, 51. şehiyd, 52. hakk, 53. vekiyl, 54. kaviyy, 55. metiyn, 56. veliyy, 57. hamiyd, 58. muhsıy, 59. mubdi', 60. muıyd, 61. muhyi, 62. mumit, 63. hayy, 64. kayyum, 65. vâcid, 66. mâcid, 67. vâhid'ül ehad, 68. samed, 69. kaadir, 70. muktedir, 71. mukaddim, 72. muahhir, 73. evvel, 74. âhir, 75. zâhir, 76. bâtın, 77. vâliy, 78. müteâliy, 79. berr, 80. tevvab, 81. müntekım, 82. afüvv, 83. raûf, 84. mâlik'ül mülk, 85. zül'celâli vel'ikrâm, 86. muksıt, 87. câmi', 88. ğaniyy, 89. muğniy, 90. mâni', 91. dârr, 92. nâfi', 93. nûr, 94. hâdiy, 95. bediy', 96. bakıy, 97. vâris, 98. reşiyd, 99. sabûr (celle celâluhû).

    bu uyarıda anahtar "ihsa" kelimesidir!

    bazılarının yetersiz tercümesi olan "ezberleyip tekrarlamak" diye çevrilmesine karşın; "ihsa" kelimesinin esas mânâsı, bu isimlerin işaret ettiği anlamlarını bilmek, bu anlamların kendinde ve tüm birimlerde açığa çıkışını müşahede etmektir.

    bu da sonuçta insanı, benliğinden arındırıp, "allâh ahlâkıyla ahlâklı olduğu"nu fark etmeye ulaştırır!

    bu kavrayışta da, dağ gibi benlik paramparça olur!

    bakıy allâh'tır! ezelden ebede bu böyledir! yok (fâni) yoktur; bakıy, ezelden ebede bakıy'dır!

    şimdi yukarıdaki rasûlullâh (aleyhisselâm) cümlesine dikkat!

    "...kim bunları ihsa ederse cennete girer!" deniyor. arada, "kıyametten sonra" uyarması yok! bu isimlerin anlamlarının kendinde açığa çıkış mertebesini ve açığa çıkış sistemini ve dahi bunun nihai anlamının ne demek olduğunu fark edip yaşamanın; insanı cehennemden (çeşitli nedenlerle yanmadan) çıkarıp onu cennete (huzur ve mutluluğa) erdireceğini söylüyor!

    iman eden kendine etmiştir! küfr eden kendine etmektedir!

    iman da gaybına, hakikatinedir! küfr (inkâr, gerçeği örtmek) de gaybına, hakikatinedir!

    çünkü, "hakikat" mertebesinde (boyutunda) var olan, yalnızca o'nun sıfat ve isimlerinin işaret ettiği anlamlardır!

    evet bir solukluk bu mütalaadan sonra, kaldığımız yerden düşünsel yolculuğumuza devam edelim...

    bakın allâh rasûlü muhammed mustafa (aleyhisselâm) ne diyor haşr sûresi'nin son üç âyeti hakkında:

    "her kim sabahleyin üç kere, 'eûzü billâhis semiy'ıl aliymi mineş şeytanir raciym' deyip sûre-i haşr'ın son üç âyetini okursa, allâhû teâlâ ona yetmiş bin melek (kuvve) müvekkel kılar; akşama kadar ona salâvat getirirler; eğer o gün ölürse şehîd (sahne şehiti değil, allâh için bedeninden geçmek amacıyla ölümü göze almış kişi) olarak vefat eder... onları akşam okuyan da aynı durumdadır (sabaha kadar)."

    okunması bu derece değerli ve önemli; getirisi, akılları hayrete ve haşyete düşürüp, anlamın fark edilmesi hâlinde, dağ gibi benlikleri paramparça edecek olan haşr sûresi son üç âyetinde neye işaret ediliyor acaba?..

    niçin bu kadar büyük önem verilmiş bu âyetlerin anlamına?

    bizim anladıklarımızdan, yazabileceğimiz kadarıyla:

    "'hû' allâh, tanrı yok, sadece 'hû'! gayb ve şehâdeti daimî bilendir! 'hû', er rahmân (tüm el esmâ özelliklerini mündemiç olan) er rahıym'dir (tüm el esmâ özelliklerini açığa çıkaran - o özelliklerle efâl âlemini seyrinde yaşamakta olan)."

    "'hû' allâh, tanrı yok, sadece 'hû'! melik'tir (efâl, oluşlar âleminde mutlak hükmü yürüyen), kuddûs'tür (yaratılmışlığa ve kevne ait nitelenmelerden, yaratılmış kavramlardan münezzeh), selâm'dır (yaratılmışlarda yakîn ve kurb hâlini oluşturup mâiyet sırrını açığa çıkartan), mu'min'dir (iman açığa çıkartarak hakikatini müşahedeye yönelten), müheymin'dir (gözetip himaye eden, muhteşem azametini seyirde yaratılmışlığı kaldıran), aziyz'dir (karşı konulması imkânsız olarak dilediğini yapan), cebbâr'dır (iradesini zorunlu kabul ettiren), mütekebbir'dir (mutlak yegâne kibriyâ {eniyeti} olan)! allâh, onların ortak koştukları tanrı kavramlarından subhan'dır!"

    "o allâh, hâlık (mutlak yaratan - esmâ özelliklerini fiile dönüştüren), bâri (her yarattığını, zaman ve özellik olarak tüme uyumlu tafsile getiren), musavvir (sonsuz mânâ sûretlerini açığa çıkaran); esmâ ül hüsnâ o'na aittir! semâlarda ne var ve arzda ne varsa allâh'ı tespih (ortaya koydukları işlevle esmâ özelliklerini açığa çıkararak kulluk etmeleri) içindir; 'hû' aziyz'dir, hakiym'dir." (59.haşr: 22-24)

    bizim bazı müşahedelerimize göre...

    aslında bir kitap yazılası anlamlar gizli bu âyetlerin derinliklerinde...

    ne çare ki, burada sadece bir gerçeğe, o'nun tek'liği açısına dikkatleri yönlendirmek amacıyla bu kadarıyla değindik.

    selâm olsun bu yazılanların ötesini tefekkür edebilecek beyinlere...

