2 ile bolunmeyen tek sayilar
-167 (iyi gün dostu)
dördüncü nesil yazar 7 takipçi 48.36 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    uykusuzluk kafası

    1.
  1. ne herhangi bir amfetamin türevine ne de alkolün yedi silsilesine değişmeyeceğim haleti ruhiye durumu/dumurudur. 36 saatten sonra şiddetli orgazma sebebiyet verir. atraksiyon sapıklarının denemesini ivedilikle önermekteyim.
    5 ...
  2. kitabın içindeki kurt

    1.
  3. uzun zaman oluyor. gün ışığını görmeyeli. yapay ışığı görmeyeli de birkaç gün oldu. bu uçsuz bucaksız ovada tek başıma kalakaldım. mekanın boyutları, kendi boyutlarıma göre astronomik derecede büyük. ancak yaratılıştan gelen üstün özelliklerim var. zerre miktarınca ışık görmeme yetiyor. yeter ki üzerinde bulunduğum kitap sayfası milimetre miktarınca açılsın. sonra çok hızlı okuma yeteniğine sahibim. önümü arkamı aynı anda görebiliyorum. panoramik bir görüntü oluşuyor beynimde. bir başka yeteneğim daha var. tasarımcı yaşayacağım zor koşulları hesaba katmış olacak; hacimde var olan bütün sesleri aynı anda duyabiliyor, istediğim sesleri kısıp, istediklerimi ön plana çıkartabiliyorum.

    sayfa açıldı. ışık girdi içeri. haftalardır aynı sayfayı bıkmadan usanmadan okuyorum. hafızamın diğer özelliklerime nazaran iyi olduğunu söyleyemem. karanlığa son gömülüşümde yeni bir fikir zuhur etti. artık bu sayfada durmayacağım! planım hazır. bir dahaki sefere bir sonraki sayfaya geçiyorum. ama, son kez şunu bir kere daha okumam lazım. uzun zaman oldu, tam olarak hafızamda olması gerekiyor. ancak, diğer sayfadakiler ile bu şekilde bağlantı kurabilir zihnim.

    gelen ışıkla okumaya başladım. okudukça hatırlıyorum. henüz gelişmemiş bir roman başlangıcı. biraz sıkıcı hatta. ancak ümitliyim bu romandan. hem ilk romanım. baştan su koyvermek yok. çok uzun sürmedi ilk sayfayı bitirdim. bulunduğum yerden diğer sayfaya geçmeme gerek yok, her şeyi buradan da görebiliyorum. bitirdim şimdi. geçen haftalar boyunca, ışığa her kavuşmamda defalarca okuduğum gibi bir kere daha okudum şu iki sayfayı.

    bizim buralarda yapacak pek bir şey yok. benden başka kimse yok zaten. oturup iki çift laf edilmiyor. dünyada, şu okuduğum iki sayfada tanıdığım iki karakterden başkasını da tanımıyorum. kör bir adam ve ona kitap okuyan küçük bir kız çocuğu... neyse elime çabuk tutmam lazım. kitap ayıracını görüyorum. kitabın ortalarında bir yerde. koşuyorum. ölümüne koşuyorum şimdi. uzun mesafe var önümde ancak kitabın sahibinden çok daha hızlı okuduğumdan zamanım var. birkaç adım kaldı ve şimdi... zıpla!

    evet, işte ayıracın üstündeyim. şimdi diğer sayfanın içine girebilirim. ama arada kalan sayfalar nolacak? konu bütünlüğü olmadan ne anlayabilirim ki romandan. bütün sayfalarını okumam gerek. haftalardır mahsur kaldığım sayfaya tekrar dönmek, kitabın dışındaki bir ayıracın üstünde kalmaktan iyidir. zıpladım. tanrım! yardıma ihtiyacım var. daha ilk sayfada takılıp kaldım. ne merhametsiz bir okuyucunun eline düştüm. ayıracı her defasında okuduğu sayfanın arkasındaki sayfaya koysa, geliştirdiğim bu metodla kitabı bitirebilirdim oysa ki! gerçi okuyucu daha ilk sayfada takıldı kaldı. beklemekten başka çarem yok. b planım var ama bu ona bağlı.

    benim üstün yeteneklerim vardı. hızlı okuma, zıplama, işitme. okumak kar etmiyor. şimdi sırada işitme yeteneğimi kullanmada. okuyucu kitabı açacak, adam gibi okuyacak ve ben çevredeki bütün sesleri kısıp, onun mırıldanışlarını duyacağım. böylece o benim anlatıcım olacak. romandaki karakterlerden biri de böyle bir adam değil mi hem? kör ama kulakları iyi işitiyor. küçük kız çocuğu da ona kitap okumaya başladı ikinci sayfanın başında. demek ki şu anda gözlerim hiç bir işe yaramaz. o adamın gözlerinden bir farkı yok benimkilerin. tek bir eksiklik var. benim romanımı okuyan küçük bir kız çocuğu değil, jöleli saçlı, pis sakallı edebiyata ilgisiz olduğu çok belli orta yaşlı bir adam. ne olursa olsun bir şekilde devam etmeli bu romana. acilen devam etmeli. çok sıkıldım bu sessizlikten.

    ...

    bir uzun zaman daha geçti. tekrar ışık vuruyor yüzüme. gözlerim kamaşıyor. yanıyor gözlerim. karanlığı arzuladım bir an. bir önceki ışıkta, okumanın bir yararı olmadığını idrak ettiğimden hiç yeltenmedim. gözlerimi kapadım tekrar. sesler geliyor. bir yanda notalar, pencere açık olacak ki; rüzgar uğultusu, insan sesleri geliyor kulağıma. çok yakında bir insan sesi daha var.

    mırıldandı. devam etti mırıltı. ilk sayfanın sonu değil mi bu okuduğu? ancak bir tuhaflık var. o pis sakallıdan böyle duru bir ses çıkamaz. bu kadar ruhumu okşayarak okuyamaz o. gözlerimi açtım. o değil gerçekten. bu tam da aradığım kişi:

    işte bu benim minik kız çocuğum! bana masal anlatmak için geldi. biliyordum geleceğini. karanlık zamanlarda yalvarışlarımı duydu tanrı. bana bu özellikleri boş yere vermediğini biliyordum. o hiç bir şeyi boşuna yapmaz! şükürler olsun. kulaklarım şimdi her şeyi aynı anda duyuyor. insan sesleri, kuş cıvıltıları, televizyondan gelen sesler, ve benim küçük meleğimin sesi.

    hepsini kıstım. bütün sesleri. şimdi sadece o konuşuyor. biraz daha açtım sesini. mırıldanışı kulaklarımda haykırışlara dönüşmeye başladı. bas bas bağırıyor bu kız resmen! ikinci sayfa bitti. nefesimi tuttum. geçeceksin değil mi meleğim? diğer sayfaya geçeceksin değil mi? sen de beni yarı yolda bırakmayacaksın. seni tanrı gönderdi çünkü. o kimseyi yarı yolda bırakmaz, sen de bırakmayacaksın!

    tekrar karanlığa gömüldüm. ses kesilmedi ancak. işitiyorum. okumaya devam ediyor! uzun zamandır çıldırasıya beklediğim üçüncü sayfayı okuyor artık. bu kız muhteşem bir şey. okumayı delicesine seviyor hissedebiliyorum. beni mutlu ettiğini biliyormuşcasına okuyor. sayfalar arasında akıp gidiyor telafuzları. ara vermeden okuyor. mesai gibi okuyor. tatilsiz, tenefüssüz okuyor. sayfalar ilerledikçe huzur doluyor kalbim. vefa borcum var, biliyorum.

