Ülkemizin en saygın kurumlarından biri olan ÖSYM kendi yaptığı YDS' ye denkliği olan IELTS'in denkliğini kaldırdı!
Zaten ne yapsalar haklılar! Siz ingilizlerin haddine mi düşmüş bizim ingilizcemizi ölçmek? Bizde her sınavı şaibeli, olaylı bir kurum dururken, size yedirirler mi sandınız? Sen bu sınavı 130 dan fazla ülke de tanıtmış, kabul ettirmiş olabilirsin. Ama burası Türkiye!!
17 aralık - akp'li bakan ve çocuklarının da içerisinde bulunduğu bir kara para aklama ve rüşvet davası açıldı. (bkz: 17 aralık 2013 ihale ve rüşvet operasyonu) bunların bırakın dava konusu olması ima edilmesi bile neredeyse ülkede yasaktır. bu, operasyonun etkisini katlar. insanlar bu operasyonun burada kalmayacağına, akp'nin en yumuşak karnı olan ihale verme, ihaleye fesat karıştırma, kamu mallarının satılması gibi konularda yapılmış olması kuvvetle muhtemel yolsuzluklara gideceğine inanır. bu sırada akp'den konuyla ilgili ilk adım gelir.
18 aralık - (bkz: 5 emniyet müdürünün görevden alınması) bu adımın atılması ile beraber artık akp'nin operasyonun ilerlemesini engellemek istediği kanısı oluşur. hamlenin burada kalmayacağı açıktır.
18 aralık - akp operasyon devam ederken soruşturmayı yöneten iki savcının yanına "işlerin hızlandırılması" kisvesi altında iki yeni savcı daha ekledi. bu durumun operasyonun seyrine müdahale olduğu oldukça açıktı. bu iki savcının nasıl değerlendirileceği bir gün sonra ortaya çıkacaktı.
18 aralık - poliste görevden almaların ardı kesilmedi. 40'a yakın ilin kaçakçılık ve organize şube müdürleri görevlerinden alındı. takip eden bir iki günde görevden alınan yüksek rütbeli polis sayısı 100'ü aştı. bu görevden alınmaların bu kadar seri şekilde yapılabilmesi cemaat'in fişlenme iddialarını doğrular nitelikteydi neredeyse.
18 aralık - hsyk'nın aldığı bir kararla savcılar ve hakimlerle ilgili soruşturma yetkisi adalet bakanlığına bağlandı. bağımsız olması gereken yargının, bağlandığı cemaatten alınıp doğrudan hükümete bağlanması adına atılmış önemli bir adım oldu.
19 aralık - (bkz: 19 aralık 2013 hüseyin çapkın'ın görevden alınması) ile birlikte en yüksek rütbeli polis görevden alındı. ancak çapkın'ın görevden alınma sebepleri diğerlerinden biraz farklıydı. akp, kendisiyle ilgili bu düzeyde bir operasyon hazırlığı yapılırken koskoca il emniyet müdürünün bu operasyonu fark ederek deşifre edememesini cezasız bırakmadı. akp'nin ilk günlerde yaptığı "iç işleri bakanın oğlu göz altına alınıyor ama bize haber verilmiyor" içerikli açıklamaları kendi yargısını nasıl oluşturduğunu da deşifre ediyordu aynı zamanda. çünkü tüm hukuk kuralları soruşturmanın gizliliğini korumuş ve bu konuda polisi iç işleri bakanına (yani iktidara) değil soruşturma savcısına bağlamıştır. artık akp'nin bu işten ne kadar tedirgin olduğu kesinleşmişti.
19 aralık - hüseyin çapkın'dan boşalan koltuğa alelacele hiçbir polislik altyapısı olmayan ve bugüne kadar kimsenin dikkatini çekmemiş (bkz: selami altınok) atandı. bu atama kamuoyu tarafından bir zamanlar yök'e yapılan yusuf ziya özcan atamasına benzetildi. (bkz: 39098711) (tamam yalnız ben benzetmiş olabilirim belki. ama ben de komuoyunun bir parçası değil miyim yahu!)