    evet...

    o!..

    her birimin ve zerrenin hakikati; özündeki rabbi, meliki, ilâhı (ulûhiyet mertebesinin özelliklerinin, yani sıfat ve esmâ mertebesinin olduğu boyut) olan, o!

    gerçekte, vehmî (var sandığın) benliğinin ardındaki gerçek, o!

    tanıyamaman yüzünden cehennem yangınlarını şimdiden yaşadığın; o!

    bilgisizliğin yüzünden hayalinde yarattığın tanrıya tapınarak şirke düştüğün; bundan dolayı da mahrum kalıp hüsrana uğrayacağın; oysa özündeki, o!

    gökte ararken, sırrında, gizli derûnunda ve daha da içerinde erebileceğin, o!

    algılamakta olduğun her şeyin hakikatinde olan, o!

    fark ettiğinde, benlik dağını paramparça edip, "yok"luğunu, aslında hiç "var" olmamışlığını hissettirecek, o!

    insan "ismi anılan bir şey değilken, yok iken", kendi özellikleriyle varlığa çıkartıp; sonra tekrar "yok"luğumu fark ettirip; sonra tekrar bu gerçeği bilmiş olarak yaşatırken; bunun hakkını verememenin cehennemini ebediyen yaşatacak olan, o!

    sana, "ben" kelimesi ile işaret ettiğin varlık dağını paramparça edecek sırra işaret ettiği hâlde; farkındalığı da açığa çıkarmayan; bunun âmâlığı ile dünyanı değiştirtecek olan, o!

    gel dostum; yarın her şeyinle terk edeceğin bu dünyanın, ölümle uyandığında senin için hiçbir anlam taşımayacak işleriyle kafanı bu kadar yorma!

    sonsuzlukta süregidecek yaşamın için bir şeyler yap artık!

    sana, hakikatinin ne olduğunu ve özelliklerini bildirmek için inzâl olmuş (gökten inmiş(!) değil), sırlar kitabı yüce kurân'ı anlamak için biraz zaman ayır kendine!..

    allâh rasûlü sana ne getirmiş, niye getirmiş bunu sorgula!

    sonradan pişmanlık asla sana yarar sağlamayacak; elinden kaçırdığın devlet kuşunu bir daha kesinlikle yakalayamayacaksın!

    sana, sensiz, "sen"dekini anlatan bu muhteşem kitap'taki bilgileri ve onu sana ileten allâh rasûlü ve son nebi muhammed mustafa (aleyhisselâm)'ı değerlendiremezsen, bil ki sonun sükûtuhayal ve hüsran olacaktır!

    zira ölünce (boyut değiştirince) göreceksin ki...

    var sandığın "tanrı" meğer hiç var olmamış!

    ahmed hulûsi
    16 eylül 2005
    raleigh – nc, usa
    insan ve din
    indirmek için tıklayınız
    paramparça olurdu - ses paramparça olurdu - ebook paramparça olurdu - pdf
    yazdırmak için tıklayınız

    kaynak: http://www.ahmedhulusi.org/ …parca.htm#ixzz36dtsmqml
    follow us: @ahmedhulusi on twitter
    paylaşfavori1
    0 ...
  18. beynindeki hologram dünyan

    1.
  19. beynindeki hologram dünyan
    ister inan ister inanma... ister kavra ister kavrama! işte mutlak bilimsel gerçek!

    hayal dünyanda yaşıyorsun!

    görüyorum dediğin; algıladığın her şey, beyninin içinde oluşan bir (3d değil) çoklu d holografik dünyan!

    beyne gelen beş duyuya dayalı veya beş duyu ötesi tüm elektromanyetik dalgalar, bu organ tarafından veritabanına göre değerlendirilerek, beyninin içindeki holografik çok boyutlu görüntü hâlinde dünyanı (kozanı-cocoon) oluşturuyor! yani dış dünyada değil, beyninin içinde oluşan hayal dünyanda yaşıyorsun, kim olursan ol!

    algıladığın ve hüküm verdiğin her şey, algıladığının sûreti kadarının yani bir enstantanesinin, dünyanda oluşan simgesi!

    herkes kendi dünyasında yaşamakta ve yaşayacak sonsuza dek! dünyan ne kadar gerçek geliyorsa sana, cennetin veya cehennemin de o kadar gerçek olarak sonsuza dek yaşanacaktır!

    herkesin, dünyasındaki her şeyi; veritabanını oluşturan değerlerine göre yerleştirdiği şeyler... sevindiren, mutluluk veren ya da üzen yakan her şey, veritabanını oluşturan değerlerin yüzünden meydana gelmekte!

    şimdi yenilenme zamanı işte!..

    kuantum potansiyelin; kozmik elektromanyetik açılımın; ve de beyin adıyla bilinen dalga dönüştürücünün ürettiği çok boyutlu holografik dünyaların varlığını keşfetme süreci! bu yazıda artık bunları da açıklamaya çalışalım; ki kuantum kafe, kuantum healing, kuantum pasta, kuantum esmâ saçmalıklarına belki son verebilelim, hiç olmazsa anlayabilenler indînde!

    ama önce şunu iyi bilelim...

    allâh rasûlü hz. muhammed (aleyhisselâm)'ın, kur'ân-ı kerîm'in ve tüm hakikat ehli zevâtın geçmişin şartları içinde misal yollu, işaret yollu, mecaz yollu anlatımlarının, bugünün bilimsel bulguları eşliğinde yeniden değerlendirilip, verilmek istenen mesajın yepyeni anlamının sıfırdan kurgulanması zamanı!..

    yeryüzünde açığa çıkmış en muhteşem beyin allâh rasûlü muhammed mustafa (aleyhisselâm)'ın bütün bildirdikleri kesin gerçeklerdir. anlayabilirsen... veritabanın yeterli ise...

    kur'ân-ı kerîm mutlak gerçekleri dillendirmiştir, "oku"masını öğrendiysen!

    hz. âli'den yakın tarihlere kadar yaşamış tüm hakikat ehli, müşahede ettikleri gerçekleri çeşitli misal veya işaretlerle anlatırken hep aynı sistemi "ikra-oku"yarak anlatmaya çalışmışlardır.

