"izmir'den adam çıkmaz derler. rakı,balık,midye,boyoz,kumru,güzel kızlar,demokrasi,özgürlük... şimdi söyleyin bana adam olan neden çıksın ki izmir'den?"
karmaşık bir durumdur. bankada 1 milyon doları olan biriyle fabrikada asgari ücretle çalışan birinin bu lafı söylerken gerçekten kastetmek istedikleri şeyler farklıdır aslında; ya da ölümcül bir hastalığa yakalanmış bir insanla sağlıklı bir insanın bu lafı söylerken kastettikleri gerçek anlam da farklıdır. insanın statüsüne, yaşam koşullarına, yaşına, sağlık durumuna kısaca birçok kıstasa göre gerçek anlamı farklıdır bu lafın. kimisi küçük şeylerle mutlu olmak zorunda olduğu için kendini buna inandırmıştır ve hayatla başa çıkabilmenin gerçekten güzel bir yoludur; kimisi belli bir olgunluğa gelmiş, hayatı anlamış ve elindeki imkanlarla yaşamın tadını çıkarmanın yollarını öğrendiği için küçük şeylerle de mutlu olabilmeyi bilmiştir ve en güzel olanı budur; kimisi de her şeye sahip olmanın verdiği tatminkarsızlıktan bu yola başvurmuştur. bir şeye inanmak ve inanmak zorunda olmak farklı şeylerdir, kişi kabul etmek istese de, istemese de.
aslında işin teorik kısmı için hiç de gerekli değildir ışığın kapalı olması. ne de olsa nesnenin gideceği yer belli, yerçekimi yüzünden. ama yine de hijyen kısmına geçilince bir miktar ışık iyidir her zaman. o yüzden bunu yapmamalı küfür yememeliyiz.
(bkz: ben varım)
bazen susmak en uzun konuşma olabiliyor.
mesela bişeyle suçlanıyorsunuz..
o zaman konuşmazsanız muhtemelen "la bu masum la, baksana bişey bildiği yok" yorumu yapılır sizin için..
yada biri size sizi sevdiğini söölüyo
konuşmazsanız, "bu galiba beni sevmiyo" diye düşünülebilir hakkınızda..
gördüğünüz üzree, konuşulacak yerde susmanın, negatif ve pozitif olmak üzre iki adet korelasyonsel örneği varmıışş..
olabiliyormuş ööle şeyler *
katılan öğrencilerin çoğunun dravdan gözyaşı döktüğü, rol yaptığı yarışmalar.
bu sabah milliyet'te gördüm bolu'da yapılanının fotoğraflarını.. bir genç üstündeki elbisesini yırtacak gibi oluyor, sonra ağlıyor. ufacık çocuklar savaşa gidermiş gibi bağırıyor..
ciddiyetinden, samimiyetinden şüphe ediyorum katılanların ve düzenleyenlerin.
çocuğum olsa kesinlikle sokmam ben bu yarışmaya. birincisi, sevgiyi öyle şiddetle ağlayarak ifade etmeyi öğrenmesini istemem. ikincisi ağlayarak bir şeyler elde edebileceğini düşünmesini istemem. üçüncüsü, daha küçücük yaşında başarısızlıkla sonuçlanabilecek bir yarışın içine sürüklenmesini istemem. oysa katılan her çocuğa şöyle birbirine denk olacak ufak çapta hediyeler verilse, amacın sadece kurtuluş savaşını anlatan istiklal marşımızın anlamını içselleştirmek olduğu vurgulansa. o çocukların psikolojileri düzgün kalsa. istanbul'a da yaz gelse...
mutluluk bir tür uyuşturucudur; bedenimizin, bedensel ihtiyaçlarımızı karşıladığımızda bize sunduğu ödüldür, maddi tanrının vaadi, nefsin şarabıdır. bundandır ki kimi insanlar kendilerine göre sebeplerle mutlu olmaktan korkabilirler.
insanlar mutlu olmaktan korkarlar çünkü mutluluk maddeye hizmet ettiğinizi, maddenin kölesi olduğunuz, onu aşamadığınızı, ruhani, erdemli yönünüzü ortaya çıkaramadığınızı gösterir. mutlu insan madde bağımlısı insandır.