19 aralık - (bkz: 1 savcı yanına 2 savcı verip onay için 2/3 istemek) istanbul cumhuriyet başsavcısı turan çolakkadı savcılara "soruşturmada iki savcının onayı olmadan hiçbir adım atılamayacağına" dair bir yazı gönderdi. nihayet hükümet soruşturmada ipleri eline aldı. işte o haber
19 aralık - (bkz: operasyona yayın yasağı getirilmesi) istanbul cumhuriyet başsavcılığı rtük ve telekomünikasyon iletişim başkanlığına bir yazı yollayarak soruşturmanın gizliliğini ihlal edecek ya da kişileri suçlu gösterecek yayınlarla ilgili tedbir alınmasını istedi. artık iş iyice rayından çıkmıştı. akp tarafından atılan her adım kendi suçluluğunun bir itirafı olarak kabul görmeye başladı. ülkenin geçmiş dönemde yaşadığı birçok kritik davada belgelerin nasıl gazetelerde manşet olduğu, bu yayınların iktidar tarafından nasıl alkışlandığı kimsenin gözünden kaçmamıştı.
19 aralık - (bkz: 19 aralık 2013 sadullah ergin çolakkadı görüşmesi) akşam saatlerinde adalet bakanı istanbul cumhuriyet başsavcısıyla bir şeyler konuştu. toplantının, yarınki halısaha maçına gelemeyecek arkadaşların yerine yenilerini bulmak için yapıldığı iddia edildi. (içine zaytung kaçmış suser)
20 aralık - (bkz: masak başkan yardımcısının görevden alınması) maliye bakanlığı'na bağlı mali suçları araştırma kurulu başkan yardımcısı faruk elieyioğlu görevden alındı. faruk eliyioğlu soruşturmayı maliyeden onaylayan kişiydi.
20 aralık - (bkz: 20 aralık 2013 trt'de görevden almalar) valla bunun soruşturmayla ilgisini pek kuramadım ama "pis cemaatçiler kadrolarımızdan defolun" hamlesi olması muhtemel.
20 aralık - bakan çocuklarının da dahil olduğu birçok sanık tüm savcıların ortak kararıyla tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildi. bu adımın akp adına gerçekten çok kritik olduğunu düşünüyorum. bu hamle ile tüm yurda "bakın yargıya müdahale etmiyoruz. sonradan giren savcılara rağmen operasyon oy birliğiyle ilerliyor." deme fırsatı buldular. belli ki bu bakanları kurtarmaya çalışmayacak akp. sadece olayı en az hasarla kapatmak istiyor partisi adına. esas hedef soruşturmanın ilerleyerek tayyip erdoğan'a ulaşmasını engellemek.
21 aralık - (bkz: 21 aralık 2013 adli kolluk yönetmeliği) bu değişiklikle içişleri bakanlığı ve adalet bakanlığı'nca adli kolluk yönetmeliğinde yapılan değişikliğe göre emniyet ve jandarma görevlilerinin, adli olaylarda amirlerine bilgi verme zorunluluğu getirildi. artık amacın ne olduğu konusunda kimsenin bir şüphesi kalmıyor; akp, her şeyi kabak gibi göz göre göre yapmak zorunda kalıyordu. aslında akp her şeyi zaten göstere göstere yapıyordu; ama ülkedeki gayrı resmi yayın yasakları sebebiyle kimse olup bitenlerden haberdar olamıyordu. bir şekilde toplumda fark edilirse, insanlar kızlı erkekli tartıştırılıp yola devam ediliyordu.
