Deniz tanımının en güzellerinden biridir. Zaten bir denizin kötü olabilme ihtimali bile düşünülemez. Düşünsenize hem asil olan beyaza ev sahipliği ediyor hem de siyah elbiselerini giyip birileri için yas tutuyor. Bu tutma durumu da onu durgunluğa davet ediyor. Buna bakacak olursak benim için deniz tabirlerinden biri de iki mükemmelin yan yana gelmesidir.
Hepimiz insan olduğumuz için ister istemez sebepsiz yere de duygusallaşabiliyoruz. Bir at gördüğüm zaman sebepsiz yere izlerim ve bu böyle sonsuza kadar sürebilir. Yüreğim dolar...
Denizi hiç görmedim mesela ama denizden bahsedildiğinde bile hüzünleniyorum sebepsiz yere. Gözlerim dolar...
Çocuklarının elini tutmuş ya da salıncakta çocuğunu sallayan bir baba gördüğüm zaman içimden sessiz sessiz ağlarım. Bu sefer tanrı nın gözleri olsaydı yüreği dolardı...
Hepimizin, ruhunun bir parçası dahi olsa mutluluğu hak ediyordur. Çünkü o günahkar bedenlerimizin suçlusu o degildir. Sadece tanık olduğu için yargılanıyor ve mahkumların arasına sevk ediliyordur. bilmem kaç yıldan beri bu hep böyle bilinmiş ve kabul edilmiştir. Ama artık ruhlarımızı bedenlerimizden bağımsızlaştırıp onları mutlu etmenin vakti gelmedi mi? Bence geçiyor bile...
Hüzünlendirici bir durumdur. Bunun için kocasının yanında hep eksik hissedecektir kendini. Ağladığında gözyaşlarını denize değil de yüreğine dökecektir. Ömrü boyunca bu görmemişlik durumu onu susturacak ve hep gördüğü gökyüzüne mahkum bırakacaktır. Çünkü o yalnızca bir korsanın deniz görmemiş karısı değil ipi kopuk bir uçurtmadır aynı zamanda.
Şimdi kolumdan tutup beni cennete götüreceklerine dair söz veren adamlar kuruyorum kalemimin (klavyemin) ucunda. Çocuklarımla süslüyorum bu emir kağıdının etrafını. Tanrım ne kadar safım. Hala cennete gideceğime inanan bir vicdanım var...
Çocukların parka gitmek için dünyaya gelmesi durumudur. Tüm o afilli salıncaklar, coşkulu kayaklar, şehvetli tahterevalliler onları çağırmak için kurulmuş birer planın parçasıdır sadece. Yoksa bunun dışında her şeyi yapmak için parka gidiyorlar. Mesela annenin adını ezberlemek için, yere düşüp hayatı öğrenmek için, kavgacı ruhlarını şereflendirmek için, bir çocukken bir çocuğa yardım etmek için... bunları coğaltabiliriz ama en çok da bunu demek istiyorum;
Hayranlık uyandıracak bir şekilde izlenmek için...
Yasak olan şarap gibi birisine edilebilecek en güzel iltifattır. Yazılabilecek olan tüm kitapların ana fikri bu olsa bile yüz yıl boyunca okunabilir. Geriye kalan bir yüz yıl daha olsaydı o da "çok günahkarım, çünkü seni içtim" olurdu. Bir yüz yıl daha... Tamam şansımızı zorlamıyoruz çünkü yanacağız öyle ya da böyle.
Öncelikle haklı, kur'an da türban geçmiyor. Orada bahsedilen baş örtüsüdür. Lakin bu elemanın kalkıp da saçı başı bu türban meselesine karıştırması biraz komik oluyor. Aksi takdirde bknz:
nur suresi/ 31. ayet der ki;
mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. "başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar" salsınlar. zinetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut, kocalarının babalarından yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. ey mü'minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!
Anne olmaktır kesinlikle. Anlamaktan kastım burada o duyguyu ta içlerinde hissetme ve iliklerine kadar anne olmaktır. Asla bir kadının memesinden çıkan sütün verdiği hissi, o sancıyı ve de bunun gibi birçok şeyi anlayamayacaksınız. Ve de unutmadan şunu da asla anlayamayacaksınız çünkü kadın değilsiniz;
Eşiniz gece dışarıdayken onun yolunu gözleyip çekilen baş ağrılarını (baş ağrısından kastım merak etmeyi). Bunu kocasını bekleyen bir kadın gibi asla anlayamayacaksınız.