    ''kör adam dinledi küçük kızı. romanın son cümlesinde istemeden elini tuttu. sımsıkı kavradı. dudaklarında tebessüm ve minnet karışımı bir şekil oluştu. kız gülümsedi. kör adam görmedi bunu ama işitti.''
    3 ...
  4. banal milliyetcilik

    1.
  5. kimi kuramcılara göre milliyetçilik, ulus-devlet olmayı ya da demokratikleşmeyi başaramamış toplumların malıdır. yani gelişmiş, süregelen atılımlarla dünya sahnesi ve tarihinde yerini almış devletlerin sorunu değildir. bu bakış açısına göre, aynı zamanda milliyetçilik, kaosun ve belirsizliğin hüküm sürdüğü dönemde kendine yer edinebilen bir ara geçiş olgusudur. ancak bazı kuramcılar milliyetçiliğin sürekli devam eden ve toplum üzerinde her daim tecelli eden bir durum olduğunu iddia eder. bu düşüncelerini de, fransa, almanya gibi devletlerin dahi milliyetçilik ile hala haşır neşir olmalarını emsal göstererek desteklerler.

    banal milliyetçilik kavramı ise, bir nevi bilinçaltı milliyetçiliği anlamına gelmekte. yani devlet, çeşitli imgeler ve de propaganda araçları ile sürekli olarak milliyetçilik hissiyatını topluma empoze etmektedir. görsel ve yazılı basın, kitle iletişim araçları, milliyetçilik olgusunu vatandaşın damarlarına zerk etme yolunda önemli silahlardır. bu milliyetçileştirme kampanyasının en önemli özelliği, bilinçaltı mekanizmalarına doğru yönelmiş olması. yani devlet, milliyetçiliği o kadar sıradan bir hale sokar ki, bunu anlamak dahi imkansız hale gelir.

    banal milliyetçiliğin propaganda araçları, milli bayramlarda ''dalgalanan'' devasa bayraklar değil, hergün binlerce vatandaşın gitmek zorunda olduğu kamu kuruluşlarının girişinde duran ve de birçoklarının farkına bile varmadığı ''dalgalanmayan'' bayraklardır. bu durum aynı zamanda, milliyetçiliği ''insanın yaratılışında olan bir gerçek, otonom bir hissiyat'' yörüngesine yerleştirme amacından başka bir anlam da taşımaz. zaten, vatanseverlik ve milliyetçiliğin aynı anlamı taşıyan kavramlar olduğu yanılgısı da banal milliyetçiliğin sinsi oyunlarından başka birşey değildir.

    ortak bir tarihin ve ortak bir kaderin paylaşıldığını, milliyetçiliğin terk edildiği vakit devletin bekasının(aynı zamanda bireyin bekasının) söz konusu olamayacağını savunan zihniyetin, hergün yinelenen bilinçaltı göndermeleri ile toplumu oluşturan bireyler üzerinde otorite kurma çabası, bu ideolojinin varlığını koruma metodudur. zira, halk yok olmaktan, devletsiz kalmaktan ve de düşman tarafından hunharca katledilmekten devlete sığınmış vaziyettedir. onun için tek kurtuluş yolu bir bütün olmak ve tehditlere karşı tek bilek/yürek olmaktır. milliyetçilik, paranoya senaryoları ile insanlara bu bilinci dayatır.
    0 ...
  6. bir sey olmak

    1.
  7. globalleşen düny... diye başlayıp, azınlığın, çoğunluğu dişlileri arasına girmek zorunda bıraktığı çarka ve de ondan vücut bulan her türlü ahmaklığa uydurulan kılıftan bahsetmek niyetindeyim. genel-geçer bir hal alması, takriben endüstri devriminin ikinci periyoduna rastlıyor. yalnız ayrımı iyi yapmak lazım. yaşamak için yapılan her şey burada zikredilen ''bir şey'' başlığı altında incelenemez.

    kariyer sahibi, meslek duayeni, işin ehli olmak zorunda bırakıldık. zira, kapitalizm birilerinin aç kalması sayesinde varlığını sürdürebilen bir sistem. cümle fukaranın cefası, bir avuç zenginin refahının ön koşulu anlayacağınız. işte, tam da bu demde, fukaradan olmamak, dimdik ayakta kalmak, kodomanlara sırtı sıvazlatmak ve de sahte gülücüklere/alkışlara mazhar olmak için bir şey olmak zorundayız!

    zaruret olan, hayatı idame ettirmek iken, marifet ehli hayatın tadını çıkarma yolunu seçtiler. somali'de, afganistan'da gönüllü çalışan hekimler ile, ''insanlar daha mutlu yaşamayı hakediyor'' kılıfı altından mankenlerin memelerine hizmet eden medyatik estetik cerrahları ayırmak lazım. boş bulduğu mesire alanına yüksek rezidanslar dikme hayali kuran mimar ile, ''insanlara yeşil de lazım'' diyen planlamacıyı da ayrı tutmak iktiza ediyor. bununla beraber, herhangi bir kulvarda, cebini ve de hitap ettiği elit kesimi aşağılık olanlardan muaf tutan cümle dünyaperveri de bu kategoriye yerleştirmeliyiz. zira onlar, çoktan ''bir şey'' olmayı seçtiler. bu uğurda, elinden birşey gelmeyenleri hiçliğe itiverdiler ansızın.

    böylelikle hayat; hayatta kalmaktan başka derdi olmayanlarla, hayattan çok daha fazlasını istemekten utanmayanların keşmekeşinde seyreder hale büründü. bir şey olanlar, artık geriye dönüp bakmakla, geride kalanı kurtarmakla mükellef değil. onlar, paçayı sıyıran, köşeyi dönen olarak nitelendirilirken, açlıktan nefesi kokanlar onların dünyalarını kirletmekle meşguller.
    0 ...
  8. tanri benim gibi dusunmek zorunda

    1.
  9. benim kafam herşeye basar. dediğim dedik çaldığım düdük olmuştur her zaman. bundan sonra da böyle devam edecek!

    bizlerin hayata ve akışına dair planlarımız olduğu gibi, tanrı'nın da bu durumlar üzerine bir planı var. o, isteklerini gönderdiği elçiler ile iletmiş görünüyor. biz de isteklerimizi, duruşumuzla, söylemlerimizle dile getiriyoruz. ve bazen isteklerin çakıştığı oluyor.

    insanların kendi aralarında pür doğru olarak kabul ettikleri yegane şey; bilimsel sonuçlar ve bazı evresenl ahlak kuralları. onların da bazıları hala ihtilaflı. duygular ise değişken. aka bok diyen, kırmızıya yeşili tercih eden karşıt taraflar mevcut. kimisi için hayatın anlamı olan olgular, bir başkası için anlam dahi içermiyor. birileri ölmemek için her yolu mübah kılarken, bazılarının ölmekten başka arzusu yok. sadece; siyah, beyaz, sarı, kızıl, çekik gözlü olarak birbirinden ayrılmayan insanoğlu; bununla birlikte hissiyat olarak da sonsuz bir çeşitlilik arzediyor. hal böyle olunca; ortada çok farklı doğrular, doğru olduğu zannedilen yanlışlar veya mutlak yanlış olarak dayatılmış doğrular ihtiva eden bir yaşam çeşitliliği göze çarpmakta. ama kime sorsan; en doğrusunu o söylüyor!

    tanrı'nın her isteğini emir telakki edenlerle, o emrediyor diye aksini yapanların ve de kafasına göre takılmaktan başka mesaisi olmayanların yaşadığı bir gezegen burası. kimsenin akıl erdiremediği ise; tanrı'nın bizim isteklerimizle örtüşmek zorunda olmaması durumu. bunu; kimseye minneti olmayanlardan başkası düşünemeyecektir.