    konuya bir misal ile girelim; her şeyi misallerle anlattık vurgusu çok yapıldığı için geçmişte kutsal bilgi kaynağımızda...

    bugün televizyonundan dlna ile veya blu-ray player üzerinden youtube'a bağlanıp avustralya'dan yüklenen veriyi-görüntüleri anında seyreden; türkiye'den japonya veya amerika'yla anında görüntülü görüşen sizi, alıp ışınlasalar, bin sene önceki elektrik nedir hayal edemeyen bir topluma... şu an yaşadıklarınızı, kullandıklarınızı nasıl anlatırdınız onlara? anlatmak için kullanacağınız örnekler, onlara ne kadarıyla olayın gerçeğini yansıtırdı?

    verdiğiniz misallerden yola çıkarak, olayın ne ve nasıl olduğunu ne kadar kavrayabilirlerdi?

    işte dünküler, beynin bugün farkında olmadığımız özellikleri aracılığıyla, bugün henüz fark edemediğimiz ya da ucundan kıyısından farkındalığını yaşadığımız sistemin gerçeklerini mecazla, misalle, işaret yollu anlatmaya çalışmışlardır. ne var ki, o kapasiteye sahip olmayanlar misallere, mecazlara, anlayışlarına göre hayalî oluşumlar giydirerek, konunun özünden bambaşka yollara sapmışlardır.

    öyle ise bugün yapılacak ilk iş...

    din ayrı şeydir, bilim ayrı şeydir safsatasını bir yana koyup...

    bilimsel gerçekliklere dayalı bir şekilde din-sistem anlayışını yeni baştan kurgulamaktır!..

    çünkü, bilimselliğin çalışma alanı olarak deşifre edilmeye çalışılan sistem, yapı; gerçekte din kapsamındaki kişiler tarafından bir şekilde "oku"narak, misaller veya mecazlarla anlatılmaya çalışılmış yapının ta kendisidir!

    hz. muhammed (aleyhisselâm) veya hakikat ehli zevât tarafından işaret yollu bildirilen realite, gerçekte günümüz biliminin çözmeye çalıştığı alandan farklı bir şey değildir! bu yüzdendir ki "din" denince hayalî kurgular üretmek yerine; algılayabildiğimiz gerçekliklerin ne şekilde mecaz ve misallerle anlatılmış olduğunu çözme noktasında olmalıyız.

    bunu yapmazsak ne olur?

    bilimsellikten ve "din"in gerçeğinden ayrı düşmüş çağdaş fikir akımları ve kabuller etkisi altında "din" kapsamında vurgulanan evrensel gerçekleri değerlendirmemiş olduğumuz için sonsuza dek yanarız!

    tanrı kavramına dayalı din anlayışınızdan, "allâh" adıyla işaret edilene dayalı "din" anlayışına geçip, tüm olayı en baştan buna göre kurgulamazsanız, tüm hayal ettiklerinizin bir balon gibi patladığını gördüğünüz günde asla geri dönüşünüz olmayacaktır!..

    öncelikle, tek şansınız, hz. muhammed (aleyhisselâm)'ın "allâh" adıyla neyi anlatmaya çalıştığını fark etmenizdir!.. o ötenizde, gökte oturan bir tanrıdan asla söz etmiyor! ötedeki bir tanrıya yönelmenden söz etmiyor!

    o, ötesindeki bir tanrının postacı-elçisi, "prophet", "messenger" değil! bunlar çağdışı ilkel tanımlamalar! o, allâh rasûlü!

    eğer din konusunu anlamak istiyorsanız öncelikle konuya, dışa, öteye, uzaya bakan bakış açısıyla değil, beyninizin derinliklerine yönelerek, derûnunuza yönelerek, varlığın içselliğine yönelerek hakikatinizi araştırmak zorundasınız!

    ya da çölden gelen cahil kadın gibi "tanrı tek ona inanıyorum" deyip parmağınızla yukarıya işaret edeceksiniz!

    neyse konuyu fazla yaymadan özetlemeye çalışayım... öncelikle de şunu belirteyim ki, burada yazacaklarımın detaylı bilgilerini internette youtube'da bilim adamlarının ağzından ingilizce olarak dinleyebilir, ya da http://www.okyanusum.com'dan bir kısmını türkçe izleyebilirsiniz.

    kuantum potansiyel... evren içre evrenlerin bir hayal, bir tasarım alanı olarak mevcut olduğu her türlü şekil, sınır, mekân gibi kavramların söz konusu olmadığı; varlığında sonsuz anlam yaratan... tasavvuftaki tanımlamasıyla "esmâ mertebesi"! bu potansiyeldeki sayısız sonsuz özelliklere, çeşitli "allâh isimleri" ile işaret edilmiş. burada lokalize isim müsemmaları mevcut değil. "aliym" ismiyle işaret edilen özellik dolayısıyla, bu potansiyel kendini ve potansiyelini bilir ve sonsuz potansiyelini "seyr" eder. işte tasavvufta "ilmiyle ilmini ilminde seyreder" denilen boyut budur. fâtiha sûresi'ndeki "el hamdu lillâhi rabbil'âlemiyn, er rahmân-ir rahıym" âyetlerinin bir işareti de bu husustur. "vahdet-i şuhud" bu potansiyele işaret eder.

    her şey bu boyutta olup bitmiştir!

    bu boyutun açılımından, tecellisinden, açığa çıkmasından vs. söz edilmez; edilemez!

    kozmik elektromanyetik açılım boyutu... kuantum potansiyelin ilminde, ilmiyle yaratılmıştır! ikinci hayal âlemidir!.. âlemlerin aslıdır!.. varlığı vehim nûrundan oluşur! dalga okyanusudur! algılanan ve algılanamayan her yapı veya özellik bu boyutta dalga boylarından oluşmuştur. türüne göre oluşmuş beyinler, bu dalga boyu yapının bileşimsel -konvertörler- dönüştürücüleridir. "mâliki yevmid diyn" âyeti buraya işaret eder. "vahdet-i vücud" anlatımı bu plana aittir.