22 aralık - (bkz: basın mensuplarının emniyet binalarına alınmaması) istanbul emniyet müdürlüğü tarafından yapılan yazılı açıklamayla, türkiye genelinde basın mensuplarının bugünden itibaren emniyete girişlerinin yasaklandığı duyuruldu. bu yasak aslında mehmet baransu'nun ve onun gibi gazetecilerin önünü kesmek için atılmış bir adamdı. 1 gün önce yeni istanbul emniyet müdürü'nün, mehmet baransu'nun emniyet müdürlüğüne girişi hakkında inceleme başlattığı haberleri medyaya düşmüştü. baransu akp'nin en palazlandığı dönemlerde elde ettiği ayrıcalıkları gene akp döneminde kaybediyordu. devrim kendi evlatlarını yemeye devam ediyordu.
22 aralık - istanbul emniyet müdürlüğünde 25 şube ve ilçe emniyet müdürünün daha görev yerleri değiştirildi. artık emniyetteki görevden almalar kanıksanmaya, haber değerini kaybetmeye başlıyordu. bu görevden almaların sadece bu operasyonla ilgili olmadığını, esas amacın ülkenin bir çok şehrinde yapılması muhtemel belediye yolsuzluk soruşturmalarının önüne geçmek olduğu akp medyasınca açıklandı. yolsuzluğun değil bunu soruşturmanın aleni suç sayıldığı pervasız bir döneme merhaba diyorduk.
23 aralık - 2006 yılında yasa dışı dinlemeleri engelleme bahanesiyle kurulan ve tüm yasa dışı dinlemelerin merkezi olan telekomünikasyon iletişim başkanlığı'na bir yıldır yapılamayan atama gerçekleştirildi. mit'te hakan fidan'a olan yakınlığıyla tanınan (bkz: ahmet cemaleddin çelik) bundan sonra telefon dinlemelerinin başındaki kişi olacaktı. böylece bakanların ve iktidarın yasa dışı dinlenmesi ve bunların kamuoyuna yansımasının da önüne geçilmiş oluyordu. artık iktidar kimi yasa dışı dinleyeceğini de cemaate soracak değildi. dönem "yasa dışı dinlemeyi de en iyi biz biliriz" dönemi olarak kayıtlara geçti.
23 aralık - polis teşkilatındaki rutin görevden almalar devam etti. en düşüğü şube müdürü düzeyinde gerçekleşen görevden almalar bugün itibariyle 135 kişiye ulaştı:
7 emniyet müdürü
13 emniyet müdür yardımcısı
14 daire başkanı
101 şube müdürü
bu görevden almalarla, birilerinin yıllardır varlığını iddia ettiği için ömür boyu hapis cezalarıyla cezalandırılmasını sağlayan çete, ülkenin en yetkili ağzından onaylanmış oluyordu. bu zaten çokça dillendiriliyordu ama "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" düsturundan yola çıkılacak olursak yukarıdaki rakamlarla iş artık resmiyete dökülüyordu. akp, kendi eliyle oluşturduğu çeteyi hızlı bir şekilde yine kendi eliyle tasfiye etmeye başlamıştı.
bu tasfiyenin, ülkenin en büyük yolsuzluğunu ortaya çıkardığı için yaşanmış olması ise bu coğrafyaya özgü trajikomik hadiseler sınıflandırmasında üst sıraları zorlayacak cinstendi. soruşturmadan ve yaşanması muhtemel benzeri tüm soruşturmalardan giderek ümit kesilir oldu.
Ben aslında Adana da doğdum ama kendi memleketimi (urfa/birecik) diye söyler dururum.Sorarlar hep;
+ (Neden?) diye.