Aşka kollarını açmış ve tüm benliğiyle buna hazır olan kişinin ağzından dökülen sözlerdir. Aşkın insana ne kadar benliğini kaybettirdiğini bir kere daha görmek mümkündür.
içinde bulunup bulunabileceğiniz en berbat durumdur. Sesinizi kırılma duygusuyla anca çıkarabiliyorsunuz ama kendinizi dinlediğinizde sesin size ait olmadığını anlıyorsunuz. Üstünüzden bir fahişenin ayakları geçerken bir defa daha kırılıyorsunuz. Size ellerini sürmüş adamdan iğreniyorsunuz. Ağlamak... Yo hayır ağlayamıyorsunuz. içinizdeki zehri tanımadığınız insanlara boşaltmışsınızdır zaten. Yarım yamalak nefes alıp veriyorsunuz. Gecenin ardından iki süpürge darbesiyle tamamen yok oluyorsunuz. Ömrünüz bitmiştir artık sesleri tüm ruhunuzu esir alıyor.
Daha önceden de kaybettiğimi bilmem durumudur. Sanki kaybettikten sonra bile kaybediyorum hala. Attığım adımlar, kurduğum cümleler, yediğim yemek bile bunu onaylıyor bana. Yaşamaktan korkuyorum kaybetmeye başladığımdan beri. Sustuğum an bile kaybedeceğimi biliyorum...
Uzun zamandır hassasım sana
Günah sözleri bir bir ayıklıyorum dilimden.
Ne zaman sana adım atsam bakışlarım ürkek
Gönlümün acziyetini anlatmam ne mümkün.
Lütfen, önce duy gözlerimin sesini!
Ben seni kırmak için yaratılmadım diyor
Duy, yalvarırım bir kerecik olsun duy?
Söz veriyorum kabahatlerim için dua edeceğim.
Allah affeder bizi ona güveniyorum
Kendimden korkmaya başladım artık.
Sen de çok iyi biliyorsun merhamet etmeyi.
Ben seni kırmak için yaratılmadım...
Belki de bizi hayatta tutan en büyük sebep olabilir düşmanlarımızla dövüşecek olmamız; Onlara karşı bir olup canımız pahasına ne olursa olsun mücadele etmemiz. Önemli olan düşmanlarımızın olması değil. Onlarla dövüşecek olmamız da önemli değil. Önlemi olan bunu kendi barışımızı sağlamak adına yapmamız. Yoksa savaş çıkarmakta gözümüz yok. Eğer böyle bir şey olsaydı düşmanlarımızla dövüşmezdik bile ve yenilgi bayrağını onlara gösterip teslim olurduk.
Şimdi nerede okuduğumu hatırlamıyorum bu sözü ama bu gözükme olayına ben de katılıyorum. Gözükmeden kastım sadece insanların gözüne öyle olacakmış gibi gelen durumdur. Yani gerçek değil ya da ispatlanmamış. Bir varsayım sadece. Ama şimdi bunu ele alacak olursak, yani sonsuza kadar sürme işini, şunu demek istiyorum sonsuza kadar bir sonsuzluk olsaydı amacımız ne olurdu? Yaptığımız tüm şeyler boşunaymış olmayacak mıydı? Hadi bu tür soruları geçiyorum insan bu durumdan sıkılırdı. Düşünsenize sonsuza kadar yaşadığınızı ya da aynı şeyleri sürekli yaptığınızı. insan kafayı yer. Şuan eğer sonsuzluk diye bir şey varsa el koyuyorum ona. Yok öyle bir şey olmamalı yani. Hadi dağılın.
Herkesle muhatab olmamanın sebeplerini açıklamak için kurulmuş bir cümledir. Bu belki ilk başta burnu havada, kendini beğenmiş birisinin söylemi gibi gelebilir ama asıl sebep o değildir.
Mesela ben herkesle muhatab olmuyorum çünkü bazen muhatab olduğumuz kişi insan olmayabiliyor. insan olmamaktan kastım uzaylı olmak değil siz ne demek istediğimi gayet iyi anladınız. Bunu geçersek bazı herkes dediğimiz kişiler de kötü olabiliyor. Yani niyette kötülük demek daha doğru olur. Sen tüm samimiyetinle ona yaklaşırsın ister kız ol ister erkek o bunu suistimal eder. Ne tür bir düşüncesi vardır bilemem ama bu bilememe durumu beni güvenmemeye sevk eden başka bir sebep.