    beyinler... tüm varlıkta, dalga dönüştürücüsü olarak var olmuş dönüştürücülerdir. birimlerin çok boyutlu holografik dünyaları bu dönüştürücüler tarafından oluşmakta; her birim kendi holografik dünyasında yaşamaktadır; dışsallıkta yaşadığını sanarak! "iyyake na'budu ve iyyake nesta'iyn"den itibaren bu oluşumu açıklar.

    ruh... mânâlar toplumu demektir. "sen bu işin ruhunu anlamamışsın" cümlesindeki mânâsı itibarıyla! aynı zamanda hayatiyete işaret eder. her birim canlıdır, varlığı hayatiyetidir; hayatiyeti de ilmidir! hayat ve ilim ayrılmaz iki vasıftır! ilim açığa çıkış kapasitesine göre şuur veya bilinç adlarını da alır. hayat sahibi olan canlının, varlığının ihtiva ettiği anlam "ruhu"dur! bu mânâ itibarıyla, kozmik elektromanyetik açılım boyutu, ruh-u â'zâm diye tanımlanmıştır. akl-ı evvel'dir; hakikat-i muhammedî'dir. unutmayalım ki bu isimler obje değil, bir özelliğe işarettir!

    "allâh" adıyla işaret edilen... indînde bir "nokta"dır kuantum potansiyel!.. ilmimize göre, sayısız "nokta"lardan bir nokta! zâtî ilminde var olan "nokta"lardan bir nokta; "esmâ" âlemlerinden bir âlem! zâtıyla esmâ'sını bilen; esmâ'sında kudretini seyreden! isimleriyle işaret edilen özelliklerden yaratılmış ruhların her birinde bir özelliğini açığa çıkaran, çıkardığı özelliklerle seyreden! "ben"likleri yaratıp, her bende "ben" diyen!.. ve dahi tüm algılayan ve algılananlardan berî olan! tek diyebileceğimiz bu konuda: "allâhu ekber"! (bu konuda daha detaylı bilgi 11. bölümdeki "ekberiyet" isimli yazıda.)

    bu kısa toparlama ve özetten sonra şimdi gelelim "dünyalarımıza" ve beyin konusuna...

    şu an için fark etmemiz ve kavramamız gereken en önemli konu, beynimizin nasıl çok boyutlu hologram dünyamızı oluşturduğu hususudur. biz dış dünyada bilfiil yaşadığımızı sanırken, nasıl oluyor da gerçekte kendi hayal dünyamızda, kozamızda yaşıyoruz? hayal içinde hayal içinde hayal; olarak tanımlanan çok boyutlu holografik dünyamızın hâli hazır şartları nasıl oluşuyor ve gelecekte ne olacak? dışsallıkla bağlantı noktası neresi dünyamızın!..

    herkes kendi dünyasının efendisi! kralı veya kraliçesi... başkaları o dünyada yalnızca figüran, yardımcı aktör veya aktris! herkes, çevresindekilerden kendisine yansıyan kadarına göre ona bir rol biçerek dünyasının içine alıyor ve dünyasında onunla eğleniyor veya ağlıyor!

    beyin, bir dalga dönüştürücüsü demiştik... dışarıdan beş duyu ya da ötesi kanallardan kendisine ulaşan sayısız dalgalardaki ruhu (mânâyı-anlamı) mevcut veritabanındaki bilgilere göre değerlendirerek ona bir hüküm veriyor ve onu hayal ediyor! tıpkı tv'ye gelen dalgaları dönüştürücünün açıp-dönüştürüp, ekranda görüntülenen sûret hâline getirmesi gibi!.. böylece tâ en küçük yaşlardan başlayarak, dış dünyada bilfiil yaşadığımızı sanarak, beynimizin içinde çok boyutlu holografik dünyamızda yerimizi alıyoruz!

    biraz daha açalım oluşumu...

    bilimsel olarak kesinlikle tespit olmuştur ki... görüyorum, duyuyorum, tutuyorum dediğiniz her şey, gerçekte, çeşitli şekillerde beyin adını verdiğimiz dalga çözücüye ulaşan çeşitli frekanstaki dalgaların, veritabanındaki önceki verilerin değerlendirilmelerine göre çözülüp; beyin içindeki hayal dünyayı oluşturan görüntü diye ya da duyma diye ya da dokunma diye tanımlanan dalga boylarına dönüştürülmesi (convert edilmesi) sonucu, bilincin içinde yaşadığı çok boyutlu hologram yapı olarak oluşmasıdır!..

    kısacası, tümüyle size özel dünyanızda yaşamaktasınız, doğduğunuzdan bu yana ve ölümsüz olarak sonsuz gelecekte!

    beyninize, görüyorum dediğiniz kişi veya nesnelerden yansıyanlar ise, asla bizâtihi o kişi veya nesne olmayıp; yalnızca o anki enstantanesidir; tıpkı ardı ardına çekilen fotoğraf kareleri gibi! bu enstantaneleri beyniniz önceki veri kayıtlarına göre değerlendirmektedir!

    yani, siz gerçekte, beyninizin içinde yaşamaktasınız ve hayatınız o enstantanelerin oluşturduğu albümler arasında dolaşarak geçmekte! beden vefat edince de beş duyu aracılığıyla dışarıdan gelen enstantaneler tümüyle kesileceği için; bütün yaşamınız beyninizin oluşturduğu o kozanızın-dünyanızın içindeki albümler arasında geçecektir, tıpkı rüya olayında olduğu gibi! daha sonra da içinde bulunduğunuz boyutun canlılarından alacağı sinyallere göre, gene dünyasında, veritabanına göre değerlendirmelerle yaşamını sürdürecektir!

    beyin genelde kendisine en güçlü yansıyan enstantaneleri ana veri gibi kabul ederek, onları bir türlü "cache"e -ara belleğe- alır, yöneldiğinde hemen hatırlamak için. bilgisayarınız internette bir yazıyı veya bir sayfayı nasıl "cache"ine alır ve o "cache"i temizlemediğiniz takdirde, eskiden alınmış ara bellekteki bilgiyi önünüze getirirse...

    işte benzeri şekilde beyin de, mesela bir kişiyi düşündüğünüzde, ona dair en güçlü yerleşik enstantaneleri düşünce alanına getirir. böylece o kişiyle karşı karşıya olduğunuzda, hiç farkında olmadan o kişi hakkında, üç veya beş veya 20 yıl önceki kayda girmiş enstantanelerdeki hüküm veya yorumunuza dair bakışla değerlendirme yaparsınız. bu da kilitlenmenin bir başka türüdür.

    bu konuda allâh rasûlü bir uyarı da yapmıştır...

