uçan ruhlar, yürüyen cenazeler, konuşan ölüler vesaire vesaire... işin ilginç yanı ise dindar kesim bu yapımları büyük bir ciddiyet içerisinde takip etmekte. anlayan beri gelsin.
keşke sağken onunla daha çok ilgilenseydim, daha çok vakit ayırabilseydim, ona daha çok doyabilseydim türevi pek çok söz ile beraber insanın damarlarında peydah olan yakıcı bir tür suçluluk, pişmanlık, keşke deme sebebi...
hapishane, yoksulluk, çaresizlik gibi temaları başarıyla işleyen bir dram...
--spoiler--
yıllarını hapishanede geçiren 3 arkadaş, tahliye zamanları geldiğinde dışarı çıkmak istemezler. çünkü kocaman bir karanlığın kendilerini beklediğini düşünmektedirler. ama mecbur tahliye olurlar ve sokaklarda çaresizce dolanmaya başlarlar...
--spoiler--
ırak'ın musul kentine bağlı şehan kasabasında kocasının şiddetinden kaçtığı ve yezidiler'e sığındığı için, ilçe meydanında linç edilerek yarı çıplak soyulan ve çocukların önünde taşlarla öldürülen kadının acı sonu yürekleri dağladı. ya da en azından benim yüreğimi dağladı. kaynak; herald turk
8sütun.com adlı haber sitesinde "başbayanlar niye küs" manşeti ile bir haber yayınlandı geçtiğimiz günlerde. (başbayan ne yaa? bayan ne yaa? hanımefendi de bari)
haberin detayları oldukça ilginç ve eğer gerçekten doğruysa bu daha da ilginç yahu.(bu cümle de bi ilginç oldu tabi) buyrunuz;
Bir Dışişleri Bakanı Cumhurbaşkanı olursa, first lady olmayı bekleyen Başbakan eşi ne hisseder? Bu sorunun cevabını merak etmedik hiç. Çünkü cevap kendiliğinden, hem de kısa sürede geldi. Zirvede bir süredir sıkıntı var. Türbanın ve islami ideolojinin birleştirdiği kadınları, şimdi kırmızı halılı köşk ayırdı. Öyle ki çıkan dedikodulara cevap vermek için bir araya gelip poz vermek zorunda kaldılar.
Adının açıklanmasını istemeyen ve o gün orada bulunan AK Parti yöneticisi kaynağımız, aşağıdaki konuşmanın 24 Nisan 2007'den birkaç gün sonra yani Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'na aday gösterilmesinin hemen ardından istanbul Abdi ipekçi Spor Salonu'nda ki bir odada gerçekleştiğini belirtiyor.
işte Hayrünnisa Gül ve Emine Erdoğan arasında iplari koparan o diyalog;
Odadaki bir kadın: Hayrünnisa Hanım hayırlı olsun. inşallah tamamına erer.
Emine Erdoğan: Gerçekten sürpriz oldu.
Hayrünnisa Gül: Evet. Bilmiyordum. Benim için de sürpriz oldu.
Emine Erdoğan: Genelde anormal olanlar beklenmez. Sizlerin de beklediği Recep Bey'in aday olmasıydı, öyle değil mi?
Odadaki kadınlardan biri: Ama Sayın Başbakan aday gösterdi.
Emine Erdoğan: Elbette, ama her öneri kabul edilmez değil mi?
Hayrünnisa Gül: Emine Hanım hayrola, bir sorun mu var?
Emine Erdoğan: Recep Bey adaylıkta ısrar etmeliydi. Siyasi geleneklere göre başbakan varken bakan aday olmalı mı? Recep Bey bazı dengeleri gözeterek adaylık teklifinde bulunabilir. Yoksa önce dengeler bozuldu, sonra da denge bunu gerektiriyor mu denildi?
Hayrünnisa Gül: Öyle şey olur mu? Yılların dostluğu bunu gerektirir mi?