bazı insanlar mutlu olmak istemezler çünkü mutluluk insanı uyuşturur; yaratıcılığına, ihtirasına, hırsına sekte vurur. ancak yeterince uzun süre mutsuz olanlar bir şeye tutkuyla bağlanıp onda en iyi olabilirler. mutlu insan uyuşmuştur ve güçsüzdür.
televizyon kumandaları da şiddete olumlu cevap veren elektronik cihazlar kategorisinde yer alır. kumandanın modeli, yılı veya teknolojik seviyesi hiç önemli değildir, düğmesine basıldığında kanalı değiştirmeyen her alet için aynı prosedür uygulanır. öncellikle "pili bitmiş" bunun denerek lise 1 fiziğinden kalma bilgi kırıntılarıyla kumanda kıvılcım yaratma amacıyla farklı objelere sürülür. mevsim kışsa, bu yünlü bir kazak ya da battaniye olabilir, yünlü kumaşa ulaşılamayacak bir durumda ise son çare kumandayı saçlara sürtmektir. alet hızlı hızlı kafa derisine sürtülerek kıvılcım yaratılmaya çalışılır ve düğmeye basma işlemine tekrar edilir. eğer istenilen kanal değişimi olmuşsa rahat bir nefes alınır. ancak kumandada hala hareket yoksa b planina geçilir. burda amaç, son çare olarak görülen televizyonun yanına yürüyüp kanalı değiştirme aksiyonundan elden geldikçe kaçmaktır. dolayısıyla kumandaya kanalı değiştirecek son bir enerji verilmeye çalışılır, büyük bir ihtimalle de bu, kumandayı sert objelere (bkz: masa) (bkz: koltuğun kenarı) vurmakla gerçekleşir. sanki o vurmayla pilin dibinde kalan son enerji damlacığı da ortaya çıkarılıyormuş zannedilir; kişinin içine tüpün dibinde kalmış diş macununu sıkıp bitirircesine bir mutluluk dolar. en sonunda nefesler tutularak vurmak suretiyle yeniden canlandılılan kumanda tekrar ekrana doğrultulur... ve sonuç olumludur! her nasılsa kumanda şiddete cevap vermiş ve kanalı son bir kez değiştirmeyi kabul etmiştir. sevinçten gerinerek dizi seyretmeye devam edilir...
- geçen gün noldu bak. ben yolda gidiyodum bik bik felan filan
- hı hı
- sonra işte karşıma x çıktı. bıdı bıdı
- hmm sanki
- bana böyle dedi. ben de ona şöyle dedim
- (kafa sallama hareketi)
- sonra ben de dedim ki. lan? bi dakka. sen beni dinlemiyo musun?
- çok ilginç
- son olarak da yarrak var yer misin?
- tabi tabi
aslında sanılanın aksine, harf devrimi 1928 yılında yapılmış olmasına rağmen aşamalı bir geçiş söz konusu olmuştur. evet, devletin resmi alfabesi latin haflerine dönüşürülmüştür ama, resmi yazışmalarda uzun süre arap alfabesi kullanılmıştır...
hatta latin harfleri ile basılan ilk paramiz bile 1937 yılına aittir... yani tam 9 yıl sonra. kapiş?
nasıl özlenmez ki çocukluk...yılların tazelediği bu denli yoğun bir özleme nasıl karşı konulabilir, keşkelerin aynı çatı altında toplandığı çocukluk nasıl özlenmez ki...
uzun vadeli sıkıntılar yerine çok daha kısa vadeli sıkıntıların egemen olabildiği, akıp giden hayatın gösterdiği her türlü acıya karşın, yapılan bir yaramazlık sonucu popoya indirilen terliğin sebep olduğu acı ile sınırlanmış bir hayata duyulan özlem, hayatın her döneminde geçmişe duyulan özlemden çok daha farklı, her fırsatta başını kaldıran çok daha amansız bir özlemdir.