    "bir kişiyi bir sene hiç görmemişseniz, bir yıl sonra gördüğünüz kişi, sizin bir yıl önceki gördüğünüz kişi değildir."

    bu sebepledir ki, kişiler hakkında geçmişe dönük kilitlenmelerden kurtulup, "cache"i yani hızlı bilgi getirme belleğini sık sık temizleyip; yaşanılan andaki enstantanelere göre yeni objektif değerlendirmeler yapmak gerekir.

    burada şunu da hatırlatalım... göze göre et olarak görülen bildiğimiz beyin, orijini itibarıyla, nöron altı yapısıyla sanki bir frekans yumağı şeklinde bir yapıdır ki, henüz günümüz bilimi, olayı bu boyutta değerlendirme yetisinden mahrumdur. işte bu hâli itibarıyla da "ruh" adıyla anılır. aslı "nûr" diye tanımlanır. "nûr", ilimdir! data'dır! çünkü aynı zamanda bir anlam paketidir bu yapı, ve ölümsüzdür. ebedî yaşar! bu yüzdendir ki, "ölüm tadılır" denilmiştir; ölüp yok olunmaz!

    karşınızdaki kişi de aynı şekilde kendi kozasında (cocoon) veya başka bir deyişimizle çok boyutlu holografik dünyasında yaşamaktadır. onun dünyasından, bedenselliğine yansıyan anlık enstantaneler size yansıdığında ise, bu beyin dediğimiz dönüştürücünüzde, eskilerin "hayal" adını verdiği çok boyutlu hologram olarak dünyanızda yerini almaktadır, değer yargılarınıza göre!

    her insan dünyaya yalnız gelir, yalnız yaşar ve yalnız gider sözünün dayandığı realite de budur!

    hz. muhammed (aleyhisselâm)'ın "dünyanızdan..." belirlemesinde bahsettiği şey de budur ki; anlamı, "sizin değer yargılarınıza göre oluşmuş dünyalarınız içindekilerden..." demektir müşahedemize göre.

    kimimizin evi -çok boyutlu holografik dünyası- kozası, saraydır; kimimizin ki çöplük ev! hani şu gazetelerde gördüğünüz çöplük evler türü... adam çıkar, kendi değer yargısına göre en değerli bulduğu çöpleri, atıkları toplayıp evine doldurur da; nihayet pis kokulardan zabıta gelip evi temizlemek zorunda kalır ya... bazılarının da çöplük evi bile yoktur; onlar "homeless", halk diliyle "evsiz", beyinsizdir!

    dünyanız, sonsuza dek, içinde yalnızca sizin yaşayacağınız bir dünyadır! içine yerleştirdiğiniz nesneler, değerler ve kişi enstantaneleriyle oluşan o hayal dünyanız, ya cennetiniz olmaktadır-olacaktır ya da cehenneminiz!

    her an dışsallıktan beyninize ulaşan dalgalar, daha önceden evinize yerleştirmiş olduğunuz ya çerden-çöpten fikirlerin değerlerine göre değerlendirilecektir ya da evrensel (sünnetullâh) değerlere göre değerlendirilip ona göre yeni eviniz inşa olacaktır.

    sonsuza dek; dünya-berzah, mahşer, cehennem ve cennet aşamalarında hep dünyanızda-kozanızda olarak yaşamaya devam edeceksiniz aldığınız enstantanelere göre değerlendirmelerinizle.

    vefat ile beden yaşamı sona erdikten sonra yani bildiğimiz beyin ortadan kalktıktan sonra dahi, mevcut beynin back-up'ı hükmündeki dalga yapılı beyninizle bu anlattığım şekilde devam edeceksiniz.

    kur'ân-ı kerîm ve hadislerde anlatılan tüm aşamalar haktır, doğrudur yaşanacaktır; bu anlattığım esaslara göre... "kur'ân-ı kerîm çözümü" isimli çalışmamızı bu anlayışla okuyabilirseniz, bugüne kadar okuduklarınızdan bambaşka bir anlatım ile karşılaşacaksınız ha keza!

    âyet veya hadislerdeki derinliği düşünemeyenlere göre süregiden, "insanın kuyruk kemiğinden bedeni yeniden oluşacak ve bu et-kemik bedenle yaşamına devam edecektir" anlayışı eski, çağdışı bir anlayıştır. misalî anlatımı değerlendirememekten kaynaklanmaktadır. "güneş, dünya'ya 1 mil mesafeye gelecektir" hadisindeki mucizevî bilgi, günümüzün "güneş büyüyüp dünya'yı buhar edecektir" bilgisiyle tümüyle örtüşmektedir. bu durumda dünya ortada kalmayacaktır ki, toprak kalsın, içinde kuyruk kemiği kalsın! bu ifade, insanın ölüp yok olmayacağına, yaşamına devam edeceğine misal olması için kullanılmıştır.

    keza, yahudi bilginlerinin sorusuna cevap mahiyetinde olan âyeti de derinliksiz müslümanlar kendi üzerlerine almışlar; "ruh hakkında az bir ilim verilmiştir size" diyen hitap, soruyu soran yahudi âlimlerine olduğu hâlde; "bunu hiçbir müslüman bilemez" diye değerlendirmişlerdir. gazâli bu konuda özetle şöyle diyor olayın anlattığım gelişimini açıkladıktan sonra... "ruh'un hakikati ve mahiyeti bilinir. bunu bilmeyen velî olmaz zaten!"

    senin ruhun, bizâtihi varlığındır! dünyandır!

    "ruhlarınız bedenlerinizdir; bedenleriniz ruhlarınız" hadisini düşünün.

    sen, şu an dünyandan ibaretsin!

    ne var ki...

    bildiğin bu dünyan, bilincin ötesinde; "halife" diye tanımlanmış olan derûnî bir yanın da var! oysa, kozmik elektromanyetik açılım boyutuna açılan bu kapından habersizsin!

    dünyana aldıklarını, o derûnî yanına (esmâ mertebesi özelliklerine) açılan kapıyı açıp, arkasından aldıklarınla oluşturursan, işte o zaman dünyan cennet olur ve yolun sonu allâh'a erer!