Emine Erdoğan: Yılların dostluğu benim dediğime gelmeliydi. Evet bir kırgınlığım var. Ama yanlış anlaşılmasın, biz bir aileyiz...
yobaz katatonik şizofrenisi üzerine sözde tez yazan bazı doktoradan teyyaresi kuvvetli zaat-ı muhteremler, karışıktan kuruşuk sözler yazarak sözde ayarcılığa merak salmışlardır. yobaz nedir sorsan aydın derler. insanı kim yakar evladım? biz yakmadık onlar günahkardı derler. kendi kendilerine yandılar doğru ya.
yobaz-ül azimsel meraktan teyyaresi kuvvetli bu edebiyat üzerine tez hazırlamış muhteremler bilmezler ki bu karanlığı daha da karanlık yapan ateş bir gün üstlerine sıçrayacaktır. bilimsel veri isterler. alın ulan size bilimsel veri en mübalağasızından; sivas 93. aydınlar aydın kaldı, garibanlar yobazlığa merak saldı. önce adamı fakirleştir, üstüne din dikte et, en üstüne de kömür ver oy topla, adamı kendine bağla, kara çarşafa sok.
bu vatanı mustafa kemal üç otuz kupona almadı lan. kimseye yedirmeyiz, hele sizler gibi yobazlara hiç yedirmeyiz!
bu hastalık, diğer şizofreni türlerinin aksine genelde bulaşıcı olup, bedava dağıtılan makarna ve kömürle de insanlara geçtiği rivayet olunur.
tez vakitte kafalar keçeli arap sabunuyla yıkanmalı, aysun kayacı'nın oynadığı pepsi reklamlarında ki pepsi alınıp içilmeli ve sonra da reklamın getirdiği diğer ! nimetlerden faydalanılarak hastalığın en ağır evresi atlatılmalıdır, yoksa vay halinize. adam bile yakarsınız lan yoksa, adam bile.
atlılar atlılar kızıl atlılar, atları rüzgar kanatlılar, atları rüzgar kanat, atları rüzgar, atları at. rüzgar kanatlı atlılar gibi geçti hayat! vay vay vay vaay, biz kimlerin eline düşmüşüz de haberimiz yokmuş vay vay vay vaay.
görgüsüzlük olmuş insanlığın, aydınlığın adı.
elimi uzattım, merhaba ablacım dedim diye şimdi ben görgüsüz, tecavüzcü, namussuz mu oluyorum yani haa?
o kadın kirlenmiş mi oluyor haa? iran mı ki, arabistan mı ki burası ben elimi uzatmayım sevdiğim tanıdığım bir kadına? ya da tanımayı geç ulan, okulda yeni tanıştığım bi kadının elini sıktım diye o günahkar mı oluyor, ben cehennemlik mi oluyorum laan?
al sana akp politikası, al sana akp zihniyeti, al sana madımak zihniyeti tepe tepe kullan, turşusunu kur!
ben diyorum ki, öz kuzeni sırf erkek diye, öz kuzenine elini uzatmayan kadınlar var. bu hangi kitapta yazıyor sorarım sizlere, hangi kanun da yazıyor bu sorarım!
aydınlığın, centilmenliğin, insanlığın adı görgüsüzlük olmuş, hayvanlık, namussuzluk olmuş, günahkarlık olmuş vay vay vaaay...
bizlere centilmenlik dersi verenlere bakın helee, insan yakıyorlar diri diri insaaaan!
babasının asker olmasından dolayı çocukluğu anadolu'da geçen, harçlığını çıkarmak için zamanında işportacılık yapan, 1970 senesinde düzenlenen ses dergisinin yarışmasıyla hayatı bir anda değişen, 1975 yılıyla birlikte toplumsal içerikli politik sinemalarda rol almaya başlayan, türk sinemasının gelmiş geçmiş en büyük aktörlerinden birisi..