- Bana ait güzel anılar yok ki orda ,insan kendini nereye ait hissederse oralı oluyo işte
hele birde bıraktığı yerle bütün bağları kopmuşsa, orada hatırlayacağı kimse kalmamışsa yada onu
hatırlayacak kimse yoksa ; yanlızlık denilen o kaca boşluğu doldurmak için başka yerlerde
başkalarına sarılmışsa dört elle, nerde nefes alabiliyosa oralı oluyo işte insan...
yer : adana tarih: 27.03.2011 sınav: ygs neden: süre sıkıntısı sonuç: önümüzdeki maçlara bakalım!
aslında herkez aklından geçirmiyor da deil hani bu sınavda süre yetmezse ne olacak diye
ve olan oldu matematik bölümünde yapılabilir ve bi okadar da uğraştıran sorular çıkınca
haliyle herkezin hüsran olduğu durumdur.
bunun sadece tek bir açıklaması vardır; insanlar küstahtir.
evt,tek açıklaması budur.dağdaki, ovadaki gençler ülkelerini korumak için
kanlarını,terlerini dökerken diyer tarafta yeri geldiğinde pkk ya bile yardımı
dokunmuş bir sanatçının vurulmasından olay çıkartılmasıdır.
peki kendinize bir türk vatandaşı olarak şu sorunsalı aynı olay başınıza
gelse acaba ne olurdu?
asrımızın başında ilmi ihlaşlaştırarak her şeyi ona
kurban eden bi kısım sığ görüşlü materyalistlere karşı,
çağın cihamnüna ilim adamı:
''dinsiz ilim kör,ilimsiz din de topaldır.''
diyerek, bir asrı saran korkunç hezeyanı, en latif şekilde
taşlıyordu.bilmem ki, günümüzün hem kör hemde topallarını
görseydi ne diyecekti!...
yalnız olayın ilginç tarafı bu feto kişisine inananların, ona güvenenlerin, onun rızkıyla orucunu açanların feto'nun iş ve siyaset dünyasındaki nufuzuyla, etkinliğiyle ya da ne bileyim gücüyle falan övünmeleri çok tuhaf.
sizin ne işiniz var olm parayla pulla işle siyasetle ? imam değil mi sizin hocanız? gidin dua okuyun,namaz kılın bişey yapın. hiç olmadı hep beraber ağlayın.
ha yok sen din ile alakası olmayan, ya da dini kullanarak çıkar sağlayan başka bir örgüt kurduysan ona göre söyle biz de bilelim. bak lions var rotary var. sen de de ki "din min yalan yahu bakmayın ağladığmıza bizim olayımız iş dünyası , para, siyaset" ondan sonra gel canımı yeea.
aksaray'ın bekdik köyünde yaşanılan olaydır.olayda cami hocası
H.ç'yi uyku tutmadığı için gece uyuyamadığı ve cuma namazı vaktinde uyuya
kaldığı durumdur.gün itibariyle arkadaşımın ağızındından duyduğum bir olaydır.
konya selçuk üniversitesi ilahiyat fakültesi ana bilim dalı başkanı orhan çeker isimli gerizekalının açıklamasına göre kadının dekoltelisi
tecavüze uğrarsa suçun büyük bir kısmı kadındadır demiştir.
eğer bu adamla aynı din ve bilinç içinde isem an itibariyle bu din ve inancımdan
fazgeçmeye hazırım arkadaş.
- bülent abi... ühühü...
+ evet benim.
- ben bir şey yaptım abi... ühühü... çok pişmanım.
+ alkol mü?
- evet... fırt!.. hem de seks!
+ tamam canım kardeşim benim. dert etme hemen. şimdi biraz sakin ol, beni dinle.
- ühühüü.. fırt!... tamam abi...
+ bak, güzel kardeşim: hatasız kul olmaz. hayatta o kadar...
- bi dakka abi... geçiyo galiba...
+ ha?
- (...)
- evet, geçti. hadi öptüm, kib, bye! *gel kız buraya! ohş!*
+ bi saniye dinle...
*dııııııtt*
+ ulan... ulan yeter! orgazm sonrası cinsel isteği azalan* manyakların elinde oyuncak olduk lan! bir daha bağlamayın bunları!
muhteşem yüzyıl adlı dizide ki güzel ve ötesi hürrem sultanın
fatih sultan mehmet'e (sülüman) diyerek hitab etmesi ve an itibariyle
haber türk spikerinin bu olayı doğrulaması.
başkaları için olmasa da ki bunlar (abazalar,gaylar,molozlar,evde kalmışlar,hayattan umudunu kesmişler,
iktidarsızlar,asosyaller,kandili kutlayacak olanlar vs...) ;
dehaları genellikle babaları belli bir mevkiye gelince uyanır.
babası bir makam elde ettiğinde zaten hali hazırda konuşturulmuş bir dehanın
ürünü yatırım veya şirketlere sahip pek bakan, başbakan çocuğuna rastlanmaz.
