sadece ve sadece françoise atlan'dan dinlenilmesi gereken**, sefarad kültürüne âit bir ninnidir. 25 yaşında, eşşek kadar bir insanı bile ağlatabilir, nedense...
durme kerido hijico,
durme sin ansia y dolor.
cerra tus lindos ojicos,
durme durme con savor.
de las fajas tu saliras
y a la skola tu iras.
i'aí! mi kerido hijico,
aleph bet ambezaras.
de la skola tu saliras
y a la plaça tu iras.
l'aí! mi kerido hijico,
mercancia ambezaras
de la plaça tu saliras
y a la estudio tu iras.
ıslak kağıt üzerine uygulanan*, çok keyifli ve hassas bir tekniktir, asla hata kaldırmaz. hızlı düşünüp hızlı hareket etmeyi, sabırlı ve titiz olmayı gerektirir. o kağıt üzerinde hakimiyet kurmak oldukça güç olabilmektedir.
heves edip suluboya teknikleri seçimlik dersini alabilmek için hop oturup hop kalkmak: bir usis gecesi
st petersburg 12'li suluboya seti: 62 lira
suluboya teknikleri dersinden *kalmak üzere olmak: paha biçilemez...
tanrı'nın verdiği beyni aynen muhafaza ettikleri, duyageldikleri şeyleri sorgulamaya gerek görmeden "doğru" kabul ettikleri için, çoğunlukla doğru çıkan bir yargıdır.
1977 doğumlu olmasına rağmen nip tuck'ın ilk sezonlarında şabalak bir ergeni çok güzel canlandırmıştır. ilerleyen sezonlarda matt büyüdükçe, olgunlaştıkça görmüşüzdür ki evet surat şabalak falan ama john hensley garip bir şekilde hoş da, özellikle uzun saçlıyken.
kutsal autocad komutlarından biridir. üstüste çizilmiş elemanları, tanımlayacağınız bir hata payı aralığında temizler. autocad ile temiz ve titiz çalışan bünyelerin, başkalarının çizimlerini adam etmeye çalışırken, veya belediyenin dandirik dijital paftalarını hâle yola sokarken daha az delirmeleri için düşünülmüştür.
white are the far-off plains, and white
the fading forests grow;
the wind dies out along the height,
and denser still the snow,
a gathering weight on roof and tree,
falls down scarce audibly.
the road before me smooths and fills
apace, and all ahout
the fences dwindle, and the hills
are bloted slowly out;
the naked trees loom spectrally
into the dim white sky.
the meadows and far-sheeted streams
lie still without a sound;
like some soft minister of dreams
the snow-fall hoods me round;
in wood and water, earth and air,
a silence everywhere.
save when at lonely intervals
some farmer's sleigh, urged on,
with rustling runners and sharp bells
swings by me and is gone;
or from the empty waste i hear
a sound remote and clear.
the barking of a dog, or call
to cattle, sharply pealed,
borne echoing from some wayside stall
or barnyard far afield;
then all is silent and the snow falls
settling soft and slow
the evening deepens and the grey
folds closer earth and sky
the world seems shrouded, far away.
its noises sleep, and i as secret as
yon buried stream plod dumbly on and dream.
kurulduğu 1992 yılından bu yana, epey yol kat etmiş üniversite.
ana kampüsü tayfur ata sökmen kampüsüdür. mühendislik ve temelleri yeni yeni atılan mimarlık fakülteleri, iskenderun'da ikâmet edecektir.
müzikteki dehasını anlayabilmek için, notre-dame de paris müzikalinin, birinci perdesinden, belle adlı parçayı dinlemek yeterli olacaktır. ki zaten tüm müzikalin en bilindik parçasıdır. http://www.youtube.com/watch?v=aBXeXBpTVOk
açılımı key generator olan, aldığınız korsan yazılımları sanki lisanslıymış gibi yapan, antivirüs programlarını dürtse de çoğunlukla zararsız, ve hattâ pek bir faideli olan minik uygulamalardır.
