sanırım şu an girdiğim entrydir. ne diyeyim, bir şey demem gerekmiş gibi geldi sanki ama diyecek bir şey yok. şu sikik sözlükte çok az samimi itirafım oldu ama sanırım bu en samimisi olacak. yazdığım önemli şeyler benim sonradan bakıp okuduğum ve bir takım dersler çıkardığım veya bir şekilde önemsediğim şeyler oldu.
ancak şöyle bir şey var ki benliğime itiraf edeceğim monologlarım maalesef ki çoktan tükendi. o monologların ben var ya, neyse.... neden burada yazıyorum ki ben. söylenecek o kadar çok şey var ki... hepsini, her şeyi yine ben biliyor olacağım. zaten etrafımda da kimseye bir şey söylediğim yok. işte sırf bu yüzden çok aptalım sözlük. dünyanın en aptal insanıyım ben. aptallığım yüzünden kendimi yok etmek istiyorum sadece.
ah be sözlük, içimdeki uktelerle dolu kaldım biliyor musun. söyleyemedim, olmadı, olamadı sözlük.
birine çok ama çok istediğim ama bir türlü söyleyemediğim bir şey yüzünden var olan koskoca bir evrene lanet etmektir. ne desem ki, hangi birini saysam ki... kimsenin haberi yok yine benden başka. yok, yok işte lanet olsun.
saygı duyduğum bu kocaman evrenin yok olmasını delicesine istiyorum çünkü lanet olası bir aptalın tekiyim ve suskunluğum asaletimden kaynaklı olmadığından mütevellit kendimi delicesine yok etme arzusuyla tutuşuyorum. lüfen bir an önce yok olsun bu evren.
seneler sonra tekrar görüştüğümüz güzel ve özel şehir. merhaba izmir. yarın ilk işim yıllar öncesinde bir gün üzerine uzanıp bir kaç metre ileride süzülen martıları ve maviliği seyrettiğim o yemyeşil çimlere uğrayıp aynı eylemi gerçekleştirmek. neresi olduğunu tam hatırlamıyorum ama bulabileceğime eminim. akşama da aynı yerde uzanıp gökyüzüne bakarak biramı yudumlayacağım. şimdiden şerefe izmir.
bize tam olarak sekiz dakikalık bir yolculuktan sonra gelen ışıklardır. o ışıklar ki sekiz dakika önce yola çıkmışlardır bize gelebilmek için. bu yüzden ölmeden önce en azından bir sabahınızı bu ışıkları selamlamak için ayırmanız sevgili ve biricik güneşimizi çok ama çok sevindirecektir.
bayağıdır yapmıyordum ama bugünkü hareketim top ten listeme girecek cinstendi gerçekten. arkadaşa gitmek için dışarı çıkmak, sebebi beli olmayan bir şekilde sahile inip dolandıktan sonra eve dönmek ve yarım saat sonra gerçekle yüzleşmek... hadi döndüm peki de o yarım saat boyunca ne yapıyordum? hangi boyuttaydım? neyse ki "işim var biraz geç geleceğim" diyerek durumu kurtardım. bence bugünlere kadar hala yaşadığım için şanslı sayılırım.
popo lobumda kelebek dövmesi var. sanırım sarhoşken oldu her şey. belki de hayal görüyorum bilmiyorum.
bu arada uygun olursa bu hafta retro tarz bir dövme yaptıracağım. bunlar çok hoşuma gidiyor ve kafamda bir tanesi var ama çizim yeteneği ve hayal gücü iyi olan bir dövmeci bulmak istiyorum. çizimin gidişatını dövmecinin hayal gücüne bırakma durumumda olabilir bu yüzden yetenekli olmalı. dövme konusunda tecrübeli olanlar izmir'de kaliteli bir mekan ismi verebilirlerse sevinirim. yaptırdığımda yazarım yine buralara.
çöp adamlardan ileri gitmediğim çizimlerdir. insanın sınırlarını bilmesi ve zirvede bırakması gerek bence. ben de öyle yaptım. keşke böyle bir yeteneğim olsaydı tabii. beynimde yarattığım görüntüleri üç boyutlu dünyaya aktaramayıp yine kendi içimde yaşamam benim suçum değil.
silahlarla aram hiç yoktur. beni ilgilendiren kısmı genelde var olan diğer bazı yapılarda olduğu gibi tasarımı ve mühendisliği oluyor. ancak bir zamanlar sırf aksiyon ve değişiklik olsun, geleneklerimizden gelen at-avrat-silah üçlüsü eksik kalmasın diye bir arkadaşımla mkek'in atış poligonuna gitmiştim. kullandığım silah glock marka idi. iyi stres attırıyormuş gerçekten.
pz ise o kadar hayvani bir silah ki, sırf güç gösterisi adına çıkarıp masaya vurulmayı hak eden cinsten bir alet. elde gezdirilen bir piton yılanı desek yanlış olmaz. karizması hayvaniliğinde yatıyor yani. kullanan yapılı veya kilolu bir insanı dahi sersem edebiliyor:
bu arada silahın kullandığı tek merminin ağırlığı 900 gram, neredeyse 1 kg. itici güç olarak nitroselüloz ve nitrogliserin karışımı kullanıyor. çıkış enerjisi ise 11146 joule. bu güç çelimsiz bir insanın ayaklarının yerden kesilerek geriye doğru uçmasına sebep olabilir. karşıdaki hedefe hiç değinmiyorum bile.