mahkum mehmet salih'in, deniz kenarında karısından gelen mektubu okurken ki ruh hali, seyit ali'nin avluda düşünceli bir şekilde cigara içerken ki o unutulmaz bakışları, yakınlarından deli gibi mektup bekleyip, mektup yerine havasını alan mahkumlar, hiç susmayan anonslar, duyurular, firariler, iç gıcıklayıcı koğuş ortamı ve sonunda kapıya asılan bayram izinleri...
seyit ali'nin, karın kışın kıyametin ortasında zar zor ilerlemeye çalışan içi istiflenmiş insan dolu minibüsle köye gelişi, yol kenarlarındaki aç kurtlar, hiç susmayan çakal sesleri, bunaltıcı sahneler.. ve belki de bunlardan en birincisi, en zor olanı, en yıkanı, en parçalayanı, seyit ali'nin acı çeken atını vurduğu sahne.. bu sahne çekilirken tarık akan ata kıyamamıştır ve tetiği yılmaz güney'in yeğeni çekmiştir..
dikkat edilirse bu sahnede tetiği çekenin sırtı kadraja dönüktür. filmin sansürsüz halinde atın vurulma anı yer alırken, sansürden geçmiş halinde sadece kara fışkıran kanları görürüz.. ve tabi ki daha sonra atın leşine üşüşen çakallar, kurtlar..
ayrıca yıllar sonra karısı ile karşı karşıya gelen seyit ali'nin gözlerindeki acı ve nefret dolu bakışlar, zine'nin kocasına söylediği inanılmaz derecede muhteşem yazılmış diyaloglar tek kelimeyle binlerce kez izlenmeye değerdir.
ve o amansız yolculuk. zine, ayaklarına paketinden yeni açılmış, akrabasının yazlık pabuçlarını giyer. seyit ali yanına oğlunu da alır ve başlarlar karda yürümeye.. sözde amaç sancak'a ulaşmaktır. fakat çok geçmez zine yazlık pabuçlarla soğuğa dayanamaz, başlar yere yığılıp acıdan çığlık atmaya. seyit ali yerdeki zine'nin yanına gelir ve zine'nin söylediği tek bi cümle seyit ali'yi yıkmaya yeter de artar bile. ne kin kalır geriye, ne de öfke..
- sen eskiden ne kadar iyi bir insandın seyit ali, bana kaval çalardın. sen kaval çalınca ben ağlardım..
oğlunun donmasın diye anasına vurduğu kırbaçlar, seyit ali'nin zine'yi sırtına alıp koşmaya başlaması, pişmanlık, acı, gözyaşı ve delicesine birbirine giren duygular..
ve tabi ki son sahnede, tarık akan'ın trende hıçkıra hıçkıra ağlaması..
doğu'da ki asker kaçakçı çatışmaları, evladını nüfusuna alamayan aileler, o dönem yasaklı olan bülent ersoy'un posterleri ile kenan evren'in posterlerini yan yana satan işportacılar, trende linç edilen insanlar, abisinin karısı ile evlendirilmek zorunda kalan günahsızlar ve tabi ki o dönem takma bir isim kullanarak filmin müziklerini yapan zülfü livaneli..
not; film, fransa, abd ve bazı ülkelerde hemen vizyona girerken, türkiye'de 12 şubat 1999 tarihinde (17 yıl sonra) sansürlü haliyle sinemalarda gösterilmiştir..
--spoiler--
70'li yıllarda abd'nin desteğiyle bir güney Amerika ülkesinde darbe olur. bu sırada Charles harmon adında genç bir Amerikalı ortadan kaybolur. karısının tüm araştırmaları sonuçsuz kalır ve Charles harmon'un izine bir türlü ulaşılamaz. derken baba harmon oğlunun izini sürmek için güney amerika'ya gider. gerçekler yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başladıkça, oğlunun siyasi sebepler yüzünden yok olduğunu anlayacaktır ve işin içinde hükümetinde bulunduğu gerçeği ile bir yıkımın eşiğine gelecektir...