bir de, boş bulunduğunuz bir an çalıştırdığınızda, sandalyenizden zıplamanızı sağlayan keygen müzikleri vardır. yılların korsancısıyım, henüz güzeline rast gelemedim.
en taşşaklı yazılım firmalarının bile lisanslarını kıran bir üreteç kodlamak, kolay iş olmasa gerek. ama o kadar emek verip ortaya koydukları programcıklara, muhtemelen midi uzantılı, o kafa siken müzikleri niçin eklerler, ben bunu anlayamıyorum.
acil çıktısı alınıp üzerinden elle geçilmesi gereken bir çizimi yazdıracağım diye bilgisayarın başında yarım saatten fazla cebelleşmek. yazıcının, yazdırmamakta ısrar etmesi, sinir olmak, panik olmak, deli olmak. yazıcının bana mısın dememesi...
ve sonra, yazıcının "bana mısın?" diyebilmesi için, yazıcıyı bilgisayara bağlamak gerektiğini hatırlamak...
cinsel moral yok
dostça bir ses yok
otoriter devlet yok
sıcak bir dokunma yok
aşka taviz yok
yüksek adrenalin yok
söze temas yok
gece içinde gündüz yok
o zaman kendi kendinle kalırsın
içindeki hayvanla tanışırsın
o zaman yalnızlığı anlarsın
içindeki şüpheyle yarışırsın
söyle
söyle
söyle ah söyle
söyle
yalnız kalır mıydın yine?
suça teşvik yok
bütün bir ailen yok
dinine inancın yok
cebinde paran yok
havada oksijen yok
bir yudum alkol yok
altın alyans yok
temiz bir giysin yok
o zaman öfkeyle siyaha dönersin
içindeki korkuyla yeşile
o zaman acıyla mora dönersin
içindeki gururla griye
söyle
söyle
söyle ah söyle
söyle söyle...
yalnız kalır mıydın yine?
sinemaya ve tiyatroya amatör olarak başlayan, çeşitli tiyatrolarla çalıştıktan sonra Levent Kırca ile tanışıp hayatımıza giren oyuncu. Merhum Kemal Sunal'ın filmlerinin başrolde kendisi ile yeniden çekilmesini nâhoş bulmuş olsam da, çok saygı duyduğum bir oyuncudur. Özellikle BKM kadrosu ile çok iyi işler çıkarmışlardır. Bilhassa Otogargara'da -sinan öğretmen karakteri hariç- tüm tiplemeleriyle yarım yarım yarmıştır, komediye çok yakışmaktadır.
emre aydın'ın ikinci albümünün en başarılı şarkılarından birisi olup diğer bazı "beni unutma"ların*** arasındaki yerini çoktan almıştır zannımca, asla eskimemek ve değerinden kaybetmemek üzere.
cesur savaşçı turan dursun anısına 1997 yılında oluşturulan sitedir. kendisine zamanında karşıt savlarla değil ancak kurşunlarla cevap verebilen zihniyetin hışmına uğradığı için çoğu zaman doğrudan erişilemeyendir.
bir neslin çocukluğunda derin izleri olan bir seridir. konusu, kurgusu, olayların nereden başlayıp nereye gittiği net hatırlanmasa bile herkesin hafızasında o tiksinç öldürme yöntemlerinden birisi mutlaka kalmıştır. ve hattâ inanıyorum ki tebeşirin kara tahtada çıkardığı cızırtılı sesi duyunca dellenen birçok insanın bilinçaltında freddy'nin elemanın birine yaptığı benzer bir işkence sahnesi mevcuttur -ki bu desibel içerikli işkence elemanın beyni patlayana kadar çeşitli şekillerde devam etmiştir.
bu son filmin çekildiği sene doğmuştu küçük kardeşim. ancak gerzek yapımcılar seriyi tekrar hortlatmak istedikleri sırada kendisi 19 yaşına gelmişti...