    "arınıp saflaşan, gerçekten kurtulmuştur!" (kad efleha men tezekkâ) (87.a'lâ: 14) âyeti, dünyanı arındırmaktan söz etmektedir.

    kozan olan hayal dünyan, genlerinden gelen ve çocukluğundan beri oluşan şartlanmalarının getirisi olan değer yargılarıyla dolmuştur. veritabanın tamamıyla şartlanmalarına dayalı değer yargılarıyla oluştuğu içindir ki, yaşamına da bunlara göre yön verirsin.

    kısacası yaşamın, dünyan, tümüyle dışsallık üzerine kurgulanır!

    asla farkında değilsindir, dışarıda değil kendi kozan olan dünyanda geçtiğini bütün ömrünün!

    her gece, algılamakta olduğun tüm kişi ve nesne enstantanelerinden uzaklaşıp, dünyanın görüntüleriyle yaşadığın hâlde; "dünyanda-kozanda yaşam" deneyimini tattığın hâlde, bunun anlamını ve işaretini hiç düşünmezsin!.. uyku adını verdiğin kozanda dünyanı yaşama sürecinde, ne yanındaki eşin kalır, ne bitişik odadaki çocuğun, ne de diğer yakınların!

    bedenin vefat edip ölümü tattığında (bedensiz yaşama geçtiğinde de) tüm bedenselliğinin dışsallığındaki enstantane kişilikler ve nesneler geride kalır, sen dünyandaki değerlere göre, o boyutta karşılaştığın olayları değerlendirerek sonsuz yolculuğuna devam edersin.

    koza-dünyan yaşamını fark etmeyip, dışsallığı gerçek sananlara, bu gerçeği geçmişte bilimsel yollarla anlatma imkânı olmadığı içindir ki; "din-sistem" iman esasına dayalı olarak, mecaz ve işaretlerle, misallerle anlatılmıştır hakikat ehli olan rasûller, nebiler, velîler tarafından.

    amaç, kişinin şartlanmalarındaki değerlere göre oluşmuş, dışsallığın enstantaneleriyle bezenmiş çerden-çöpten evini arıtarak, orayı sultana yakışır saray hâline dönüştürmektir.

    sultan, allâh adıyla işaret edilenin, isimlerle işaret edilen özellikleriyle yaşayandır! "halife"dir!

    kozasını delebilen, kozmik elektromanyetik açılım boyutunun, dalga okyanusunun nimetleriyle yaşar "veliyy" olarak... dünyası da cennet olur...

    hadis: "cennet yaşamında herkese bir dünya verilecektir ki en küçüğü bu dünyanın 10 misli... ve orada dilediğin senindir, denilecektir"... yani herkes dünyasının efendisi olacaktır.

    dünyası çöplük ev olarak kalanlar, ya da "homeless"-"evsiz"ler de, beynini değerlendirememenin sonucunu yaşayacaklardır sonsuza dek yanarak!

    esasen beyin konusunda yazılacak daha çok şey var... bugün yazılanların bir kısmını 1966 yılında yazılmış "tecelliyât" kitabında; bir kısmını 1978 yılında "evrensel sırlar"da (basımı 1990) okumuştuk. günümüz biliminin ulaştığı gelişmeler ise konuya son noktayı koydu, bu yazıda açıkladığımız alanda. http://www.okyanusum.com adresinde videolar bölümünde beyinle ilgili son bilimsel açıklamaları izleyebilirsiniz. umarım allâh nasip etmiştir de bu konuda daha ileri düzeyde bilgileri ve konunun çeşitli bağlantı noktalarını; akla takılacak çeşitli soruların cevaplarını yazarım, ömrüm elverirse.

    şu kesin gerçektir ki, evini yenilemeyenler, tüm değerli sandıkları nesnelerinin ve enstantane yakınlarının bir değer ifade etmediği süreçte, büyük hüsran yaşayacaklardır!

    ya aklını kullan ilmi değerlendir; ya da allâh rasûlü muhammed mustafa (aleyhisselâm)'a teslim ol, dediklerini yaparak evini arındır! başka yol yok kurtuluşun için.

    kaynak: http://www.ahmedhulusi.org/ …unyan.htm#ixzz36ejrs8vz
    follow us: @ahmedhulusi on twitter
    0 ...
  20. korunma duası

    1.
  21. KORUNMA DUÂSI:

    RABBi iNNi MESSENiYEŞŞEYTANU BiNUSBiN VE AZAB; RABBi EUZU BiKE MiN HEMEZATiŞŞEYATiYNi VE EUZU BiKE RABBi EN YAHDURUN. VE HiFZAN MiN KÜLLi ŞEYTANiN MARiD. (Sad: 41 / Mü’minuna: 97-98 Saffat: 7)



    türkçe anlamı:

    41- Kulumuz Eyyub'u da hatırla. Hani o: "Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azap dokundurdu" diye Rabbine seslenmişti.

    97- Ve de ki: "Rabbim, şeytanın kışkırtmalarından Sana sığınırım."

    98- "Ve onların benim yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım Rabbim."

    7- Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk;


    Bu duâ kişinin beyninde cinleri son derece sıkan ve hatta yakan dalgalar yayınlanmasına vesile olur… Böylece de o kişiye musallat olan CiNLER o kişiden uzaklaşmak zorunda kalırlar…

    içlerinde sebepsiz sıkıntı duyanlar; “BÜYܔ yapıldığından şüphelenenler, cinni yoldan başkalarının kendisini etkilediğini düşünenler bu duâya olayın şiddetine göre sabahları ve geceleri 41 ile 150’şer defa arasında bir sayıyla okumaya devam ederlerse büyük fayda görürler… Çünkü bilebildiğimiz kadarıyla CiNLERE KARŞI TEK SiLAH bu duânın yaymış olduğu beyin dalgalarıdır…

    Şayet CiNLi olduğundan şüphelendiğiniz bir kişi yanında veya birkaç arkadaşınızla bu duâyı içinizdn bir süre okursanız, sonuçlarını görürsünüz…

    Bu konuda sıkıntıda olan kişinin yanında birkaç kişi toplanıp da her biri 300’er defa bu duâyı okursa ve arka arkaya üç gün devam edilirse büyük fayda elde edilir… Ayrıca bu dua etme sırasında ortada bulunacak bir suyun beyin dalgalarından içilmesi de yararlı olur.
    0 ...
  22. dua ve kader

    1.
  23. (bkz: http://www.pressturk.com/...-hulusi-dua-ve-kader.html)
    DUA söz konusu olduğu zaman, hemen pek çoğumuz yanlış bilgiyle şartlanmak yüzünden, "Aman canım kaderde ne varsa o olacak, DUA'ya ne gerek var!" deyiveririz.
    Oysa, bu tamamıyla yanlış bir görüştür!