    her daim şaşmaktan kendini alamayan beşer, kendi dimağında şekillendirdiği felsefesinin doğruluğundan şüphe etmemekte. ''ben her zaman haklıyım'' tavrı insanlara karşı sergilenmekle kalmıyor, tanrı'ya karşı muhalefette de kullanılıyor. bizler herşeyi bilememekle, her doğruya vakıf olamamakla ve de sistemin işleyişine sonsuz bir ilham ile çözüm sunamamakla imtihan ediliyoruz. gerek bilimsel, gerek felsefi birikimimizi pey der pey bir şekilde oluşturabildik. birbirimizin açıklarını kapatmakla, teorilerimizi çökertip yerine yenilerini eklemekle geçiriyoruz ömürlerimizi. derdimiz; bizden sonrakilerin yolunu aydınlatabilmek.

    oruç tutmamızı isteyen tanrı'ya; ''aç kalmak bence çok saçma'' dediğiniz takdirde; sizin bu çıkışınız muhtemelen o'nun kararını değiştirme hususunda etkili olmayacaktır. ''içki içme'' demesine karşın; ''hem yaratıyor hem de yasaklıyor'' yanıtınız kararından caymasına sebebiyet vermeyecektir anlayacağınız. zira, futbolda neden ofsayt var mna koyim diyen birine ben olsam; ''ee beleşçilik yok ama'' derdim. herşeyi yaratanın o olduğunu kabul edip de; ''yasalarımıza, yürütmemize ve de yargımıza karışamazsın'' demek de sizin felsefi görüşünüzle o'nunkinin çatışmasıdır aslında. ama size göre; yine doğruyu siz söylemişsinizdir; o da her zaman doğruyu söylediğini iddia eder. mutabakat zor görünüyor bu safhada.

    o bir cümle ile cennetin kapılarını açabileceğini, bir küfür ile cehennem azabına başınıza sarabileceğini söylüyor. bu size mantıksız gelebilir. ''oysa ne kadar da güzel yaşıyordum, sadece o'nu inkar ediyorum, ne çıkar ki'' diyebilirsiniz. o da; ''bana olan borcunu itiraf etmesinden başka birşey istemedim'' diyecektir muhtemelen. yine anlaşamadınız.

    bazen olaylara tanrı gibi bakmak, yani empati kurmak o'nu daha iyi anlayabilmenizi sağlayacaktır. düşünsenize; kimseden gelecek tepki, eleştiri umrunuzda değil. kimseye gebe değilsiniz. ne ekmeğinizi ne suyu veriyorlar. kendi kendine yetebilen yedi kişiden birisiniz. büyük bir özgüven duygusuna sahipsiniz. hiçbirşeyden kaygı duymadan, düşüncelerinizi korkusuzca haykırabilirsiniz o zaman. tanrı böyle işte! bize muhtaç olmadığı için, muhtaç olanları memnun etmek zorunda değil. kimseye göre de isteklerinden taviz verecek hali yok ve yine de ''kaldırılmayacak yük'' de vermeyeceğini söylüyor. oysa ki; hiçbirşeyi olmayan insanın tanrıyla mutabakata varma çabası çok daha ilgi çekici. ben bundan daha fazla keyif alıyorum.
    5 ...
  10. biz size şah damarınızdan daha yakınız

    1.
  11. tüyleri diken diken eden bir kelam.

    ama öyle sanıldığı gibi duyduğumda, korkudan gözlerimin yuvalarından fırlamasına, tansiyonumun 12/8 yörüngesinden çıkıp ötelere doğru yola çıkmasına sebebiyet veren bir kelam değil. aksine yüreğimde kocaman bir tebessüm oluşturan, beni yaradıp da başından atmayan o büyük zata (allah) olan sevgimin katlanmasını sağlayan bir söz ''biz size şah damarınızdan daha yakınız''

    şöyle ki; insanlar bu sözden korkarak; ''ulan allah var ya her saniye bizi gözetliyor, olm nefesimiz kadar yakın lan, sıçtık valla!'' gibisinden komik tedirginliklerle bünyelerini fazlasıyla boğuyorlar. oysa ki anlayamıyorlar ki; o bizleri yakamızdan tutup azapla terbiye etmek isteseydi, dünya gibi bir bahane yaratmasına bile gerek yoktu. istediklerini yaratır, alayımızı cehenneme atardı. itiraz edecek mecalimiz bile olmazdı. ama o bunu yapmıyor. o bize azabı da korkutmak için anlatmıyor. haberimiz olsun, verilen emanete daha kadirşinaz davranalım; bütün amacı bu.

    işte böyle bir zat allah. ateşe girecek bünyeden çok daha fazla kendi üzülecek bir yaradan. ve bu kelamı anlatıyor ki; izlemek değil bu cümledeki amacı. umursadığını, kaale aldığını anlatmak.

    şöyle düşünelim. bir işyerinde çalışıyorsunuz ve sizden çok daha yüksek kademedeki birinin sürekli sizi izlediğini biliyorsunuz. ama bu adamın amacı seni cezalandırmak değil. seni umursuyor yani. ''bakalım yarın ne yapacak, daha kaç tane dibi gözükmeyen dosyanın anasını ağlatacak '' gibisinden soruların sebebi seni gözetlemesi... ne düşünürsün o zaman? korkar mısın? yoksa heyecanlanıp, daha büyük bir aşkla işine mi sarılırsın? sorumluluğunun bilincine varıp, verilen büyük görevin layığıyla üstesinden gelmeye mi çalışırsın?

    işte allah da tam olarak bu örnek kabilinden (teşbihte hata olmaz) bizlere bu sözle hitap ediyor. ''sizi umursuyorum, sizi seviyorum, sizin yapacağınız güzelliklerden heyecan duyuyorum. rablerini hatırlayıp, kendi nesilleri için çalışıyorlar'' gibisinden övgülerle bizlere rahmet yağdırıyor. biz farkında değiliz sadece.

    artık korkuları bırakın. cehennemi, cenneti bırakın. dünya talibi de ahiret talibi de olmayın. talip olunacak tek gerçek var. yoktan varedici olan, her daim seni umursayıp, gözardı etmeyen, elinin tersiyle itmeyen yüce mevla. iyi ki varsın diyorum sonra ben. çünkü senden korkmuyorum! seni seviyorum!
    61 ...
  12. kana tapan musrikler

    1.
  13. tevhid: varlığı birliği/tekliği

    bütün peygamberler yaratıcının tek olduğunu anlatmaya çalışan elçilerdir. onlar bu yönleriyle (tevhid)inancını şirk inancına muzaffer kılmak için gönderildiler. ve bu yüzden onlar, tarihin gördüğü en büyük devrimcilerdir. devrilmez iktidarlara, haşmetli hükümdarlara, yeri geldiğinde kendi kanından olanlara karşı çıkmış ve zulme baş kaldırmış isyankarlardır onlar. karşılarında ise hep şirk savunucuları vardır.

    zira şirk, statükoyu, kandan gelen sınıf farkını, ten renginden ibaret ayrımı desteklemiştir. hakim zümre keyif çatarken aşağılık(!) olanlar tanrılarını kızdırmamak için bu duruma metanetle karşılık vermişlerdir. çünkü onları, bu dünyadan sonra daha rahat bir hayat beklemektedir. zira onlar ''sabretmenin'' sırrını zulme isyan etmemek olarak almışlardır, aldırtılmışlardır. onlar tanrılarından korka dursun, hakim zümre servetine servet, şanına şan katmakla meşgul olmuştur. ben ruhbanların yalancısıyım.