orjinden uzaklaştıkça yüzleşilen zalimliklere, bencilliklere, günahlara karşın perdeyle pencere arasında kalmış bir sineği ,perdeyi cinayet aracı yapıp, pencerenin köşesine sıkıştırarak öldürme zalimliğini, misafir çocukları gelmeden en kıymetli oyuncakları akla hayale gelmeyen köşelere saklama bencilliğini, üst üste konmuş döşeklerin- yastıkların üstüne tırmanıp annenin sakladığı şekerlemeleri çalma günahını aramaktır. beğenilen kızla yakan topu oynama hovardalığını özlemektir en hızlı gece yaşantılarında bile...
ne zaman baş kaldırıp iç gıdıklayacağı hiç belli olmaz. olmadık zamanlarda bir gülümseme eşliğinde bir anda akla düşüverir çıplak ayaklar kapı kenarlarında yukarı tırmanılan ,tarzancılık oynanılan günler. hayatın köşeye sıkıştırır endamıyla geldiği zamanlarda , bir tatil gecesi başın yastığa konulduğu andaki huzur anımsanır birden, yetiştirilmesi gereken işlerin stresi , ertesi günkü tırnak kontrolu için oflayıp puflayarak tırnaklar kesildikten sonra okul çantası hazırlanırken yaşanılan pazar akşamı stresini hatırlatıverir ansızın. pazar pikniklerinde büyüklerin oynadığı voleybola, futbola dahil olmanın gururu anımsanır, bir başına,sıkıcı geçen pazar günlerinde...
her geçen gün kazanılan tecrübeler daha da hasret bırakır en tecrübesiz günlere. zaman geçtikçe özlem pekişir.
tuhaf bir duygudur. herkes aynı durumda hissederse de kendini, kimin gerçekten kendini yaşadığı zamanda hissetmediğini,kimin sadece farklı görünmek için öyle iddia ettiğini anlamak zor değildir.
yaşadığı zamana ait olmama hissinin en belirgin tezahürü, aşk denilen ve günümüzde şarkılarda,şiirlerde yaşayıp, kalplerde yaşamayan duyguya inanmaktır. bir sürü insan öğütler verir mütemadiyen, bırak bu aşk masallarını, onlar senin izlemekten zombiye döndüğün yeşilçam filmlerinde kaldı bu devirde aşk da aşık olacak adam da yok diye. sen evet diyip geçersin ama içten içe reddedersin bunu. hala devam edersin inanmaya ve beklemeye. kendine dürüst olmak adına sahte ilişkilerden kaçınırsın, o zaman da yalnız olmanla alay edilir. susarsın. konuşsan da bir şeyler anlatmazsın...
yürüyen merdivene binmekten korkan ve normal merdivene uzun uzun bakan yaşlı bir teyze gördüğünde, herkes yanından geçip giderken , aklına kadının hırsız-yankesici olma ihtimali aklına gelmeksizin gözlerindeki korkuyu görmek ve elini uzatmaktır yaşadığın zamana ait olmamak. kadını yukarı çıkardıktan sonra ağzından dökülen "allah razı olsun oğlum" lafını ve gözlerindeki minneti görüp kendini bir şey sanmaktan ya da iyi bir şey yapmaktan utanırken yakalamaktır.çünkü bu duygu yani birine iyilik yapıp bununla övünç duymak yaşadığın zamana ait bir duygudur. yaşamak istediğin zamanlarda bu durum yapılması sıradan, normal ve büyütülmeyecek bir durum olduğu için içinde barınmayacak bir duygudur övünmek.
çoğu yaşıtınla konuşurken sıkılmaktır, yaşlı amcaların hikayelerini dinlemektir yaşadığın zamana ait olmamak. hayatın boyunca en keyif aldığın anının, babanın sana anlattığı tarih hikayelerini dinlediğin zamanlar olmasıdır.
hayatın boyunca en çok almayı istediğin şeyin, bir kıyafet, parfüm vs değil bir gramafon olmasıdır. ve onu almamaktır, yerine yaşadığın zamana ait isteklerin gelmesinden korktuğun için...