Herkesle muhatab olmuyorum çünkü... Şimdi birazdan diyeceklerim "tamam anladık sen çok şeysin" gibi söylentilere yol açacak ama ben yine de söyleyeceğim. Bazı "herkes" bazen cahil, bilgisiz ve kendini eğitmemiş, geliştirmemiş ve bunu geçiyorum çok şey bildiğini sandığı için muhatab olmaya değmiyor. O zaman insan kendine haksızlık yapıyormuş gibi hissediyor. Şuna inanırım ben: bilmediğin zaman susacaksın ve öğreneceksin. Yok hala konuşuyorlarsa ve sen cevap veriyorsan bil ki zamanını katlediyorsun.
Bunun gibi yine sebepler sayabilirim sayın okur ama siz ana fikrimi ve ne demek istediğimi anladınız yoksa sizinle muhatab olmazdım (okuyan okudu ve anladı anlamayan daha en başından okumadan kestirip atarak yargıladı).
Yaşamanın insanı duygusuzlaştırdığını söyleyen bir yazardır. Sayın yazar belki bazı konularda haklı olabilir ama bazı konularda bu tezi geçersizdir. Çünkü yaşadığımız zaman bazen de duygusallaşıyoruz, yeni güzel ya da çirkin duygular ediniyoruz. Yani genellemesi hoş ama işte o bahsettiğim diğer konular için geçerli bu genelleme.
Eyşan… sanırsam tanrı kendini şaşırıp yeryüzüne bir melek indirmiş. Bizimle yaşıyor, bizimle konuşuyor, gülüyor, oynuyor, uyuyor… ama masumiyetin en hat safhasında. Tanrım affet beni ama buna melek demek bile bana yetersiz geliyor, kullanacağım sıfatlar beni tatmin etmeyecek. Ama ne denli harika bir varlık olduğunu anlamanız için biraz bahsedeyim.
Sağ yanağını öptüğümde bal tadı alıyorum, solu öptüğümde reçel. Onun tadını tarif edemem size. Boynunu öpüp kokladığımda ise büyülenip sarhoş oluyorum. Cennetteki şelalelerden biri de saçları. insanoğlu dokunup içine çekmek istiyor. Ama lanetlenmekten korkuyorum. O minicik ellerini tuttuğumda sanki gezegenler arası geçiş yapıyormuşum gibi. Ama ben dünya dan mars a değil direk Plüton a gidiyorum. Sonsuza kadar izleyebileceğim tek film; okuyabileceğim tek kitap; yazabileceğim tek hikaye gözleri. Bakmak, yine bakmak ve yine yeniden bakmak… bu böyle asırlar boyu sürüp gider. Rengi bu evrende hala keşfedilmemiş. Ama ben Neptün den geldiğini düşünüyorum. Dudakları… yo hayır bunu size tarif edecek kadar aptal değilim. Onu okuyuculardan da kıskanıyorum. Burnu, ayakları, parmakları, göbek deliği, kulakları…
işte çoğu anlatımımda kelimelerimi kifayetsiz bırakan meleği az çok anlattım size. Keşke onu görseydiniz. Bana hak vermeyi geçip nazar etmenizden korkuyorum ya. O da apayrı bir mesele. Onun için sadece anlatacağım size kızımın hikayesini…
Eyşan 5 yaşında melek dışında bir süper kahraman olmuştu o kış. Annesinin süper kahramanı. Eşimle o zamanlar aramız kötüydü. Ayrılacaktık. Tek ortak yanımız eyşan ın bu savaşta en az yarayla çıkması düşüncesiydi. Biz yani eşim ve ben onun bizi şimdilik anlayacağını sanmıyorduk. Belki bunun için eyşan ı kendi ilişki uzmanımızın yanına götürdük. Eyşan o gün çok suskundu. Normalde güler, şakalar yapar, sorular sorar ve niceleri… suskundu sadece. Beril hanımın yanına gittiğimizde eyşan ı yanımızda görünce hemen bir tebessüm sardı yüzünü. Ama eyşan öyle bir şey yaptı ki hiçbirimiz beklemiyorduk.