    Kader konusunda gerçek bilgileri, Kur'ân-ı Kerîm âyetlerine ve tamamıyla Hz. Rasûlullâh (s.a.v.)'in buyruklarına dayanan biçimde "iNSAN ve SIRLARI" isimli kitabın kader konusuyla ilgili bölümünde okurlarımıza açıkladık. KADER kesindir ve hiç kimse bunun dışına asla çıkamaz. Nitekim, Hz.Rasûlullâh (s.a.v.) açıklamalarında, bunu en dar anlayışlıların dahi fark edebileceği bir biçimde vurguluyor. Ne yazık ki, bu gerçeği yansıtan hadîs-î şerîfi, hadis kitapları hariç, hiçbir kitapta bulamıyorsunuz. Yazamıyorlar!.. Ama gerçek, yazılmasa da, söylenmese de gerçektir. Hele Rasûlullâh (s.a.v.) tarafından da en yalın bir biçimde açıklanmışsa!..

    Burada çok önemli olan husus şudur: KADER'in tekniği!..

    KADER-DUA ilişkisini izaha girmeden önce, bu konudaki Rasûlullâh'ın birkaç buyruğunu nakletmeye çalışalım size...

    "KADER"i ancak DUA değiştirir. Ömrü ise ancak iyilik uzatır. Şüphesiz ki, kişi işlemiş olduğu günah sebebiyle rızıktan mahrum edilir."

    "KAZA'yı ancak DUA geri çevirir... Ömrü ise iyilik uzatır."

    "Tedbirin kadere faydası olmaz; DUA'nın ise gelmiş ve gelmemiş musîbetlere faydası vardır; şüphesiz ki belâ iner, DUA onu karşılar ve kıyamete kadar çarpışırlar."

    Evet, bir yandan, kaderin değişmeyeceği belirtiliyor; diğer yandan DUA'nın kaderi, kazayı geri çevireceği açıklanıyor. Bu iki hususu nasıl birleştirip, nasıl bir sonuç elde edeceğiz?

    Bilelim ki...

    insanların kaderi takdir edilmiştir; her şey gibi... Ne var ki, DUA faktörü de bu KADER sistemi içinde yer alan bir faktördür; DUA ederseniz, kaderdeki olayı geri çevirebilirsiniz, kazayı reddedebilirsiniz; ancak bu DUA'yı yapmak, gene kaderinizin elvermesiyle mümkün... Yani, kaderiniz müsaitse DUAedebilirsiniz ve böylece de o gelecek olan olayı geri çevirebilirsiniz.

    Kaderinizde kolaylaştırılmışsa DUA etmek, size o belâ veya musîbet gelmeden önce DUA edersiniz ve o olayın zararından korunmuş olursunuz.

    Dolayısıyladır ki, tedbirle takdiri değiştiremezsiniz; fakat, takdirde varsa tedbir alır ve böylece de kazayı geri çevirmiş olursunuz.

    Bu hususta Halife Ömer (r.a.), bize bir uygulamasıyla son derece önemli bir uyarıda bulunmuştu... Orduyla Şam'a giden Halife Ömer (r.a.) şehre yaklaştığı zaman, veba salgını olduğunu haber alınca orduya geri dönülmesi talimatını verir. Bu durum üzerine, kader kavramını anlayamayan ve işin şeklinde kalanlar şaşırırlar ve sorarlar:

    - Allâh'ın kaderinden mi kaçıyorsun yâ Ömer?..

    Kaderin tekniğini anlamış olan Hz. Ömer (r.a.)'ın cevabı hepimize bir derstir:

    - Allâh'ın kazasından Allâh'ın kaderine kaçıyorum!..

    işte yukarıda anlatılan cevap, bu kader konusunun "püf noktası"dır.

    Kader mutlak ve kesindir!..

    insan ise, kendisinden meydana gelenlerin neticesini görecektir!..

    "...iNSAN iÇiN YANLIZCA ÇALIŞMALARININ (kendisinden açığa çıkanların) SONUCU OLUŞACAKTIR!" (53.Necm: 39) âyetini hatırlayalım...

    işte bu sebepledir ki, siz ne yapabiliyorsanız, elinizden ne geliyorsa onu yapmak zorundasınız... DUA edebiliyorsanız, hemen ediniz! Bir çalışma yapma imkânına sahipseniz, hemen yapınız! Korunmak için elinizden gelen bir şey varsa, hemen tatbik ediniz.

    Biliniz ki; yapabildiğiniz, kaderinizin müsaade ettiğidir ve yaptığınızın sonucunu da mutlaka görürsünüz.

    Bu yüzden denilmiştir; "DUA kazayı reddeder", diye... Yani, o kazanın reddi sizin duanıza bağlıdır!.. O musîbetin size isâbet etmemesi, sizin o hususta dua etmenize bağlıdır. Dolayısıyla, dua edersiniz ve o kaza veya hoşlanmadığınız olay size isâbet etmez; ya da umduğunuz, olmasını istediğiniz olay o duanız vesilesiyle gerçekleşir.

    Hz. Rasûlullâh (s.a.v.) "KEŞKE" demeyi şeytan ameli olarak nitelemiştir. Bunun mânâsını çok düşünmek ve bu hususu iyi anlamak mecburiyetindeyiz... Niçin, "KEŞKE" demek yasaklanmıştır?..

    Bilelim ki DUA, kader sistemi içinde yer alan çok önemli bir unsurdur...