ülkenin en büyük kütüphanelerinden birinde herkes harıl harıl ders çalışıp, kafasını ders kitaplarına gömerken, üst katta en kuytuya atılmış, hürriyet ve cumhuriyet gazetelerinin 30-40 yıl önceki sayılarını okumaktır.
gece-ay-deniz üçlüsü. ve buna eklenen harika bir soğuk. çok üşütmeyen. ve akılda uçuşan düşünceler.
düşünceler düşünülürken (evet düşünceler de düşünülebilir) usulca fondan yükselen sesler. ve birden bir yıldızın kayarken çektiği klark. her şey bugunlerde tamamlamak için kurulmuş gibi.
çok üşümüştüm. evet bu bir rüya da olsa üşümüştüm. rüyada üşümenin de ilk defa olduğunu anlamıştım. rüyamda ölüp canlandığım çok olmuştu halbuki. ama ölmek üşümek kadar kutsal değil. tebessüm ettim it gibi titrerken.. çünkü huzur ses etmişti...
huzur:
baktım. sadece baktım. bakarken konuşamadığım anlar. konuşamadığım anlar da kalbimden yükselen trilyonlarca kelimeler. en bensel hallerime dönüşler. en huzurlu hissediş anları.
rüya:
aktım gittim. yollara. ilerlediğim her bir adımda 10 senelik bir anı bıraktım geçmişime. geleceğime. öteme berime. sustum. susarken konuştum.
hayat:
varoluşun kimi zaman nasıl da bir nadidelik sağladığını gördüm. rüya da olsa. nefes aldığım anın gerçekliği ne kadar masalsa, rüyanın varlığının gerçekselliği.
uyku:
ne kadar en derine gidişin bir önceki evresi olsa da( bir ilerisi ölüm) kutsaliyet sahibi bir nadide. uykuyla sevişince rüyanın doğduğunu ve o rüyanın muhteşem bir huzur getirdiğini anladığım anlar..
huzur:
bakışların kutsaliyeti kimi zaman en derine inebiliyor. ve fondaki sesin sesi biraz daha yükseliyor. yeryüzüne bir hediye gibi sunuyor gibi kendisini .
kalkış:
bir rüyada sözlenebildiğinin verdiği iç huzurla, huzurla vedalaşmanın gerçekliği..
evet sınava girersiniz,sorun yok. şansınızca, çalıştığınız kadar yapmışsınızdır. fakat bir şey unutulmamalıdır; sıkan ve sürekli aynı soruyu soran çevredeki insanlar.
seksi başlatan hamlelerden olması dışında,içine biraz aşk bulaşınca masumiyetinden, tadından yenmeyendir. salt dudakların birbirine değdiği bir eylem olmaması sebebiyle her babayiğidin harcı değildir. uygulamada ellerin, dişlerin ve dilin önemini yadsımadığımızdır. *
muhtemelen önlük giymek sadece türklerin sürdürmekte ısrar ettiği bir ilköğretim gereği olduğundan, kılık kıyafete bakılarak öğrenme şevkiyle dolup taşan gelecek nesil adaylarının menşei anlaşılabılır. ayrıca 12 kiloluk sırt çantaları ile gezmek, sınavlarda sırayı bu çantalarla rakip iki bölgeye ayırmak ve her pazartesi sabahı, cuma akşamları ve mümkünse arada olmadık zamanlarda türk'üm doğruyum nidaları ile rahmetli atatürk'ü memleketini bok etmeyeceğine ikna etmeye çalışmak da yıllar yılı yazları sıcak kışları kurak iklimleri ezberleyecek kişileri belirlemek açısından önemli ipuçları verebilir.
oyuna dahil edilmemiştir ya da ebelenmiştir bu tip. ama hiperaktif bünye işte rahat durur mu hiç, "ne müthiş bi yer buldum lan hayatta bulamazlar" diye düşünürken gelir yanınızda dolaşır, güler, şaklabanlık yapar. kovmak için "yerimi belli etme lan" diye fısıldarsın ama ebe çoktan farketmiştir mevzuyu.