--spoiler--
komşumuz şefika abla ile ortak olarak baktığımız, ailemizin ve mahallemizin sevgili dişi kedisi sinameki otu, bu gün saat 17:15 sularında tam karşımdaki pencereden görünen çimlik arazide doğum yapmıştır..
an itibariyle 5 tane yavru kedimiz olmuştur. lakin anne şefkati almaları açısından yanına yanaşmamaktayız. tüm kamuoyuna saygıyla duyurulur..
bu arada her ne kadar yavru kedilerden korksam da, çok sevdiğim bazı iyi arkadaşlarım sayesinde bu korkumu kısa sürede yenmiş bulunmaktayım..
şefika abla ile almış olduğumuz ortak karar çerçevesinde kedilerin isimlerini ben koydum. umarım ki bu ilk 24 saatlerini gayet düzgün bir şekilde atlatırlar ve vatana millete hayırlı birer kedicik olurlar..
tek bildikleri boğaza nazır sırça köşklerde barbekü partileri verip viskilerini yudumlamak olan bazı muhterem insanlar sonunda işçileri ölüme de layık gördü sayın seyirciler..
işçiysen ölürsün, fakirsen zaati ölürsün, gariban fukara adamın zaaten ne işi var ki hayatla? onlar ancak seçim dönemlerinde gerekli bizlere..
dağların başından bir tanım; olmadı başkan olmadııı.
istanbul dolmuş seferleriyle ilgili önemli bir hatırlatma; saray değil başkanıım aksaray aksaraay aksaraaaay..
vay canına sayın seyirciler bu nasıl bir hayal gücüdür yahu?
hem mini etekli, hem türbanlı, hem bira içiyo vay canınaaa. durun sizlere dün gece gördüğüm rüyamı anlatayım mevzuyla biraz alakalı da;
gözlerimi kapattım ve birden kendimi afrika'nın balta girmemiş çöllerinden birinde buldum. sağ tarafıma baktım binlerce insan. sol tarafıma baktım binlerce insan. lan dedim ben nereye düştüm yaarab? imdat vallah billah.
meğersem savaşın ortasına düşmüşüm. adamlar kafa kafaya girdi girecekler o derece, şimdi hafiften sözlü sataşıyorlar birbirlerine -aptal, salak falan deyu- ..
derken bi ses duydum sol tarafımdan, kumandan bağırıyordu;
topçular öneee, okçular arkayaaa, zırhlılar ortayaaa, nişan al zındığaaa..
ortada kaldım mı imdaat, derken sağdan atlılar koşmaya başladı üstüme.
tam bu sırada bi ses duydum, ankaralı namık.. başladı vay seni vay vay deyu bağırmaya. ama sesi de bi yanık göreceksiniz. derken adamlar bıraktı savaşı, başladılar göbek atmaya, dedim lan fırsat bu fırsat uyanayım ben...
sonuç olarak arkadaşlar; bu rüya ne kadar saçmaysa, bu başlıkta o kadar akıllı..
adı nitelikli lakin bu iş tamamiyle niteliksiz adamların denyoluğudur.
geçmiş dönemlerde hülya avşar hanımefendi bi açıklama yapmıştı, evlilikte tecavüz mü olur diye? olur, oluyor, olmuş. olmazmış gibi hareketler yapmayalım, evli de olsan, nikahlı da olsan karşında ki bir insan. her istediğinde hayvan gibi üstüne çökemezsin. biraz kibar olun, romantik aşk filmleri falan izleyin, kadını bi ortama ısındırın, dans edin, laa hadi loo geç odaya siye diyerek olmaz abi bu işler..
tabi erkek istemeyip, kadın illa ki isterim allah diye tutturursa bu kadınlar içinde geçerli zannedersem. gerçi öyle bi iş hiç duymadım yahu ben-kocasına tecavüz eden kadın- (bkz: oha)
hayatı parmaklıkların arasında ezilenlerle birlikte geçmiş, hayatını ezilen insanların kurtulmasına ve sınıfsız bir topluma adamış büyük sinemacı, büyük devrimci..