gerçi bir de arada bir yerlerde freddy vs. jason diye bir vukuat olmuştu, ki bunu sinemada izleyen andavallardan biri olarak elbette bu son filme itibar edecek değilim, ancak arada bir arkadaşlarını eve toplayıp üçleme, beşleme, ne bulursa üst üste izleme ve izletme organizasyonları yapma meraklısı biri olarak seriyi indirdim. iki gecede izledik, eğlendik, içinde ne kadar çok espri barındırdığına şaşırdık, güldük, ve hattâ püskürerek güldük, kendisini sürekli yenileyen kazakla kafayı bozduk falan, güzeldi.
son filmde eminim mahvetmişlerdir her şeyi. zaten robert englund oynamamış. çocukluk anılarına saygı açısından izlenmemesi gerekir diye düşünüyorum.
hani bazı insanlar hava atacaklar diye hakkında hiç fikir sahibi olmadıkları konular hakkında atıp tutarlar ya.. hani bu konuların geneli de cinsel içerikli olur ya.. hani bunlara da bilhassa erotik hikâye sitelerinde rastlanır ya.. 25 santim organlar, sabaha kadar 7 kez tatmin etmeler falan...
işte ben misyoner pozisyonuna bok atan insanları o masalların yazarlarına benzetiyorum. çünkü eskiden ben de onlardandım, çünkü sanki diğerlerini ve hattâ onu bile çok tatbik etmiş de beğenmemiş gibi misyoner pozisyonunu sıkıcı ve sıradan bulur, keyifli bir cinsel hayatta kendine yer bulamayacağına inanırdım.
ama öyle değil. yatak odası akrobasisi, fanteziler falan, bunlar güzel şeyler tabi. ama nefesleriniz birbirine karışmadıktan sonra, sevdiğin adamla yüz yüze bakışıp sarmaş dolaş öpüşüp sevişemedikten sonra onların da çok bir anlamı olmuyor. bu yüzden bu kadar yaygın olduğunu savunacak değilim, ancak evet, sıradanlık hiçbir şeyi kötü yapmaz.
ben birbirini sevip de bu pozisyondan haz etmeyen bir çift hayal edemiyorum. belki de o yüzden o bok atanları o masalların yazarlarına benzetmek istiyorum.
sütle ya da sade içilebilen, sütlü olanın tadına doyulmayan, başka çeşit bir tiryakilik yaratan kahve çeşiti. Ayrıca soğuk algınlığı sonucu oluşmuş boğaz ağrılarına falan da iyi gelir, rahat bir nefes aldırır.
tophane'de ayaklarınızı uzatıp içebilir, veya tanıdığınız varsa urfa ya da antep yörelerinden getirtebilirsiniz birkaç kavanoz.
bundan yaklaşık iki sene evvel, 011235813213455891442333776109 kişisi sınırsız internete geçiş yapmış ve hâliyle kendini downloada vermiştir. Bu esnada dünya sinemasına kafayı takmış, ve adını sanını duymadığı yönetmenlerin öyle pek bilinmeyen filmleriyle kafayı bozmuştur.
bir akşam "başka ne indirsem" diye gezinirken 2007 yapımı "glass lips" diye bir filmin afişine https://galeri.uludagsozluk.com/r/64324/+ çarpılmış, her zamanki gibi konusuna künyesine falan hiç bakmadan derhal indirmiştir. altyazısını da bulup derhal izlemek istemiş, ama interneti ne kadar deştiyse de altyazı falan bulamamıştır. ama merakına ve heyecanına yenik düşüp öylece izlemeye karar vermiştir. izlemiştir de...
filmin neden altyazısının olmadığını filmin bitişinden takriben bir buçuk saat sonra ancak algılayabilmiştir. evet, filmin altyazısı yoktur, hiçbir zaman da olmamıştır, çünkü filmde diyalog ve hattâ monolog namına hiçbir şey yoktur. 94 dakika boyunca kimse bir kelâm etmemiştir, ama göndermeler o kadar üstüme üstüme gelmiştir ki ben bunu film boyunca fark edememişimdir.
