buradan görüleceği üzere bilimum şehirlerden toplanan havanın satılması olayıdır.
şöyle bir hesaba girişelim. çünkü türk olmak bunu gerektirir.
taban ölçüleri 4 metre ve 5 metre olan bir odamız olsun. tavan yüksekliği ise 2,5 metre olsun.
oda hacmimiz 4x5x2,5=50 m³
bu videoda da görüldüğü üzere aptal kutularını coşturmayı kendine görev edinmiş "ha ha ha ha" diye gülen bir arkadaşımız.
-14:30'daki haykırış "en zayıf benim!" ve ardından gelen açıklama "birinci olanlar hep unutulur, önemli olan en zayıf halka olmak"
-14:50 "bir tanrım var bir de gitarım, bir de sinirli bir komşum var"
-15:43 kızılderili dansı
-16:33 ankara'nın bağları
edit: özet geçecektim ama o kadar uğraşamayacağım buradan bakabilirsiniz.
Karşılarına kusursuz birinin çıkacağını sanmalarıdır. "Leb" demeden leblebiyi getiren, "git" demeden giden, "gel" demeden gelen birisinin olacağını hayal ederler.
Evleneceği insanı ilk görüşte tanıyabileceğini, ömür boyu mutlu yaşayabileceklerini düşünürler. Bu yüzden kimseye yanaşmazlar ve sonunda mecburiyetten, aile baskısından, ilişkilerini iyi tutma açısından istemediği insanla dünya evine girerler.
Pasaport fotoğrafının başkaları tarafından beğenilmemesi sonucu ülkeye alınmamadır.
Bir çok kız beğenmeyip reddetti, arkadaşlığını kesti. Ama hiçbiri bu kadar koymadı. Koca ülke var, senede milyonlarca kişi giriyor, ama iş yitik'e gelince "yook, giremezsin". Artık kontenjan doldu yalanını mı beğenirsin, yoksa senin yerine başkasını aldık mı desin, "ülke henüz sana hazır değil" deyin bari de tam olsun.
Yalnız şunu anladım ki, bir kızın reddetmesi hiçbir şeymiş. Ülke giremezsin deyince insan uçurumdan düşüyormuş gibi hissediyor. Hep düşüyor yani, sonu yok bu uçurumun.
Ben valizimi bile hazırlamıştım lan şerefsiz! Neyse sağlık olsun, ölmedik; ölmekten beter olduk; ama niye almıyorsun beni?
Eskiden ailecek giderdik. Her aile giderdi. Neredeyse herkes birbirini tanırdı. Unutulan tuz için merkeze gidilmez, komşu piknikçiden istenirdi.
Şu an ormanın derinliklerinde, 33 adet boş piknik masasına bakıyorum. Buralara gelen yollar, artık yol olmaktan çıkmış durumda. Kimsenin zahmet edip de gelmediği yerlerden birine dönmüş. Arada sırada uğrayan alemciLer ortamda birkaç şişelerini bırakmışlar. Bu da onların imzası.
Bu masaların dolu dolu olduğu, çocukların oyunlar oynadığı, herkesin et Yiyebildiği zamanlar o kadar da uzak değil. O kadar sessiz ki, 5 kilometre ötedeki arabaların sesleri duyulabiliyor.
Bu masalar boş durdukça, yok oldukça, bizim benliğimiz de yok olmakta.
Herkes piknik yapmalıdır. Böylece kafalar daha kolay rahatlayabilir. Şimdi izninizle bu sessizlike saygı duruşuna başlıyorum.
Pilot bölge olarak seçilen ankara'da her trafik ışığına bir suriyeli yerleştirme çalışmaları başlamıştır.
Yürüyecek ve konuşacak yaşa gelmiş her suriyeli, stajer olarak hali hazırda trafik ışığında bekleyen suriyelilerin yanına veriliyor. Ardından burada stajı bittikten sonra boş kontenjanlı bir trafik ışığına nakli yapılıyor.
Kontenjanlarda sıkıntı olmayıp, bazı ışıklarda, özellikle bir kişinin arabalara yetişemediği ışıklarda, birden fazla suriyeli yerleştirilmektedir.
Bu büyük hizmetin yakında ülkenin her noktasına ulaşacağı gün gibi ortadadır.
Artık ışıkları görünce bozukluklarınızı hazır edip bu suriyeli "vatandaşlara" yardım etmeniz vatan borcunuzdur.
Yuva dediysem doğal ortamından bahsediyorum. Okumadan yargılamayın.
Çalıştığım yerde proje gereği ormanlık bir alan kesilmek zorunda. içeride ise birkaç tane kaplumbağa gördüm. Farklı zamanlarda gördüğüm için aynı kaplumbağa da olabilir. Onları orada ölüme terk etmek yerine başka bir ortama aktarmak istiyorum. Bunu yapmak için biraz yardıma ihtiyacım var.
Ankara'da yardımcı olacaklar varsa çok makbule geçer. Veterinerlerden duyar bekliyorum. Hayvandan anlayan birisi de olabilir. Yeter ki yaşasın. Kaplumbağamız hayli korkmuş durumda.
dün bizim ofiste (bence dükkan, ama ofis deyince daha havalı oluyor) öğle yemeği zamanıydı. yaklaşık olarak 7,239375 m² olan mutfağımızda karnımızı doyurma çabası içindeydik. patron, muhasebeci, ben ve mutfaktan sorumlu şef ablamız.
bizim şirkette kaşığı çorbadan başka bir yemeğe değdirene kırk falaka cezası var. bu yüzden çorbadan sonra kaşıklar toplanır. tam çatalımı almış pilava girişirken patronun abuk bir soru sorması ile çatal, titreyen elimden kendini aşağı doğru bıraktı. önce masaya ardından da büyük bir gürültüyle 12x12 karo seramiğin üzerine düştü, birkaç kez sekti. patronun sorusunu cevaplarken, şef ablamız işe koyuldu.
hemen tabağın yanına yeni bir çatal koydu. ardından über kurşun geçirmez latex eldivenlerini giyip yerdeki çatalı bir kedi pisliği misali aldı ve çöpe attı. "neden attın şef abla?" diye sordum ama abla "boşver sen yemeğine bak" der gibi el hareketi yaptı. ne muhasebecide ne de patronda bu olaya karşı herhangi bir tepki yoktu. şef abla daha sonra eldiveni de attı ve elini ozonla yıkadı.
ofisin kuralları biraz katıymış. bir gün kayıp düşersem ofiste beni de çöpe atabilirler. güvenemiyorum. yere sağlam basmayı öğrenmem lazım.
Yalnız yaşamanın ramazAn ayında katlanarak insanın içine oturmasıdır.
Yalnız bir sahur, yalnız bir iftar... Duvara karşı yemek yemekten suratının şeklini unutan insan...
Hatta o kadar yalnız olmak ki, sahura kalkamayıp sabahın ilk ışıklarıyla uyanınca saate bakıp, sahura kalkamadığını anlamak ve üzülmek, üzülmek, üzülmek.
Ama yine de oruç tutmaya niyet etmek. Allah kabul etsin.
Edit: olm çok yalnızım lan. Şu an bile metronun önünde yalnız başıma oturuyorum. Yorulmuşum.