hiç bir zaman ülkesini kötülememiştir yılmaz güney. her daim, ülkesinin vatandaşlarına eziyet eden, eziyet çektiren, işkence eden, zulmeden, tecavüz eden alçaklara bir isyan, bir başkaldırı yapmıştır.
duvar filminde tüm anlatılanlar yaşanmıştır. yol filminde anlatılanların yaşanmadığını kim inkar edebilir? sürü, endişe, umut ve ağıt filmleri keza öyle.
ek olarak; ağaların yaptıkları zulümler, karın kışın ortasında sönen ocaklar sanki hiç yaşanmamış mıdır? bu zulümler yapılmamış mıdır? yapılmıştır..
bazı şeyleri yaşanmamış gibi görmek çok kolaydır, önemli olan bu bozuk sisteme dur diyebilmek, o kanlı çarklara çomak sokabilmektir. ama bu da böyle mangal gibi bi yürek ister işte..
bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışı tamamiyle terk edilmesi gereken bir yaklaşımdır. hiç bir zaman bilemezsiniz karanlığın sizlere sıçramayacağını..
bugünkü o çok övülen, yerlere göklere sığdırılamayan iran sineması, temellerini tamamiyle yılmaz güney'den, yılmaz güney sinemasından almıştır.
ve bunu da sürekli doğrularlar zaten. ne mutlu ki bizden, bizim topraklarımızdan böylesine büyük bi sinemacı çıkabilmiş, kendi ekolünü yaratan, bunu başkalarına aktarabilen...
alınan son bilgilere göre ben nereye berberim oraya diye ikinci bir açıklama yapan sabri'nin ispanya'ya geleceğini öğrenen madrid'li yetkililer tüm takımı ve taraftarları toplayıp karayip adalarına kaçma girişiminde bulunmuşlardır.
uefa'nın resmi internet sitesinden flaş haber olarak duyurulan gelişme.
alınan bilgiye göre sabri sarıoğlu yapmış olduğu açıklamada real madrid'de forma giyebileceğini belirtmiştir. fakat bu son gelişme sonucunda sabri'nin berberinin akıbetinin ne olacağı henüz bilinmemektedir.
tanım; delikanlılığın kitabını sıfırdan yazarak alemdeki racon anlayışına tamamen farklı bir boyut kazandıran aynalı tahir isimli dizinin lost'tan daha iyi bir dizi olması durumudur, ayrıca aynalı tahir'de sawyer'dan daha karizmatiktir, hem sesi de güzel..
sawyer'ı da gördük basın toplantısında böö böö böööö sesi aynı kalas gibii, oduun oduun.
hem delikanlı adam arabasına aldığı kızın hemen bacaklarını açıp buz fantezisi falan yapmaz öylee..
fazla uzatmadan hemen ratinglere bakalım;
aynalı tahir prime tıme'da tam gün 33,8'den aşağı rating ve 77,53'den aşağı share almazdı. oysa bu lost denen dizimsinin abd'deki ratinglerine bakalım isterseniz;
rating tüm kanallarda 21,7 ve izlenme payı yani share ise 33,9.. sakın bana nüfus oranlarını karşılaştırmaya kalkmayın yüzdelik dilimlere vurduğunuz zaman aynalı yine lost'a fark atıyor ona göre..
düşünüyorum düşünüyorum hiç bi fark bulamıyorum, acaba nerde hata yapıyorum diye sorulması gereken bir hadise..
