Düşünüyorum da, sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek. Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, naif yönlerimizin keşfedilmesi, cesaretsizliğimizin anlaşılması, korkularımızın paylaşılması sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden. istiridyeler, deniz minareleri, midyeler, kirpiler ve kaplumbağalar gibi.Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?
Kendi umarsızlığın, kendi soğukluğun, kendi durağanlığın yaptı hep bunları. Ne yaptım diyorsun ya, sen hiçbişey yapmadın. Sorun da buydu....
Belki geçmişinden gelen sebeplerden ötürü böylesinin daha iyi olacağını düşündün ama ben böyle 2 dünya arasında kaldım. Ne hissetmem gerektiğini ne yapmam ne konuşmama gerektiğini bilemedim sana karşı. Bi gün hayal kuruyordum sen en tepedeydin, ertesi gün kurduğum hayalde sen yoktun bile.
Bana hissettirseydin, bir kere olsun söyleyebilseydin, itiraf edebilseydin duygularını, böyle olmazdı...
Benim en ihtiyacım olan bi anımda, stajımın en sıkıntılı olduğu anında hani, aramanı çok istemiştim. Aramadın....
Değer veren, kıymet bilen insan 2 eli kanda olsa arardı o zaman. Çok istemiştim. Çok kötüydüm.
Ben sana en imkansız anlarımda geldim, bilgisayarımın başında seni bekledim içmek için, konuşmak için. imkan yarattım hep yanında olmak için. Yazıklar olsun...
Sevilmek daha güzeldir her zaman. Ben ona sevildiğini gösterdim hep, değer verdiğimi, önemsediğimi, kendimden bile kıymetli saydığımı hep gösterdim. Hep...
Ama ben de insanım, sevilmek ve sevildiğini görmek (hele ki sevdiğin kişiden) benim de hakkım olduğunu düşündüm. Hayat böyle paylaşılır, hayat böyle bir olunur.
Kendisi bundan ödün vermedi, veremedi hiç. Kendinden parça kopuyormuş gibi hissetti. Ne yapayım, ben böyleyim dedi...
2.5 aydır görmediğin, sesini bile duyamadığın, yazarak iletişeme geçtiğin ama kendinden bile çok değer verdiğin kişinin, 2.5 ay sonunda dokunmaya bile izin vermemesi, acı...
Bir insanı tanımak,anılar biriktirmek, en özel anlarını paylaşmak, anlatmak, sürekli anlatmak ve en önemlisi dinlemek, değer vermek, duygularını paylaşmak.bulunduğu şehire gidipte elini kedinin çizdiğini görünce, canından can kopması adeta... Sonrasında en iyi arkadaşım denilen kişinin sırf kendinden ödün vermemesi, prensiplerim var diye ona birşey sormaya korkmak. Hayatını merak etmeyi sürekli başka şeylere yorması, sevildiğini hissedememek...
17 Ağustos depreminden sonra biri bana bu depremin yerin altında uyuyan bir ayının olduğunu ve ayının uykusunda döndüğü için olduğunu söylemişti. Yazlıktaydık o sıralar, sahile gidip kumu kazarak ayıyı bulmaya çalışmıştım...
Şimdi o mesaj elektronik ortamda bi yolculuk yapıp geri donuyor ya ama sende de bir kopyası duruyor. Sonra onlar tekrar yanyana geliyor. Ama sendeki mesaj için zaman daha hızlı akmış oluyor. Aha bak ikizler paradoksunu buldumm
Ne verdiğin değer belirler ne de onu ne zahmetlerle kazandığın belirler. Kaybetmeyi iradenin sağlamlığı belirler. Goze almak, her şeyden vazgeçmek eğer iradeniz sağlamsa mumkundur. Gerisi boş...
Kafa yapınız uyuşuyorsa eski bir dostla buluşmak gibidir. Neden daha önce tanışmamışım bile dedirtir.Mesafelerin de önemi yoktur.kız-erkek farketmez yeni arkadaşlar, yeni maceralar karşınıza çıkarır...