    tevhid ise, yaratıcının birliğini ve dolayısıyla insanlığın birliğine temsil eder. çünkü insan kainatın bir özeti, numunesidir. ve yaratıcı birliğini dahi yarattıklarıyla paylaşacak kadar bonkördür. bu yüzden kana, paraya, makam ve mevkiye tapanlar tarihin her devrinde tevhide karşı durmak zorunda kalmışlardır. çünkü onların nemalarına, yüksek statülerine tevhidi savunan devrimci peygamberler karşı durmuştur. ve nasıl ki, tanrı'nın birliğine muhalefet etmek şirke düşmek ise, insanlığın birliğine(kırmızı,beyaz,siyah, türk, kürt, ingiliz ayırmaksızın) karşı durmak da şirke düşmek anlamına gelir. bu bağlamda ortalık, vatanperverlik aşkıyla ermeni öldüren, türk yakan, kürde surat ekşiterek bakan müşriklerle doludur. zira onlar, kibirleri yüzünden ilahi yasaya yüz çevirmişlerdir. kibir şeytanın kahkahasıdır oysa ki ve arabın aceme hiçbir zaman üstünlüğü olmamıştır, acemin de araba olmadığı gibi.
    2 ...
  14. humanizm herkesi sevmek anlamina gelmez

    1.
  15. bilinçli ve en faydalı hümanist bireyin savunması gereken tavırdan bahsetmek niyetindeyim. hümanizm kavramının serin ve bir o kadar emin gölgesinde, zevkü sefa etme hevesinde olanların büyük infiallerin de müsebbibi oldukları aşikar.

    nasıl ki; küçük bir çocuğun, çam yarması, zebellah kırması bir adam tarafından sille tokat dayak yemesine seyirci kalmak ''tarafsızlık'' olarak değerlendirilemezse, insana zarar verene, insan sıfatını layık görerek ve ''yaradılanı severiz yaradandan ötürü'' ilkesine dahil ederek zulme ortaklık, zalime alkış etmiş oluruz.

    bu bağlamda, bir hümanistin herkesi sevmesi ve pollyana heyecanıyla evrensel bir hoşgörü çağrısında bulunmasına gerek yok. tanklar tarafından öldürülen küçük çocukların, kompleksli eş/dost/akrabadan dolayı iteklenen engellilerin, ihtiyarların intikamını alamıyor iseniz, en azından faillerini sevmeme yolunu seçiniz. ki bu da etiğin ucundan bir köşesinden tutmuş olduğunuz anlamına gelir. belki bütünlemeden geçersiniz.
    2 ...
  16. nasyonal sosyalist bati medeniyeti

    1.
  17. doğal sınırlarına ulaşma gayesi ile yanıp tutuşan, yanıp tutuşurken başka medeniyetleri de beraberinde harlayan, çiçek virüslü battaniyelerle kızılderililere yardımda bulunan, yeni zelanda açıklarında adalara sahip olan, libya'da, cezayir'de ulusal çıkarlarını korumaya çalışan ve afrika'nın en ücra köşelerinde ormanları talan ederek kendi memleketlerine taşıyan birinci dünya medeniyetlerini gördükçe peydah olan -pek de yadırganamayacak- bir tabirden bahsetmek niyetindeyim. birilerine göre hep doğuda da olsalar, onlar her zaman batılı oldular.

    ''kendine müslüman'' batı memleketleri tarihsel süreç itibariyle sadece dünyanın geri kalan kısmı için değil, birbirleri için de büyük bir musibet olmuşlar. özellikle 1500'lü yıllardan itibaren başlayan kıta gelişiminin sadece sanat, düşünce ve bilim yörüngesinde değil askeri atılımlar sayesinde de olduğunu belirtmekte fayda var. bugün dünyanın en medeni ve demokratik ülkeleri olarak addedilen hollanda, fransa, almanya, ingiltere, vs. bu gelişimi birbirlerini yiyerek ve bu sayede geliştirdikleri askeri teknolojileri sayesinde gerçekleştirmişlerdir. yani ingiltere'nin bilmeneresinde yaşayan hollandılar, hollanda'nın ingiltereye savaş açması için yeterlilik arzetmiştir. çünkü bu aynı zamanda hollanda'nın; ''doğal sınırlarına'' sahip olması için bir argüman niteliği kazandırmıştır.

    zamanla kendisini geliştiren ve birbirini yemekten yorulan batı medeniyeti derdin dermanı olarak emperyalizmi keşfetmiştir. hapisane mahkumları, evsiz,işsiz, köle ve paralı askerler ve de daha ilginç olarak ''dünyayı keşfetme merakıyla yanıp tutuşan maceraperestler'' tarafından oluşturalan ordular, afrika, asya ve de amerika'ya gönderilmiştir. aztekler, inkalar bile batı'nın barbarlığı karşısında hayrete düşmüş; ''keşke onlarla savaşmak zorunda kalmasaydık'' demişlerdir.

    haçlı seferleri, genel kanı olarak din savaşları adı altında anılsa da, batı'nın kendi ''niteliksiz'' vatandaşını telef etme hususunda büyük bir stratejisi olduğunu da söylemekte fayda var. aristokrasiden ve sınıf ayrımından bir türlü vazgeçemeyen kıta ülkeleri, avam tabakasını doğal seleksiyona kurban etmenin yolunu, bu seferleri icat ederek bulmuştur. böylelikle aç insan azalacak ve tokun karnı daha şişkin, osuruğu daha kuvvetli olacaktır.

    bu bağlamda, batı'nın bugün de dahil olmak üzere, hiçbir zaman evrensel ahlak ve etikten haberdar olmadığı sonucuna ulaşmaktayız. onlara göre dünya'nın güzel olması, keyiflerinin yerinde olması ile aynı anlama gelmekte. şayet fransa'nın kaymak tabakası mutlu ise, dünya yaşanılası bir yerdir. kendi kendine yetmekte aciz kaldıkları her dönem çareyi başkalarının kanını emmekte bulmuşlar, bu kan emiciliğin sınırları çin'e kadar ulaşmıştır. ancak çin'in devasa kaleleri ve onlardan önce keşfettiği tarihsel kaynaklarla sabit top/ateşli silah teknolojileri sayesinde başarı sağlayamamışlardır. yüzeysel bir bakış ile batı'nın gelişimi ve güçlenmesi ardındaki sebepler bu şekilde özetlenebilir.
    1 ...
  18. savaslar din yuzunden cikmistir

    1.
  19. bilinen, çeşitli veriler ile anlaşılabilen 7-8 bin yıllık insanlık tarihinde tek bir toplum vaki değildir ki; dini inanca sahip olmasın. afrikanın en uç ormanlarında ruhlara tapan kabilelerden tutun da, orta asya bozkırlarında doğa olaylarını, gökteki yıldızları, göktaşlarını ilah addeden toplumlara, antik yunanda her duyunun, maddenin ve de anlaşılamaz kavramların farklı tanrılar tezahürü olduğuna biat edenlere ve de semavi kitaplara, onları tebliğ eden elçilere iman edenlere kadar geniş bir din skalası göze çarpmakta. bugünkü tarihsel bilgiler ışığında, tanrıtanımaz bir toplumun dünya üzerinde yaşadığı ve belli bir alana egemen olduğu söylenemez. vaziyetin böyle olması ve savaşın da tarihsel bir gerçeklik olması durumunu göz önünde bulunduracak olursak; her zaman iki dindar(!) tarafın savaşmak zorunda olduğu gerçeği ile karşılaşırız. zira bu matematiksel bir formül niteliğindedir:

    * bütün toplumlar dindar
    * savaşın gerçekleşmesi için karşılıklı taraflar olması zorunlu

    sonuç: iki din sahibi topluluk savaşır. [2*2=4]

    lakin bunların çıkış amacı mı din, yoksa din sahibi olanlar[istisnasız her toplum] savaştığı için en göze batan etmen mi din? daha açık bir ifadeyle, insanlar belli amaçlar[para, toprak, güç, egemenlik] için mi savaşıyorlar, yoksa dinlerinin bekası için mi savaşmaktalar?