önceleri gezip tozar, avrupalarda amerikalarda okurlar. bazıları kadıköy'de
arabayla insan ezerler ama babaları mevcut makamından önce de başka bir makama sahip olduğundan pek problem olmaz. itfaiye gelip yolu yıkar, öyle kan falan kalmaz.
böylece işin dünyevi kısmı halledilmiş olur. dinci bir parti söz konusu olduğundan
ahiret zaten çantada kekliktir. bu oğlanlar daha sonraları 20 küsür yaşlarına kadar
eşşek gibi çalışıp alın terleriyle kazandıkları paralar düğünlerinde takılan altınlarla gemi falan alırlar. hayat sürüp gider.
artık yaş ilerliyor tabi;
bünye yavaş yavaş sırt ağrısı, baş ağrısı, kıç ağrısı uyarıları vermeye başlıyor. yine böyle bir doktor
kontrolü sebebiyle adana devlet hastanesinde röntgen sırasındayım. koridor adeta bir renk cümbüşü. bu tabiri, yazdığım yazı daha bir edebi görünsün, okuyucuyu daha bir etkilesin diye kullanmıyorum. gerçekten de etrafımda farklı şehirlerden, farklı kültürlerden onlarca insan var.
baştan aşağıya yeşil, uzun ve simli elbiseleri ile kürt kızları var mesela, yüzlerine bakmaya çekinir insan, masmavi gözler, bembeyaz, inci gibi dişler, hani al o kızı oradan, birazcık süsle, makyaj falan yap, sonra tak melek kanatlarını, götür victoria secret defilesine manken diye çıkar, zerre sırıtırsa terbiyesiz evladıyım.
sonra; at hırsızı kılıklı adamlar var mesela, yanımdan geçiyor bir tanesi, gayr-i ihtiyari cüzdanımı kontrol ediyorum, taklaya gelmeyeyim diye.
hastalık zor iş, insan sağlığının kıymetini hastanelerde daha bir iyi anlıyor. çevrede gezinen bir sürü insan, kiminin kolu sarılı, kiminin bacağı, kiminin ise teni sapsarı.
bu hengamenin arasında otuzlu yaşlarında biri getiriliyor sedye ile, göğsü ve kafası sarılı, ama durumu pek kötü görünmüyor, sesi ve keyfi yerinde. tesadüf eseri hastanede sıra bekleyen, tanışık oldukları belli, başka bir adam ile göz göze geliyorlar ve sohbet başlıyor.
(sohbetin bu kısmını, hiçbir şey ilave etmeden, hatırımda kalan şekli ile yazıyorum, zira duyduklarımı edebi bir eser haline getirecek, süsleyecek kadar türkçe bilgim yok)
- geçmiş olsun birader, ne oldu böyle?
- sorma; dayı oğulları ile tartıştık biraz, tartışma kavgaya dönüşünce silahlar konuştu, biri pompalı ile üzerimize yürüdü, tetiğe basınca da bu hale geldik, göğsüme ve başıma saçmalar isabet etti, kardeşim de yaralandı, benim durumum iyi ama onun durumu daha kritik.
- hadi yaa; tekrar geçmiş olsun; amca oğullarını çağırsaydınız yardıma.
- hayır çağırmadık, olay büyüsün istemedik.