şarkılarının güzelliğinden kaynaklıdır. kaliteli şarkılar yapması onu güzel yapıyor. misal bir serdar ortaç, ya da hande yener de böyle. genç sanatçılar bu kişileri örnek almalılar.
sayılarla ifade edilemeyecek derecede fazladır. bu kadar fazla olabilmesi ise orada bulunan yıldızlar sayesindedir. eğer gökyüzünde bir tane bile yıldız olmasaydı emin ol şu an kurduğumuz hayallerden tamamen yoksun bir hayatı yaşıyor olacaktık. aslına bakarsan hayatın kendisi bile olmayacaktı.
şu an kafanı kaldırdığında görüp görebileceğin her bir parlak nokta özünde görünmez bir duvardaki gelişigüzel dizili portmantolara asılmış sihirli birer anahtardır, tıpkı denizleri oluşturan her bir damlanın küçük birer sandıktan ibaret olduğu gibi. sahra çölündeki aşık ise mühürlü kitabını çıplak ayaklarıyla üzerinde yürüdüğü kum tanelerinden yaratıyordu. bu yüzden kendisinin denizdeki sandıklara ihtiyacı yoktu, tıpkı hayallerini maviliklerde biriktirenlerin kumdan bir kitaba gerek duymadığı gibi. gökyüzünde kendine ait bir yıldıza sahip olan bu kişiler hasreti ve huzuru birlikte tadabiliyordu. erişemeyeceklerini bildikleri yıldızlarına gözleriyle dokunarak edindikleri sihirli anahtarla hasretin kapılarını aralayan bu iki kişiden biri kokusunu içine çektiği denizin kendisine sürüklediği, içi masmavi ve tuzunun sebebi denizden kaynaklı olmadığı belli olan ıslanmış sözcüklerle dolu bir sandığı açıyor, diğeri ise avuçlarına doldurduğu sıcak ve ilginç bir şekilde tuzlu olan kum tanelerinin hayal ettiği kişinin ellerine dönüştüğünü görüyordu. eğer bu iki kişinin de gökyüzünde her gece baktığı o yıldız olmasaydı bunların hiçbirini yaşayamayacaklardı. öyle ki var olan bütün hayaller, doğruları oluşturan noktaların varlığına sitem ettiğimiz esnada işleyişine müdahil olamadığımız mesafe isimli bir kavramın tohumlarıyla yaratılıyordu. gerçek, bize derin bir şekilde elem veren ıraklığın ta kendisiydi. kimilerinin asaletli olarak nitelendirdiği bu acıyı çektiğimiz sırada bilmediğimiz şey ise mesafelerin bize huzuru getiren hayallerimizi haberci meleklerle birlikte yeryüzüne indiren ve yaşadığımız huzuru anlamlı kılan bir gerçek olduğuydu.
peki huzuru anlamlı kılan gerçek gerçekten bu muydu? yoksa bir doğruyu fiziksel olarak katetmek miydi huzuru anlamlı kılan? hayallerde yaşıyorduk, büsbütün hayallerde yaşıyorduk işte. hayallerimizin gerçek olması yerine gerçeklerimiz hayallerden oluşuyordu. bile bile evrenin bize bahşettiği bu vazgeçilmez ve elem verici oyunu oynuyorduk. çünkü... çünküsü yok. içimize işlemiş ve bizi biz yapan silinmez özelliklerimiz yüzünden sonsuza dek böyle yaşamaya mahkumuz, en azından varlığımızı insan silüetinde sürdürmeye devam ettikçe.
bundan tam 18 yıl önce vizyona giren film. izleyenler yaşlılıktan vefat etti sanırım o yüzden kimse bir şey yazamamış olabilir. diziyle alakalı olduğundan diziyi izlemeyenler için anlam verilemeyen, 5. ve 6. sezonları birbirine bağlayan bir geçiş filmiydi. bu yüzden 6. sezondan önce bunu izlemek gerekiyordu. filmin soundtracklerinde ween'in olduğunu henüz bugün öğrenmem ile daha da bir sevinmiş oldum. ayrıca bitişinde çalan ve bir nevi filmin sözsüz özeti olan teotihuacan isimli şarkı ise oasis grubundan Noel Gallagher'a aittir.
microsoft'un geliştirdiği öğrenmeye açık yapay zeka botu. ilk olarak 23 mart 2016'da twitter da kendini gösterdikten sonra attığı tweetlerle bir hayli olay olmuştu. önce hitler ve seks bağımlısı bir profil çizdikten sonra tweetleri gizlenen ve bir süre bakıma alınan tay daha sonra ise attığı bir tweetle uyuşturucu bağımlısı bir profil çizmişti.
olay ilk bakışta komik gibi gözükse de aslında tay insanlığın internet ile birlikte nasıl bir yöne doğru gittiği hakkında büyük bir ipucu veriyordu ve bu daha çok trajikomik bir durum sayılırdı.
bir yandan da aklıma tabii ki her filmi geldi. gerçek hayatta filmi izleyenlerin bileceği gibi bir durumun olabilme ihtimalini düşünürsek insanlığın sonu pek de iç açıcı değil gibi gözüküyor.
tüm bunlar ise aklıma şu soruları getiriyor: insan zaten en başından beri kirli bir varlık mıydı? eğer böyle olduğumuzu düşünürsek kendimize bir kulp yaratmış olmaz mıyız? özümüzde kirli olsak bile devamlı iyi biri olmaya çalışmak kendimizi kandırmak mı olurdu yoksa olması gerekenin nedensizce bu olması gerektiği için mi iyi olmaya çalışırdık? sorular sorular...