kısacası öyle herkesi pek sarıp sarmalamayabilecek, ağır ve soyut bir lech majewski filmidir, bir şairin çocukluğundan akıl hastanesine yaşadığı dramı yansıtır. zaten "blood of a poet" diye de bilinen bir amerikan-polonya ortak yapımıdır.
ilk çıktığı zamanlar internetten özenle takip ettiğim bir programdı. gençleri keyifli ve enerjik bulur, hocalarının da yılmaz erdoğan olduğunu düşününce "ileride kim bilir ne dehşet skeçler çıkacak ortaya" diye düşünürdüm.
hangi sırayla meydana geldi bunlar bilmiyorum ama bi baktım skeçler abuklaşmakla yetinmemiş -afedersiniz- resmen sıçmış, yılmaz erdoğan'a bir hâller olmuş, sanki ortada takdir hak edecek bir şey varmış da onu da kendisi yaratmış gibi bir havalara girmiş, ayrıca mutfakta hem skeç yazıp hem oyunculukta döktüren gâyet yetenekli gençler varken ersin korkut denen dümdüz şahıs sanki grubun olmazsa olmazıymış gibi öne çıkarılmaya başlanmış falan.. bıraktım gitti, izlemeye değmeyecek durumdaydı zirâ.
perde arkasında sistemleri nasıl işliyor bilmiyorum ama yılmaz erdoğan keşke bir çekidüzen verebilseydi. Bir dünya kalitesiz iş arasına bir tane daha eklenmiş mi eklenmemiş mi izlemedikten sonra beni hiç ilgilendirmez ama zamanında feriştah zulüm, eyvah necdet*, tatlım, tatlım*, ve hepsinden önemlisi hilmi duran* gibi karakterler yaratmış bir adamın böyle bir seviyesizlikte imzasının olması üzücü gerçekten.
Televizyon ekranlarına yansıyan en sürtük karakter olma sıfatını Eden Lord**'un elinden almış bulunmaktadır.
düşündüm de, kendisinin sürtüklükleri bizim televizyonumuza ne derece yansıyabilir ki. dizinin rtük tarafından kırpılması olası iki bölü üçünü de izlemek isteyenler box set falan bulsun indirsin.
çok fazla haşır neşir olunduğunda, uykusuzlukla beraber kişide deformasyona yol açabiliyor.
geçen akşam kanepede oturmuş sevgilimin sigara içişini seyrederken, adamın üzerine edit poly almayı, vertexleriyle oynamayı ve kendisine bu şekilde sigarayı azalttırmayı planlarken yakaladım kendimi. gülmeye başladım. "aklıma iyi bi fikir geldi ama modify menün yok" dedim. anlamadı...
erkek arkadaşımı oynarken görüp "ahahh, bu ne lan, çocuk musun sen?" diye dalga geçtiğim, ancak seyrederken bile eğlendiğim, hele oynamaya başlayınca hastası kaldığım süper oyun.
yani bir oyun hem bu kadar sığ olsun, ama içinde de çok keyifli detaylar barındırsın, hem birkaç saatte bitirebileceğiniz kadar kısa olsun, ama farklı konseptte bir sürü ek oyunu ve şuduru buduru olsun hiç sıkmasın... adamlar yapmış. gerçekten hastalık gibi bir şey, ve üstelik bulaşıcı. gören kendini kaptırıyor ve oyunun hayran sayısı geometrik olarak artıyor.
aynı evde bir araya gelince birbirine saydıra saydıra half life oynamayı alışkanlık hâline getirmiş, yaş ortalamaları 27.4 olan beş kişiyi bilgisayarlarının başına bireysel olarak hapsetmiş, oyundaki zombilere ve bitkilere abuk sabuk isimler takup gülen şabalaklar hâline getirmiş bir baş yapıttır kendisi. tek eksiği multiplayer desteğidir. yani yapbozları, mini oyunları, zen bahçesini, kafadan kontak dave'i düşünmüşler ve fakat o yok işte!