    DUA edebiliyorsanız, edebildiğiniz kadar DUA ediniz; hepsinin de faydasını, dünya hayatında anlayamayacağınız kadar fazlasıyla göreceksiniz. Zira, Allâh, kulunda ortaya çıkartacağı pek çok özelliği DUA şartına bağlamış; takdir ettiği pek çok şeye DUA'yı vesile kılmıştır. Bu yüzdendir ki, "DUA müminin silahı" olmuştur.

    DUA, takdirin tüm güzelliklerinin size ulaşmasına vesile olan en değerli nimettir. Onu elden geldiğince çok ve güçlü olarak kullanan, en büyük nimetlere kavuşacak olandır.

    Kaderi anlamayan cahil ise, DUA'yı terk eder; tüm mahrumiyet ve çileler de onu bekler!..

    Konuyu Rasûlullâh AleyhisSelâm'ın şu açıklamasıyla bağlayalım:

    "içinizden her kime DUA KAPISI AÇILMIŞ ise, muhakkak ona rahmet kapıları açılmıştır ve Allâh'tan, kendisinden âfiyet istenilmesinden daha sevimli bir şey istenmemiştir."

    "DUA, inen belâya ve inmeyen belâya karşı faydalıdır. Ey Allâh'ın kulları, DUAYA SIMSIKI SARILINIZ!.."

    AHMED HULÛSi
    3 ...
  24. srk

    1.
  25. yunusun evlatları şimdi yunus olma zamanı

    1.
  26. şimdi daha çok düşünmeli, çok daha sağ duyulu olmalı... düşüncelerimizi ifade ederken en zarif kelimeleri seçmeli, sanal alemin gücünü en doğru şekilde kullanmalıyız. bin kere düşünüp bir kere hareket etme zamanıdır. bu vatan bizim arkadaşlar. çok basit, dahiyane bir kuraldır. kendimize yapılmasını istemediğimizi başkasına yapmayacağız...
    gelin tanış olalım, işin kolayın tutalım
    sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz
    yunus sözün anlar isen, mani'sini dinler isen
    sana iyi dirlik gerek, bunda kimseler kalmaz
    0 ...
  27. a gentleman s dignity

    1.
  28. romantik komedi. eğlenceli, keyifli bir kore dizisi. fikir sahibi olmak isteyenler için.

    başrol olan kız dışında bir kusuru yok.
    1 ...
  29. vivah

    1.
  30. ailelerin vesile olduğu, yaygın söylemiyle görücü usulü bir evliliği anlatan naif bir film, hoş bir duygu bırakıyor insanın içinde. Her hint filmi gibi başlangıç da ki on beş yirmi dakika sıkıcı belki daha fazla sıkıcıdır.
    http://www.bollywoodfanat...%C4%B0zle?highlight=vivah
    0 ...
  31. kalaşnikof iflas etti

    1.
  32. Dünyada en çok kullanılan AK-47 Kalaşnikof'un üreticisi resmen iflas etti.
    http://www.radikal.com.tr...388&CategoryID=80null
    0 ...
  33. osmanlı hanedanının topraklarından sürülmesi

    1.
  34. TARiHiN EN BÜYÜK VARLIK TRANSFERLERiNDEN
    Osmanlı hanedanının yurtdışına gönderilmesi, tarihin en büyük varlık transferlerinden birine sahne olmuştu aynı zamanda. Kendilerine sadece 10 gün süre tanınan hanedan üye ve mensupları, ellerinde ne var ne yok satmışlar veya birilerine devretmişler, sonra da Çatalca'dan trene bindirilip gönderilmişlerdi bilinmeyen şafaklara. Sürgün bitecek gibi değildi. Çünkü çıkan kanunda vatanlarından 'ebediyen' uzaklaştırıldıkları yazılıydı.

    10 GÜN SÜRE VERiLDi
    Varlık Vergisi'yle azınlıklardan ne kadar malın başka ellere geçtiği öteden beri konuşulur da, kendilerine 10 gün içinde ellerinde ne varsa satmaları, aksi halde el konulacağı söylenen Osmanlı hanedanının elinden bu kısa sürede ne kadar paha biçilmez malın kimlerin ellerine geçtiği üzerinde nedense hiç durulmaz.

    Son saray kadınları ve sultanlar 1924 Mart'ında Sirkeci'de trene binip sürgüne giderken yakınlarıyla vedalaşıyor (Tarih Dünyası, 1950). devamı için:http://www.dipnot.tv/2743...EN-MALLARi-KiM-KAPTi.aspx
    1 ...
  35. medyanın devleştirdikleri

    1.
  36. medya sanal bir dev aynasıdır. vezir de eder rezil de. ve evet bazılarını öyle büyütür ve destanlaştırır ki kendide inanır... medya kazanı tehlikeli bir gayya kuyusudur. öyle bir sistemdir ki içindekileri amipleştirip yok etmekten çekinmez.
    ve insanlar kendi kurdukların sistemlerin kurbanı olmaktan asla kurtulamamışlardır.
    0 ...
  37. şoşartmak

    1.
  38. erkeklerin sürekli espiri kastığı gerçeği

    1.
  39. evde, okulda, işte, çarşıda, pazarda ve tv ekranlarında göze çarpan komik hakikattir. en korkuncu ünlü olmuşların zorlamasıdır.
    0 ...
  40. örümcek ağına takılan yılan

    1.
  41. italya köyündeki türkün aziz hatırası

    1.
  42. italya’nın Manzori Dağları’nın eteğindeki tek Türk köyü olan Moena (diğer adıyla La Turchia)’da köylüler, hiç Türkçe bilmedikleri halde 323 yıldır Türk gibi yaşıyor, düğünlerde başlık parası alıyor.**
    http://www.milliyet.com.t...ir-turk-gibi-yasiyorlar/1
    0 ...
  43. onu yalan makinesine bağlasak 24 saat öter

    1.
  44. pakistanlı kadınlar

    7.
  45. bir kısmı çilekeş kadınlardır, diğer bir kısmını bilemem, ama biri beni beğenir de kezzap atar korkusu yaşıyor olabilirler.(bkz: http://www.radikal.com.tr...ticleID=894996&PAGE=1)
    0 ...
  46. © 2025 uludağ sözlük