-benim annem ve babam bu aralar biraz hasta. Ama tüm hastalar gibi onlar da iyileşecek biliyorum. Anne! dedi gözlerime bakarak. Hani sen ben hasta olduğum zaman nasıl ki şurup içiriyorsun işte sizin de iyileşmeniz için şuruba ihtiyacınız var. Yoksa iyileşmezsiniz.
Hepimiz eyşan ı dinledik. Beril hanım eyşan la ayrı konuşmuştu bizimle de ayrı. Ama o gün yine tam bir sonuca bağlanmadı meselemiz. Sadece zamana bırakmıştık.
Eşim o gece nöbetçiydi. Acil doktoru olduğu için sık sık eve gelmemezliği oluyordu. Zaten bunun dışında zamanlarımız uyuşmuyordu. Ayrılığımızı körükleyen bir sebep de buydu. Ama eyşan… o ne olacaktı.
-dıırrrttt. Dııırrrttt…
Gece gece ev telefonu kötü haber tellalı gibi çalıyordu. O uykulu halimle koşup açtım.
-Saren beyin eşi misiniz?
-evet.
-hanım efendi eşiniz trafik kazası geçirdi…
Devamında hastanenin adını söylemişti ve ben ne yaptığımı hatırlamadan hastaneye koştum.
-kaybettik!
Kaç yıllık acil doktoru olan eşimi acilde kaybetmiştim. Aslında daha önceden birbirimizi kaybetmiştik ama bu sefer çok farklıydı. Komşularım o gece sabaha kadar beni yalnız bırakmadılar. Eyşan ı da. iki hafta içinde cenaze işlerini, taziye ziyareti için gelenleri eş dost akrabayı geride bırakmıştım.
hala kendimi toparladığım söylenemezdi. Pişmandım onunla iyi bir şekilde ayrılmadığıma. O gün kanepede oturmuş eyşan ı izliyordum düşüncelere dalarak. Eyşan aniden;
-anne, neden hala üzgünsün? Babamla vedalaşamadığın için mi?
-sanırsam onun için kızım. Bunu söylerken eyşan ın benden daha güçlü olduğunu hissediyordum. Öyleydi de.
-ama anne siz hastaydınız. Hastalar iyileşir. Babam iyileşmedi. Belki acı çekiyordu ve onun şurubu yoktu. Allah da onu yanına aldı daha fazla acı çekmesin diye.
-ama ben de hala iyileş..
-anne senin şurubun var. Onun yoktu. Eve pek gelemiyordu. Belki onu en çok hasta eden buydu. Ama sen eve geliyorsun ve şurubun da benim. Beni öptüğün zaman iyi hissediyorsun değil mi?
-tabii ki de kızım.
-o zaman iyileşeceksin. diyerek yanıma yaklaştı. Elini yüzüme koyarak devam etti;
Ben seni hiç bırakmayacağım anne. Bana ihtiyacın var ama benim de sana ihtiyacım var. Daha çok küçüğüm bunu sen de biliyorsun…
O sanki benim annem gibiydi o an. Kendimi o zamana kadar hiç öyle duygulanmış hissetmemiştim. Ona sarıldım. Yanaklarından bir anne şefkatiyle öptüm. Gülümsedi bana ve ben de ona…
Kış bitti. Yazın okula başladı eyşan. Günler çabuk geçti ve ben eyşan ın varlığıyla her gün daha iyi oldum. O benim sadece kızım değil süper kahramanım, doktorum, annem, huzurum, arkadaşım her şeyim. Şimdi onunla parka gideceğiz sayın okur. Umarım sizin de bir meleğiniz olur.
Çocuklarımız neleri sevmiyorlar ki…
Uçurtmayı seviyorlar sözgelişi,
Bir havalandı mı uçurtmaları
Daha da güzelleşiyorlar.
Maviliklerde gözleri
Özgürlüğü yaşıyorlar
Uçurtmalarla birlikte.
Koparıp da iplerini hele
Bir kurtuldular mı ellerinden,
Öylesine seviniyorlar ki,
Gidiş o gidiş, bile bile…
Kızalım mı umursamayışlarına?
Kendi yaşamlarını izliyorlar boşlukta.
Onlar da birer uçurtma değil mi?