    ''din toplumların afyonudur'' tespiti, statükoyu, hakim zümrenin selametini ve halkın cahilliğinden yararlanan din anlayışı için geçerlilik arzetmekte. altın saraylarda yaşayan karun'ların, put turizminden nemalanan ebu cehil'lerin, cennetten arsa satan papaların ve de halkın zulme/adaletsizliğe karşı isyanını korkuyla ve de ahiret ile bastıran ruhban şeyhülislamların din sahibi olmadıklarını mı düşünüyorsunuz? hayır, onlar; şirk dininin[statükodan ve eşitsizlikten nemalanan] temsilcileri. yani onlar dinsiz değil, bilakis hiçbirimizin ol(a)madığı kadar dindarlar!

    ve onlara karşı gelenler, hakikati temsil eden elçilerdir. firavun'un köhneleşmiş hakimiyetine karşı gelen musa, nemrut'un buram buram debdebe kokan saltanatına başkaldıran ibrahim ve de kureyş'in kadınlarını, kız çocuklarını insan yerine koymayan ebu leheb'in, ebu cehil'in karşısına dikilen muhammed. onlar aynı zamanda statükoya, eşitsizliğe ve de her türlü zalimliğe başkaldıran cesur isyankarlar, büyük devrimcilerdir. ve bu din, tarih boyunca şirk dini ile savaşan tevhid dinidir. ve tarih boyunca hep bu iki din birbiriyle ya da iki şirk dini birbiriyle savaşmıştır.

    ancak ne şirk dinlerinin birbiriyle savaşmasında, ne de tevhid ile şirkin savaşmasında amaç din değildir. tevhid, hakikati ve adaletsizliği ortadan kaldırmaya çalışırken, şirk statükosunu muhafaza etmeye çalışmıştır. yani tevhid avamın, ezilenin yanında olurken[evrensel bir bakıştır aynı zamanda], şirk ise kendi götünü kurtarmanın derdindedir. yani ne vatikan'daki papa'nın baba-oğul-kutsal ruh umrundadır ne de kureyş haşmetli putları adına cihad ilan etmiştir. onların tek amacı, bulundukları mevkiyi korumak ve bu durumdan nemalanışlarını payidar eylemektir.

    o halde, bu yer küreye aslında iki tane din inmiştir. birisi batılın, zenginin ve de güçlünün yanıda olan din; şirk dini, diğeri ise hakikatin ve ezilenin yanında yer alan ve her ne konumda olursa olsun korkmadan adaleti haykıran din; tevhid dini. hal böyle olunca; iyinin ve de kötünün çarpışması din savaşı olarak algılanmıştır. oysa bu; ezilene kanat gerenle ve zalime çanak tutanın, yani isyan ile zulmün çatışmasıdır. en açık tabirle bu; hakikat ile batılın savaşıdır.
    2 ...
  20. alman fasizmi

    1.
  21. türkiye kolu mhp'dir. zira, alman faşizminde önemli olan ari alman ırkıdır. devlet ise; saf alman ırkının gelişmesini sağlayacak bir araçtan ibarettir. mhp de saf türk ırkının selameti için; tehdit olarak gördüğü herşeyi yakıp yıkma misyonunu yıllardan beri devam ettirmektedir.
    0 ...
  22. italyan fasizmi

    1.
  23. alman faşizminden bir hayli farklıdır. italyan faşizminde önemli olan devlettir. halk ile devlet o kadar iç içe girmiştir ki; herşey devlet olmuştur. halkın birinci vazifesi devletin bekası için, devleti korumak, güçlendirip geliştirmekttir. vatandaş; devlet için vardır. bu yönüyle bugün chp'nin, türkiye cumhuriyeti'nin italyan faşizmi uygulayıcısı olduğunu söyleyebiliriz. zira, chp için de vatandaşın maduriyeti(misal; türban yasağı) önemli değil, aksine devletin varolması için halka ne kadar zulüm edilebilirse edilmesi gerekir.
    1 ...
  24. turkiye deki solun sagdan daha sag olmasi

    1.
  25. bu ülkedeki kavramların ne denli karıştığının, sergilenen evrensel ahlaktan yoksun tavırlar neticesinde, ak'ın bok vaziyeti aldığının en açık ispat-ı celilesidir. isim vermeme gerek yok sanırım. halinden memnunların ve darbe anayasaları savunucularının, yeri geldiği vakit militarizmden medet ummaktan utanmayanların ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez ayet- pardon yasaların - ebedi koruyucularının nereye baksak aynı odakta toplandığını görmekteyiz.

    bu memlekette herşeyin iyi gittiğine inanan sosyal demokrat(!)ların olması ne kadar da acaip geliyor kulağa. ama durum böyle. vaktiyle* kralın sağında kalanlar statükonun kaymağını yiyenlerken ve yerinde duramayıp, düzene ve adaletsizliğe isyan edenler sol taraftayken, nasıl oluyor da bu ülkede ''sol''um diyen adamlar her devrimin, yasağın ve de adaletsizliğin savunucuları olabiliyorlar? en tepelere yerleşip, yüksek rakımdan halka bakmayı adet edinmişler, nasıl oluyor da hala halka ahkam kesebiliyorlar?

    ''cumhuriyet'i biz kurduk'' diyen bir parti var bu ülkede ve işin daha ilginç tarafı, bu söylemi dillendirenlere haddini bildirecek birisinin çıkmaması. zira, çıkarsa; şeriatçi, komünist gibi mikrop(!) addediliyor. cumhuriyet'i sen kurduysan, bu nasıl cumhuriyet be adam? bildiğimiz cumhuriyeti halk kurar ve yöneticisi onun -halkın- hizmetkarı olur. ortada yanlış veya günün şartlarına ayak uyduramayan bir durum söz konusu ise, bunun değiştirilmesi teklif edilebilir, bu sorgulanabilir ve daha iyileştirilmesi için çözüm üretilebilir. devrimci'nin idesi, vakti zamanında devrimi yapanlara evrimleşmek değil, yeri gelirse devrimi değiştirmek ve belki de karşı devrim yapmaktır. yani kendi statükosunu koruyan adam ne devrimcidir ne de solcudur. o sağın da sağında ve mürteci muhafazakarlığındadır.
    3 ...
  26. kutsal anayasa

    1.
  27. değişmesi teklif dahi edilemez yasaları vardır bu anayasanın.