örneğin benim dostum olan birisi hiç düşünmeden bana güvenir ve gel dediğim yere gelir ama bi arkadaşım mesela sorar yani nereye gidiyoruz diye? ne diyorum lan ben. bak bak bak bak (tavuk gibi oldu lan bu da) yavaş yavaş düşündükçe aslında ortaya bi şeyler çıkıyor haa.
dost bana tost ısmarlar, ama arkadaş hep borç para ister. ben de veririm. bu durumda ben onun dostuyum o benim arkadaşım mı?
dost, tostunu yer, yetmez bi de odasına davet eder, ama arkadaş yatmadan önce kapıyı kilitler arkasına da sandalye koyar. (nasıl yaa?)
dost dost diye nice nicesine sarıldım, benim sadık yarim ziraat bankası diye bi söz vardır mesela orada dost geçer, ama arkadaş geçmez ilginç.
yaa sonuç olarak yine de ben dost ile arkadaş arasında pek bi fark bulamıyorum, bulamadım, bulamamışım, bulunamıyor, sayfa görüntülenemiyor.. *
insanları aç karnına uyuttuğu için sürekli iktidardan tebrikler alan yarışma programı. toplum olarak tüm dertlerimizi unuttuk, artık tek bi derdimiz var, var mısın yok musun mevlüt na na na naaam..
ahey aheeey, bir de şu programı ilk çıktığı günlerde meraktan izledim ya en çok ona yanıyorum ulan. böyle bi el ele tutuşmalar, yapay yapmacık ağlama seansları, kutuları açarken kutulara üflemeler, üstlerini silmeler. la ne siliyon açsana işte, sanki bana silince içinden küçük para çıkacak. işin ilginci kendi kutusuna gidiyo gene kutuyu siliyo. lan oğlum sen o hareketi küçük çıksın diye yapmıyor muydun kutuya? al bak gördün mü küçük çıktı işte. ama o da nesi, yarışan insanlar ağlıyor, seyirciler ağlıyor, yarışan ağlayamıyor bayıldı o çünkü demincek.
lan yapmayın ne olur beni de ağlatacaksınız. vah garibim vah 300 bin lirayı kaçırdı ağlayalım hadi. zaten senin olmayan bi para için niye ağlıyorsun lan.
ağlama, ağlama, el bağlama, ağlama... ~ (bkz: nazım) ~
1) yazdığınız her yazıda, kaydırma, kodlama veya yanlış cevabı işaretleme gibi basit hatalar yapmayın, göz zekini bozmayın "gibi" (doğrusu zevkini olmalıydı).
2) paragraf yazılarında ilk önce soru kökü, daha sonra paragraf okunacağı için, kökünüzü iyi belirleyin, sağlam giriş yapın.
3) her yazıda cevaplandırılamayacak nitelikte özel mesajlar alıp, eksi oylara boğulabilirsiniz. hiç moralinizi bozmayın ve vakit kaybetmeden diğer entryi girin. vakit kalırsa daha sonra tekrar o mesajı atana dönebilirsiniz.
4) eğer o konu hakkında çok emin değilseniz sakın kafadan sallamayın. boş bırakın. bu sayede karmanızı düşürecek eksi bir puanı önlemiş olacaksınız.
5) süreyi son ana kadar kullanın. zamanınızı boşa harcamayın. ne zaman ki anneniz kapat şu bilgisayarı, zaman doldu derse o zaman bilgisayarı kapatırsın.
6) ilgi alanınıza daha yakın olan konulara daha fazla yüklenin. asıl puanı bu bölümlerden alacağınızı unutmayın.
7) yazı yazmaya önyargısız, moral gücü yüksek bir şekilde başlarsanız, diğer yazarlara oranla bir adım daha öndesiniz demektir.
8) ezber bilgiler girmekten kaçının, anlayarak yazın.
9) bazen 4 yanlışı bulmak, 1 doğruyu bulmaktan daha kolaydır. baktın hep seni eksiliyorlar, sende karşı taarruza geç. şüphelendiklerini bir bir acımadan eksile.
10) yeni konularla ilgili yazı yazılırken, kolaydan zora doğru gidilmelidir. maazallah başlarda bi ayarı yersen varya fena olursun ona göre..
evet arkadaşlar. gelecek dersimizde ayar vermenin 10 altın kuralını hep birlikte öğreneceğiz. hoşçakalın!!