Bizim de ne süslü uçurtmalarımız vardı,
Alıp başlarını gitmediler mi?
Gözümüzden bile esirgedik
Hangi birinin ipi kaldı elimizde?
---------
Günlerden bir gün Annabel Lee adında bir uçurtmaydım ben. Pek mutlu olduğum sayılmamakla birlikte bir de yaşlıydım. Yaşamım boyunca birilerinin elinde tutsak kalarak uçtum, uçtum, uçtum... Beni rüzgarlı havalarda eğlenmek için çocuklar ellerine dolayıp gökyüzüne salıyorlardı. Ama ben hep daha fazlasını istemişimdir. Gökyüzünün ardını merak ediyordum çünkü. Tıpkı o ipi kopmuş ve sonsuza doğru yol almış arkadaşlarım gibi. Ve o gün bu hayalim gerçekleşti…
Sahibim 11 yaşlarında poe adında bir çocuktu. Poe beni seviyordu aslını söylemek gerekirse ben de onu seviyordum. Bana iyi davranıyordu ve de ona ait olduğum için heyecanlı ve mutluydu. Eğer hayalim olmasaydı onu hiç terk etmezdim. Ama o gün rüzgar hayalimi gerçekleştirmek için ant içmiş gibiydi. Biz uçurtmalar rüzgardan korkarız aslında ve bunun için genellikle sahiplerimize sıkı sıkı bağlanırız. Ama dediğim gibi o gün hayalim gerçekleşti. Teslim oldum ona. Sahibim beni bırakmak istemiyordu ama ben rüzgarla iş birliği yapıp kopardım onun ellerinden kendimi. ipimin yarısı poe nun elinde kalmıştı ama ben artık ipi kopuk özgür bir uçurtmaydım. Evet hala hakimiyet rüzgarın elindeydi ama uzaya kadar yükseldiğim an ondan da kendimi koparmış olacaktım. Yükseldim, yükseldim, yükseldim… en nihayetinde rüzgarla bir bağım kalmadı.
Uzaydaydım. Kapkaranlıktı orası. Önce ürperdim aydınlanır elbet dedim kendime ama hareket ettikçe daha da kararıyordu her yer. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bir boşluk gördüm. Etrafımdaki her şeyi içine çekiyordu. Gidenler dönmüyordu. Hayatım boyunca hiç öyle korkmamıştım. Gökyüzünün en sonuydu galiba orası. Gitmek istemedim çünkü poe yu özlemiştim ve burada kendimi iyi hissetmiyordum. Aşağı inmek için var gücümle o boşlukla mücadele ettim o beni çekiyordu ama ben ipimi aşağıda beni bekleyen ve bana elini uzatmış rüzgara sarkıtıyordum. Başım boşluktaydı ama ipim rüzgarın eline geçmişti. Bedenim hiç o zamana kadar böyle acı çekmemişti. Boynum can çekişiyordu. Yine de pes etmedim. Rüzgara yardım ediyordum ve mücadelemin ardından koparak uçuyordum. Kendimi hissetmiyordum artık ama yeryüzüne doğru uçuyordum, uçuyordum, uçuyordum.
Gözlerimi açtığımda sakattım. Bedenim yani ipim yoktu. Kollarım ayaklarım kırıktı. Ve sanırsam kırılan yalnız ben değildim. Poe nun da kalbi kırılmıştı. Onu bırakıp gitmemeliydim hiç. Ama o benden daha merhametliydi. Affetti beni. ipimi yani o eskimiş ve uzay boşluğuyla savaşmış bedenimi alıp çamaşırları asmak için kullandılar. Tahtalarımı tek tek söktüler. Bostana ektikleri fasulyelere destek olsun diye oraya diktiler. Geriye at desenli poşetim kalmıştı. Biraz delinmişti ama dikilip onarılabilirdi ve onardılar da. Poe mutluydu ben de mutluydum.
Yeryüzüne ve gökyüzüne aynı anda sahip olmuştum. Sonsuzlukta kaybolmamıştım. Rüzgara ne kadar teşekkür etsem azdır. Ya poe ya? Ona minnettarım. Beni affettiği için o yüce kalbinden kocaman öpüyorum. Hepimiz mutluyuz şimdi. Sizin de sonsuz mutlu olmanız dileğiyle. Uçurtmalar sizinle olsun.