    * namaz kılmak farzdır [kuran]
    * türkiye cumhuriyeti'nin başkenti ankara'dır [anayasa]

    arada pek fark görememekle birlikte, ilk örnektekine ''eyvallah başım gözüm üstüne'' diyenler dogmatik olurken, ikinci örnektekini sorgulamadan ''kim dediyse mutlaka doğru demiştir'' diyenler aydın/çağdaş falan filan oluyor. kutsal anayasa'nın ilk 4 ayeti değiştirilemiyor, değiştirilmesi teklif dahi edilemiyor. kuran'da değiştirilemiyor, ne tesadüf! bi de tuncay özkan değiştirilemeyen değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen cumhuriyet mitingleri goygoycusudur, onu da belirtmekte fayda var. başka herşey değişiyor bu ülkede.
    2 ...
  28. atatürk ün güzel giyinmesi

    1.
  29. büyük bir devlet adamı olan gazi paşa hazretlerinin hemen her fotoğraf karesinde estetik duygularımızın bayram etmesine vesile olan, laikçisinden, yobazına kadar her kesimin kabul ettiği bir özelliğidir.
    5 ...
  30. gece yarisi yazarligi

    1.
  31. gece yarısı yazarlığı
    aykırılığın mukadder cenabetliğini yaşayan, normal olmaktan istemli/istemsiz sıyrılıp, geri dönüş yolu bulamayan hastalıklı cenahın kaçınılmaz sonu.''popülizm'' yanlısı, ''haftanın en beğenilen girileri'' kaygılısı için bereketsiz tohum ekip, beyhude rahmet bekleyen çiftçi durumu, dumuru.

    hafif dozda endişe ve biraz daha fazla sitem, yanında bir de yer yer haddini aşan aşağılama ihtiva eden bir yazıyla haşır neşirsiniz. haberiniz ola. yavaştan, amiyane tabirle birinci vitesten başlamak yerinde olacaktır.

    açıkçası, bu tür yazarlar hakkında biraz endişeliyim. bu endişeyi körükleyen sebeplerin başında, muhtemelen ''uyku''yu gereğinden fazla önemsemem geliyor. uykudan mahrum kalan dostlar için genel itibarla hüzne gark olup, zaman zaman gözyaşı dökmüşlüğüm, delil ve şahitlerle sabittir.

    ayrı bir husus da, yazmak için sınırsız bir dinginliğe ve mutlak bir sükunete ihtiyaç duyulmasıdır. öyle zamanlar olur ki; işler çığrından çıkıp, sözlükte muazzam bir hareket peydah olmuştur. kaostan göz gözü görmemektedir ve birşeyler yazmak gerekir. lakin mevzu bahis yazar, bok varmışcasına, roma zindanındaki gladyatör misali prangalanmış vaziyette, ağzı var dili yok konumda zifiri karanlığı beklemektedir.giriler, girilerden mütevellit polemikler havada uçuşmakta, sözlük yeni ayarzadelerine ikramlarda bulunurken, ayarzedelerin üzerine kabus gibi çökmektedir. yazarımız ise; hala beklemekte sakınca görmeyip, stabil olmanın mutlak ezikliğini doyasıya yaşamaktadır. ümidim o ki; bu bekleyiş en azından ıstırap ihtiva ediyordur.

    sözüm; geceyi ''olmazsa olmaz'' olarak tahayyül edenlere. ''sadece'' lere bel bağlmak ne büyük eksiklik oysa ki. esrar çekmeksizin minörün hakkını veremeyen enstrumaniste, ilham için mutlaka ''boğaz''dan feyz alması gereken şaire ve sadece yanlızlığından ve gecenin gör karanlığından medet uman yazara yazıklar olsun! aslolan, uyarılmamış bir bedenle gitarı tınlatabilmek. marifet vızır vızır geçen kamyonların gürültüsüne aldırış etmeden, şaranpolün eşsiz tehditkarlığının hayat bulduğu otoban kenarında şiir yazabilmek. aslolan, keşmekeşin ortasında paragraflara anlam katabilmek. dağ başında evliya olmak kolay. marifet, şehrin göbeğinde şehadet edebilmek.
    2 ...
  32. atatürk ün alaturka muziği yasaklaması

    1.
  33. devrimin getirilerinden/götürülerinden biridir. ona siz karar verin. ben dün nebil özgentürk'ün cnntürk'teki belgeselinde izledim. yaklaşık bir sene alaturka müziği yasaklayıp, halka batı müziği dinleten paşa, ısrarlara dayanamaz ve kendi müzik zevkinin de alaturkaya tebessüm etmesinden dolayı yasağı ortadan kaldırır. hayırlı bir karar vermiş, elleri dert görmesin.
    5 ...
  34. ben de muslumanim

    1.
  35. burası kamu kurumu allah diyemezsin, kitaptan bahsedemezsin, sakalın var ise yobaz, türbanın varsa einstein'ı anlayamazsın'' fikriyatı savunucularının kenardan köşeden yırtmak için dillendirdiği söz. laikliği anlayamamış ve kul ile allah arasında olan ibdaeti everest'in tepesinde namaz kılmak olarak düşünen zihniyetin yeri geldiğinde yırtmak için müslüman olduğunu belirtmesi durumundan başka bir şey değil. ah keşke her müslümanım diyen müslüman olsaydı be. münafık diye de bir güruh var, onlar ne o zaman? sen meclis komisyonunda ''allah'ın izniyle...'' diye başlayan cümleye laikliğe aykırı(!) diye itiraz edip, salyalı tükürüklerle aydıncılık oyna, ondan sonra ''ben de müslümanım ama'' de. o işler öyle olmuyor maalesef. ulan bazen ebu cehiller'e falan saygı duyuyorum. adamlar en azından delikanlıydı. çıktılar meydana, savundukları küfür ateşine sadık kalarak yığıldılar. şimdikiler o kadar bile delikanlı olamıyorlar. ah nerde o eski kafirler! yazık, çok yazık.
    2 ...
  36. alternatif infaz metodlari

    1.
  37. idam mahkumunu, sabah sabah seda sayan, esra ceyhan'la a'dan z'ye gibi programlara çıkartmak. adam olanda siyanür etkisi yaratır.
    3 ...
  38. cennette burasi cehennemde

    1.
  39. egitim en dogal haktir

    1.
  40. genelde türban tartışmaları neticesinde dillendirilen, dillendirildikçe anlamını yitiren ve çıkan anlamsız polemikler sonucunda önemini tamamen kaybetmiş haykırıştır. sonuç; eğitim en doğal hak değildir! çünkü eğitim ''hak'' denilen olgudan çok daha geniş manaya gelecek ''ihtiyaç'' olgusuna müdahil bir konudur.şöyle ki;

    türbanlı birisinin üniversiteye alınmamasının ve bu durumun birileri tarafından yadırganmamasının yegane sebebi eğitime biçtiğimiz kıt anlamdan ileri gelmekte. çünkü maalesef ki eğitim meselesine o çok övdüğümüz ama işimize gelmeyen çağdaş uygulamalarını el tersiyle ittiğimiz batı medeniyetinin baktığı perspektiften bakamıyorum. bizler eğitimi ''aman canım olmasa da olur'' bir hak olarak nitelerken en büyük yanlışı yapıyoruz. çünkü eğitim ''olmasa da olur'' tavrının segileneceği bir hizmet değil, aksine ''olmazsa olmaz''bir zaruriyettir. buradan gelmek istediğim nokta, bu durumu yemek, içmek veya seks yapmak gibi insanı insan yapan ve metabolik aktivitenin selameti için önem teşkil eden ihtiyaçlardan ayrı tutarak, ''herkes okumak, eğitilmek zorunda değil'' tavrını sergileyerek işin içinden çıkma çabasındayız.

    türbanlı bir hastayı, nasıl ki allahına kadar kamusal alan olan devlet hastanelerinee sokarken türbanını çıkarma dayatmasında bulunamıyorsak, okula girip ''bilgisizlik hastalığının tedavisi'' için derman arayan insana da herhangi bir dayatmada bulunamayız. bir devlet hastanesinin bir devlet üniversitesinden ne gibi bir farkı olabilir? madem bu kadar rejim savunucusunuz, o halde hastaneye de sokmayın bu örümcek beyinlileri kardeşim! ona neden ses çıkarmıyorsunuz? çünkü başta belirttiğim bu yanlış ''eğitim'' tanımlamasının yarattığı intiba ile bu yasağı savunabiliyorsunuz. ancak herkes bu tanımın yanlışlığının idrakinde olsa içinde bulunduğunuz çelişkiyi nasıl izah edeceksiniz? bence düşüncelerinizin bütünlük arzettiğine inanıyorsanız, o türbalıyı devlet hastanesine sokturmayacak, gözlerinizin önünde çırpına çırpına ölmesine müsade edeceksiniz! o zaman bile daha fazla saygı duyarım size. en azından tutarlı bir iş yapmış olursunuz.
    4 ...
  41. ilim fukarasi ateist