"olay büyüsün istemedik"
birisi bana pompalı ile saldırsa, benim göğsüme ve kafama saçmalar isabet etse, bu benim hayatımdaki en önemli olay olur herhalde, belki de bir dönüm noktası; psikolojik yardım almam gerekebilir, belki de yaşadığım şehri değiştirmem, yeniden hayata adapte olmam kolay olmayabilir.
ama örneğimize bakıyoruz, adamın zerre sikinde değil, tamam, ben de, ;amca oğullarını çağırsaydınız yardıma ; fikrinin ne kadar geri zekalıca olduğunun farkındayım ama yine de ;olay büyüsün istemedik ; ne demektir yahu. pompalı tüfek ile avlamışlar sizi, daha ne kadar büyüyebilir bir tartışma.
hani insanlar adrenalin ve maceranın büyüsüne kapılıp ekstrem sporlar yapıyorlar ya, paraşütle atlıyorlar, dağlara tırmanıyorlar, köpekbalıkları ile dolu havuzlara giriyorlar, sonra da çıkıp ;ben tehlikeyi seviyorum yaa ; diyerek kasılıyorlar.
bence hiç havalara girmesinler, beyhude yere yamaç paraşütü yaparken çektirdikleri fotoğrafı sosyal paylaşım ve arkadaşlık sitelerinde yayınlamasınlar. zira onların heyecan ve tehlike diye yaşadıkları atraksiyonları, sıradan bir adanalı, sıradan bir günde zaten yaşıyor.
düşünsenize, trafikte önünüze kıran bir aracın şoförü, az önce sözünü ettiğim pompalı tüfek ile vurulmuş, ama yaşadığı olay gayet normalmiş gibi ;olay büyüsün istemedik ; gibi cümleler kurabilen bir akıl hastası. ve siz o akıl hastası veya akıl hastaları ile aynı yollarda yürümek, aynı marketten alışveriş yapmak, aynı sinemaya gitmek zorundasınız.
türkiye'nin dört yanında Facebook üzerinden örgütlenen vatandaşlar, hükümetin içki düzenlemesini protesto etti. Günler önce 'AKP'ye içiyoruz' adıyla başlayan örgütlenme, dün akşam 19:00 itibariyle eyleme dönüştü.
Başta istanbul-Taksim olmak üzere pek çok meydanda toplanan kalabalıklar, AKP ve Başbakan Erdoğan aleyhinde slogan atarak ellerindeki içkilerle yürüdü. izmir, Edirne, Ankara gibi illerde de geniş katılımla yapılan eylemde binlerce kişi 'şerefe' diyerek Başbakan'a kadeh kaldırdı.
Eylemde çok ilginç sloganlar da atıldı:
* Alkolik hareket engellenemez,
* Tayyip baksana şişeleri saysana,
* Ucube Tayyip,
* Şerefine Tayyip,
* AKP şaşırma içkimize karışma,
* Eylemde en çok atılan sloganlardı.
Sayın yazarlar burdan şunu söylemek isterim ki; hangi bir ülkenin başbakanı
alkol yasağını 24 yaşına çekerek 23 yaşındaki bir t.c vatandaşı alkol veya alkol ürünlerini
satın aldırmazken 18 yaşında ki bir t.c vatandaşının ruhsatlı bir silah alma yetisine sahiplendirilmesine izin vermektedir.çok sayın ve şerefli başbakanımızın bunu algılamada
muktedir değil ise izmir,edirne,ankara gibi laik ve demokratik şehirlerimizin bu gibi
saçma sapan protestolarını da kabul etmesi gerektiğine inanıp hoşgörüyle karşılamasını
umuyorum.
Meşhur fıkradır:
"Okulda çocuğa politika konulu kompozisyon ödevi verilir.
Çocuk da babasına sorar:
- Politika nedir?
Baba ne cevap vereceğini bilemez. Başlar sallamaya:
- Yavrum, anlatacaklarımı iyi dinle. Ben evin geçimini sağlamak için
çalışıyorum para kazanıyorum. Yani ben kapitalistim. Annen, kazandığım parayı
harcayıp evi idare ediyor, yani hükümet. Hizmetçimiz ev işlerini yapıyor, yani işçi.