    1.
  42. herkese saygım var bu hayatta. yıllarca bir tapınağa kapanıp nirvana sevdasıyla yanıp tutuşan budist cenahtan tutun da, karıyı kızı bırakıp dünyanın nimetlerinden elini eteğini çekip klisedeki rahibeleri dünya ahiret bacı addeden katolik papazlarına kadar. yalnız bir kesime değil saygı beslemek, önümde diz çöküp suratlarına tükürmem için yalvarsalar nafile. sümkürmem bile. başlıkla müsemma ilimden, okumadan nasibini alamayıp işkembe-i kübradan sallamayı marifetlerin en yücesi, entelektüelitenin son noktası kabul etmişlere.

    das kapital okumadan komünist olana, felsefe okumadan filozoflar hakkında atıp tutana, tefsir,akaid,kelam,fıkıh ilimlerinin yanından geçmeden din hakkında saçma sapan atıp tutana saygı beklemeyin benden. turan dursun'un katkılarıyla oluşturulan dine bok atma jargonunun hakkıyla üstesinden gelen cenah ile bütün derdim. şu hayata bir kere gelip de alim olma kaygısı taşımadan cühela sınıfının başı çeken neferi olma gönüllüsü olanların kulak memelerini en şehvetli dil darbelerimle emmeyi arzuluyorum.

    sayılamayacak derecede olumlu devrime imza atmış hz. muhammed'in gidip de yatak odasıyla ilgilenmeyi hayatının merkezine koymuş gerzek ateist kesimi tirmizi'nin buhari'nin tefsirlerini okumaya davet ediyorum. karşıt olarak bir görüş belirteceksen islam ilmini bileceksin kardeşim. öyle bol keseden sallama yok! ayağına futbol topu değmeden yıllardır medyada ahkam kesen ömer üründül'den, her gelen iktidarın sadık yandaşı olmaktan çekinmeyen mehmet barlas'tan, fizik, kimya nedir bilmeden termodinamik yasasını hiçe sayan garibandan bir farkın olsun istiyorsan okuyacaksın, mal olmayacaksın.
    1 ...
  43. ateiste misilleme yapan ahmak müslüman

    1.
  44. bugün tanık olduğum, ahlar vahlar eşliğinde ''daha önce nasıl farkına varmam'' dememe sebebiyet veren insan topluluğudur. sözlükteki ateist cenah tanrı algılarıyla ve ilgili konular hakkında yorumda bulunurken, bizim pek muhterem islam savunucusu kesim de başka başlıklar açarak ateistlere saldırma çabası içine girmiş, sonuç olarak ilkokul 4 bilemedin 5 seviyesinde bir tartışma ortaya çıkmış bulunuyor. zaten gereksiz yüzlerce başlık varken hala ''bilmem ne yapan ateist'' gibisinden ahmaklığın dik alası başlıkların kime ne yararı dokunacak, anlamış değilim. yazacak birşeyiniz varsa mümkün olduğu kadar mevcut başlıklara yazın ki, sözlük içinden çıkılamaz bir platforma dönüşmesin. haydi koçlar göreyim sizi.
    3 ...
  45. sosyalist ajitasyon

    1.
  46. özellikle kahramancılık edebiyatından nemalananların sayısı bir hayli fazla olan bizim gibi 9. sınıf dünya ülkeleri vatandaşları arasında fazlasıyla rağbet gören edebiyat parçalama seanslarının tümüdür. sözlüklerde de sıkça karşılaşmaktayım bu eylemin en önde giden neferleriyle. ne de olsa atıları boğuluyor entryleri.

    para kazanmayı, düşünülmeyeni düşünüp birşeyler ortaya çıkarmayı aşağılayan bu güruhun çözümsüz eleştirilerinden sıkılmaya başladım artık. sermayeden, kapitalizmden nefret edip de kapitalizmin en büyük oyunu olan çözümsüzleşmenin, gevezelikten başka işe yaramayan ve lafın ötesine geçemeyen sistem eleştirisinin kucağına oturuyorlar her seferinde. kıçlarındaki levi's'tan, ayaklarındaki converselerden dem vurmayacağım. çok klişe oldu çünkü, benim de midem kaldırmıyor artık bu eleştiriyi.

    Sivas’ta yürekleri kanayan bir katliam olur. Hurra bütün sosyalist cenah benim de içinde bulunduğum Sünni topluluğun ayırt etmeksizin sülalesini elden geçirir. Biz de aynı toprağın insanları yaralanmasın, katledilmesin diye ortalıkta bağırsak da yine de onların gözünde sünniyiz ve ilelebet öyle kalacağız. Tek suçu bu memlekette kürt doğmak olan adama bütün samimiyetimle saygı duyarken, tek suçum türk olması dolayısıyle bütün ithamların odak noktası olmaktayım. Neden peki? Çünkü azınlık değilim bu memlekette. Ve birileri zannediyor ki, bir azınlığın katledilmesinin sorumlusu bütün çoğunluktur!

    halkların kardeşliği paralosıyla yola çıkıp, anti-militarist takılcağız ayağına orduya demediğini bırakmayan, yeri geldiğinde iktidarın darbeyle devrilmesini savunabilen ve her nedense ''islamcı'' herhangi bir harekete verilen tepkinin yüzde birini ''pkk'' denilen ne idiğü belirsiz örgüte veremeyen bir acaip hümanist kakafoniden bahsedecek olursak karşımıza yine aynı güruh çıkacaktır. ortalıkta ahkam kesmekle, üniversite önünde sistem eleştirisi kisvesi altında saçma sapan ''ders bırakma eylemlerinin'' figuranı olmakla müreffeh yarınların garantisi olacağını sanan bu kesime gönül dolusu muhabbetlerimi iletiyorum. ve artık saçma sapan fikirlerinizi, çözümsüz eleştirilerinizi ve bitmek bilmeyen nefretinizi kendinize saklanmanızı, insanların estetik hassasiyetlerine, ruh dinginliklerine daha saygılı olmanızı salık veriyorum. lafa gelince herkes che guevara bu ülkede. ha Bir de parka giymekle deniz gezmiş olunsaydı, değil incirlik şu anda guantanamo’da bile abd bayrağı dalgalanamazdı. Demek ki; çözüm üretemeden konuşmakla olmuyor bu işler. Varsa bir öneriniz sonuna kadar haykırın, yoksa sükut altın.
    2 ...
  47. beyin kivrimi seyrekligi

    1.
  48. evrimsel sürecin olumsuz etkilerinin başı çekeni. malesef sözlüktede kendini göstermiş durumlardan birisi. normal insanoğlunda bulunan lob sayısından birkaç tane fazla kıvrımın ya da en fazla 2 tane(lob sayısı) bulunmasıyla meydana gelen anomali.

    aslında kişinin doğumundan itibaren başlamış olduğu egzersizlerin kısıtlılığının ya da üşengeçliğinin tezahürü bir durum kıvrımlarının sayısının bir elin parmağını geçmemesi. insanoğlu bir işe ne kadar fazla eğilirse, kendisini o kulvarda o kadar fazla gelişmiş bulmuştur süreç itibariyle. örneğin tarih öncesi devirlerde ilk başta alet kullanmayı adet edinmiş, yavaş yavaş bu özelliğini geliştirmiş ve sonunda tarihin başlamasına, akabinde kullanılan materyalin(tunç, bakır, vs..) cinsine bağlı olarak devirlerin şekillendirmesinde öncü bir rol üstlenmiştir. ancak her insanın kendi tarihsel sürecini yazdığını düşünüyorum. burdan hareketle doğuşta itibaren, kendi özelliklerimiz geliştireceğimiz kanısına varıyorum. bu da kişinin, fiziki veya biyolojik özelliklerini geliştirmesinde yine kişinin hayatı algılayışı, önceliği verdiği özelliği, geliştirmek istediği haslete ne kadar vakit harcadığı gibisinden durumların ayırıcı unsur olarak görev aldığı gerçeğini apaçık gözler önüne seriyor.

    misal verecek olursak, #2322565 nolu giride ve şahsıma ait nick altı girilerinde de görülebileceği gibi yazar arkadaşın evrimsel sürecinden kıvrımlarını artırmak gibi en ufak bir talebi dahi olmadığı açıkça belli oluyor. her fırsatta bunu dile getirmekten ve sözlük mecralarına kusmakta en ufak bir tereddütün içine düşmüyor. algı dünyasından bahsederken kılın kırk yarılmasıyla sonuçlanan komplo teorileriyle içindeki kabusları şahsıma ithaf etmekten çekinmediği gibi, aldığı cevapları da gönül dünyasının sığılığı oranında addedip kurulan her cümleyi hakaret olarak değerlendirmeyi adet ediniyor. oysa, uğraşılacak o kadar iş,güç, vakit harcanacak binlerce farklı eylemin fiili olma durumu varken, şahsım üzerinden prim yapmanın sözlük platformunda en büyük reklam olduğu düşüncesiyle beyhude geçen dakikalarına/saatlerine yenilerini ekliyor.

    bu durumu evrimleşememiş, mutlak erdeme ulaşamamış, ulaşmayı amaç edinememiş mental ya da fiziksel sığ dünyaların kaçınılmaz sonu olarak görüyorum. 4 tane kıvrımla yaşamaktan keyif alıyorsa arkadaş, bu dakikadan sonra ona ağlamak, üzerine benzin döküp kendini yakan zavallıya ağlamakla eşdeğer olacaktır. o yüzden yolu açık olsun diyorum. bugüne kadar ki hayat görüşüyle kabul göremeyip, kurtuluşu klavye arkası şövalyeliğinde bulmuş bebeğime selam ediyorum burdan. kıvrımsız beynine zeval gelmemesi temennisiyle.
    4 ...
  49. ahmak nick altı saldırganlığı

    1.
  50. Vardır efendim. Ahmaklığın vücut bulup, ahlakın sükut ettiği mecralarda her türlü pespayelik gibi nick altı saldırganlığı da vardır. Hem de riyakar efendiler, yandaş toplama heveslisi fukara cenahın başı çeken neferleri yapar bunu. Seri eksi oy veren güruha da dahildir bunlar. Sivil toplum örgütleri gibi düşünün bunları. Tek farkları münazara değil münakaşa amacıyla yola çıkmış olmalarıdır. Bi-sivil toplum örgütü diyebiliriz(tam tersi manasında)

    Herkesin başına gelmişmidir? Bilmem. Lakin benim başıma geldi. Özel mesajlarıyla efendilik abidesi rolünü başarıyla ifa edip, mahlasımla müsemma başlığın altında gerzekliğini limitine kadar kullanmaktan çekinmeyen insanlar tanıyorum. Teşekkürler sözlük. ikinci çoğul şahıs hitabetine özenerek mesajlarını dolduran, korku dolu gecelerinin müsebbibi olarak zatımı görmelerinin bir tezahürü olarak nick altı saldırganlığında bulunan ilgi fukaraları var.

    Ulan madem haz etmiyorsun benden, çek git başka başlıklara, başka entrylere. Bu herkes için geçerli, sadece benimle ilgili bir durum da değil. Bir yazar başka birinden haz etmiyorsa önünde vakit geçirebileceği binlerce başlık, milyonlarca entry vardır. Ama hala kaba etleri kaşınıp da yazarın nickin altına girmekte en ufak bir beis görmüyorsa, sizi bilmem ama ben yanağını uzatan şamar oğlanı heveslisi arkadaşa şaplatmakta en ufak tereddüt etmem. Amacı beni kullanarak prim yapmak olup, inanmadığı şeylerin zağarlığını yapmaksa kafası mimbere vurulmuş müezzin konumundan kurtulamaz nazarımda. Buradan selam ederim hem seri eksileyen hem de nick altı hava sularımda it dalaşı yapan cenaha.
    4 ...
  51. ayar ahlakı

    1.
  52. Mustaribim ne yalan söyleyeyim. Hiç fark etmez ister ayar verme bahsinde olsun isterse ayar alma. Adabı muaşereye önem gösteren bir adamım. Argodan yeteri kadar nasibini almış kelimelerim de olsa karşıdaki şahsın rektumundan kan getirecek kadar sızlatmam derinliklerini.

    Dediğim gibi ayar verme hususunda, kantarın topuzunun iyi ayarlanması gerekir. Karşıdakinin kişilik haklarına saygısızlık derecesine varacak, yargılardan uzak durulması hem evrensel etik ve ahlak hem de hukuksal bir sürece tabidir. Durum böyle iken karşıdakinin bacaklarını ortadan ikiye ayırıp, tecavüzcü coşkun gibisinden araya sıyrılmaya çalışmaktan imtina etmişimdir hep. Sözümü söyle, mevzu bahis ayarzedeyi bayıltır ondan sonra da hususi aracıma bindirerek şişli etfale götürürüm. Tahlildi, serumdu, tomografiydi hepsinin parasını da bizzat cebimden öderim.

    Yalnız iyi niyetim suistimal ediliyor. Ben ayar konusunda karşıdakini bu kadar düşünürken, kendi kendini hiç düşünmüyor insanoğlu. Tamam kabul ediyorum, biraz bünyeni yormuş, arkadaşlarının gönderdiği gülücük efektleriyle bezenmiş mesajların sorumlusu olmuş olabilir entrynin altına yazdığım entrym. hafif başın dönmüş, tansiyonun 12/8 yörüngesinden bi hayli sapmış da olabilir. Ama insan bir editlemeden o giriyi değiştirmez ki. Bir de silenler var. O çok acaip. Bu da yeni bir ayar mekanizması galiba. Adam ayar yediği entryi siliyor, sonra benim entry kendi kendiyle kavga ediyor. Bakanlar da ulan adama bak mal mı lan bu diye hayıflanıyor. Oysa ki bilmiyor ki sözlüğün o suları bir tarih kokuyor. Bilmiyor ki bu adam orda birilerini denize dökmüş, birilerinin fena halde gözünü korkutup söz konusu başlığın yanına bile yanaşmaktan men etmiş. Kimse bilmiyor, anlamıyor. Neden mi? Çünkü ayar ahlakı yok hazımsız bünyelerde. Ama bu yüce amaç uğruna binlerce entrym de kendi kendisiyle savaşır gibi gözükse de, bir gün gelecek ben ve benim gibilerin vereceği ayarların korkusu yüzünden, geceleri gözünüze uyku girmeyecek ve akılcılıktan nasibini alamamış entrylerle donatamayacaksınız sözlüğü. Biz orda hazır bekleyeceğiz, müreffeh yarınların garantisi olarak.
    1 ...
  53. © 2025 uludağ sözlük