Sen halksın. Kundaktaki kardeşin de istikbal. Kompozisyon ödevini buna göre yaz!
Anlaştık mı?
Çocuk, 'anladım' der, sabah ödevini yazmak üzere uykuya çekilir.
Gece tuvalete kalkar ve beşikteki kardeşinin ağladığını duyar.
Hizmetçiye haber vermek için odasına gider, babasıyla hizmetçi yatakta sarmaş dolaş.
Annesine seslenir, ama annesi horul horul uyumaktadır.
Çocuk hemen masasına geçip ödevini yazmaya koyulur:
Filmdeki bir sahneyi Sabah yazarı Mevlüt Tezel yazdı:
"(...) Tarihi kaynaklarda, 9 Kasım 1922'de Bediüzzaman için Meclis'te resmi bir
'Hoş geldin töreni' düzenlediği ve dua etmesi için kürsüye davet edildiği yazıyor...
Kurtuluş Savaşı mücadelesini destekleyen Said Nursi, kürsüde Kurtuluş Savaşı
gazilerini kutlar ve zafere ulaşmaları için dua eder.
Ancak Said Nursi çok geçmeden Ankara'da dinden uzaklaşıldığını,
milletvekillerinin çoğunun namaz kılmadığını gözlemler ve 19 Ocak 1923'te bir bildiri yayınlar...
Bildiride milletvekillerini dine ve namaz kılmaya davet etmektedir...
Atatürk de bu bildirinin yayınlanmasından rahatsızlık duyup Said-i Nursi'yi odasına çağırır ve
ikili arasında şiddetli bir tartışma çıkar.
işte filmde bu meşhur tartışma perdeye taşınacak.
Bu sahnede Atatürk'ün milli bütünlüğü, egemenliği milliyetçilikle sağlamak istediğini ve
Said Nursi'nin yayınladığı bildirinin hatalı olduğu; Said Nursi'nin ise islamiyet'te
imandan sonra en yüksek hakikatın namaz olduğunu ve namaz kılmayanın hain olduğunu söylediği iddia ediliyor.
Bu sahnede en ilgi çeken noktalar ise; Said Nursi'nin Atatürk'ün karşısında bacak bacak üstüne atması... Atatürk'ün tartışma sırasında sinirlenip masaya vurması...
Said Nursi'nin Atatürk daha sözlerini bitirmeden hışımla yerinden kalkıp odadan kapıyı sertçe vurup çıkması...
Bazı sinema dağıtımcıları bu sahnenin tepki çekebileceğinden bahsediyor.
Yönetmen Mehmet Tanrısever'in, tartışma sahnesinde Said Nursi'nin karizmasına karizma katıp,
Atatürk'ü ezip geçtiği yorumlarını yapanlar da var.
'Hür Adam' cephesinden gelen haberler şimdilik bu kadar...
Görünen o ki, bu film köşe yazarları kadar tarihçiler arasında da tartışma yaratacak."
****
Bu kadar yalanı nereden buluyorlar? Bu görüşme ne zaman oldu?
Mustafa Kemal 14 Ocak 1923'te Batı Anadolu gezisine çıktı.
20 Şubat 1923'te döndü.
Yani sözümüz ona Said-i Nursi bildiri dağıtıp tepki aldığında Mustafa Kemal Ankara'da değildi.
O halde görüşme nasıl olabilirdi?
Film ya oluyor işte. Üstelik kapıyı da hep "diktatör" olarak gösterdikleri Mustafa Kemal'in yüzüne çarpıyor!
Sonra da elini kolunu sallayarak dolaşıyor! Bu nasıl diktatör ise çok korkak herhalde!
Filmde var mı bilmeyiz, Said-i Nursi sonra meclise Van'da "üniversite" açılması için yasa teklifi sunduruyor, kabul edilmesi üzerine çalışma yapmak için Van'a gidiyor.
Mustafa Kemal de yüzüne kapı çarpıldığıyla kalıyor!