ki aslında ne bir yarışmadayım, ne de bir tahmin yürütme oyununda. sadece kahveyi üzerime döken şımarık bir oğlan çocuğuna tahammül etme sınırım bu.
kimi zaman bazı kimseler öyle nokta atışları yapıyorlarki. bu sigara almak için girdiğin bakkal dahi olabilir. kısa winston soft alabilir miyim ? gibi alelade bir sorudan 'soft mu ?' karşılığını alıp sözüm ona edilgene vurgu yaptığını sanan, patavatsız bir bakkal amerika'dan bile tehlikelidir.
bense sadece koltukta oturup kahvemi içiyor, yapılan muhabbeti dinlemeden önemli noktaları koşullu tepkilerle yakalayıp tutarlı tepkiler vermeye çalışarak bu benim için fena hâlde sıkıcı olan misafirlikten kalkmayı bekliyorum.
misafiri olduğum, sürekli gülümseyerek hayata pozitif baktığını ve hiçbir şeyi kafaya takmadığını anlatmaya çalışan orta yaşlı bir kadının küçük, ama boyutlarıyla ters orantılı olarak şımarık, sevimsiz torununa kendiminde şaşırdığı ölçüde katlanarak kahvemi yudumluyordum. ta ki o sevimsiz yaratık topu üzerime atıp sıcak kahveyle kasıklarımı yakana kadar. ve sonra..
'aaaaaaaamına koyayım!!!'
ağzımdan çıkmasıyla pişman olmam ve yediğim boku farkedip kız arkadaşımın yüzündeki 'kalkınca seninle hesaplaşıcaz' bakışını görmem bir oldu elbet.
kız arkadaşımın teyzesindeydik. teyzesinin oturduğu şehirde yaşamıyorduk, beraber çıktığımız bir yolculukta, o'nun da ısrarıyla bu ziyareti gerçekleştirmiştik. daha henüz kilometrelerce uzaktayken uyarmaya başlamıştı kuzeninin çocuğuyla ilgili.
'can felaket yaramazdır, lütfen dikkatli ol aşkım'.
alt tarafı sümüğü akan bir çocuktu can, neyine dikkat edecektimki ? dayak yemeyecektim ya ilkokul 1. sınıf talebesinden. onurum zedelenmişti. ne iş bu can diye sorduğumda 'böyle bir çocuk olamaz, tam bir psikopat' demişti. korkmadım değil ama umursamadım. alt tarafı bi' tokatlık işi var dedim. daha sonra evlerine gittiğimizde göreceğim bakışın bir benzerini henüz orada görmüştüm aslında. ah neden geleceği de görememiştim ?!
can'ın kafasını kırmak istiyordum ama teyzesi nazikçe yanıma gelip 'ah oğlum, iyi misin ? çabuk çabuk çıkart o pantolonu' demesiyle havaya kaldırdığım yumruğumu indirdim. teyzeyi pantolonu çıkarmama gerek olmadığına ikna edip mutfağa, beni sakatladıktan sonra centilmenlik göstermek yerine alçakça içeri kaçan can'dan intikamımı almaya gittim, bezle pantolonu silme bahanesiyle.
mutfaktan balkona çıkmış, mutfağa girildiğinde farkedilmeyen bir açıdan kendince gireni çıkanı gözlüyordu. beni görünce balkon demirlerine doğru yeltendi. boyutları nedeniyle ufak çapta bir şey de olduğundan panikledim uçar gider aşağı diye, canhıraş koşuştum o'na doğru. rahat rahat dışarı izliyormuş gibi rol yapmaya başladı ağzını balkon demirlerine dayayıp. haline acıyıp dövmekten vazgeçtim. 'alt tarafı bir velet! veletle velet mi olucam ?' diye sordum kendime. hiç fena fikir değildi hani. önce arkadaşı olur sonra istediğim zaman döverdim diye düşünerek kıvançla doldum. sonra sevgilim aklıma geldi. bana 'kuzenimin çocuğunun arkadaşıyla çıkamam ben' deyişi gözümün önünden film şerifi gibi geçti. en iyisi güzelce bi' korkutayım dedim ve gidip konuşmaya karar verdim. aynı onun gibi balkon demirlerine yaslandım ve etrafı gözlemeye başladım. arada yan gözle can'ı kesiyordum. çok çirkindi ve ağzındaki yarım yamalak dişlerle çok da salakça görünüyordu. 'napıyosun ?' diye sordum güzelce. omuz silkip mutfağa doğru hamle yaparken t-shirt'ünden yakaladım 'dur, bi' yere kaçma' diye. o panikle t-shirt'ünü yırtmışım ve tırnağım da boynuna batmış. birden çığlık çığlığa ağlamaya başladı. artık resmen hapı yutmuştum.
sevgilim ve teyzesi içerden koşarak geldiler. rezil olacaktım, hemen kaçmalıydım oradan. teyzesinin mimiksiz suratıyla karşılaşmıştım kaç saattir ilk kez. can susmadan ağlıyordu ve o her şeyden olumlu bir mânâ çıkaran, pozitif davranmak için kendini kasım kasım kasan kadın gitmiş, yerine yeşilçam'ın kızoğlankız ayşen gruda'sı gelmişti resmen. ayşen gruda benden yanıt alamayınca torununa dönüp eğildi ve t-shirt'ünün yırtıldığını gördü. yırtık t-shirt, teyzesine 'ıağğkkğğk beni dövdü bu yığağaağagh' diye anırdı. teyzesi kafasını kaldırıp yine o anlamsız suratıyla bana bakarken 'hehe' diye salakça güldüm. bu arada sevgilim aklıma geldi, baktım. sinirden ateş püskürüyordu. 'gelir misin buraya' diye sertçe koridora çağırdı. artık 'bu' gibi bir işaret sıfatı ve 'gelir misin buraya'da saklı olan gizli özneydim. yanına gittim.
' sen manyak mısın yaaa ? ben sana ne dedim ? yürü çabuk, gidiyoruz. benim için sadece tek bir hakkın kalmıştı, onu da şimdi harcadın. şimdi burdan gidiyoruz ve bir daha asla görüşmüyoruz'.
öncekileri nerede harcadım ki diye düşündüm içimden. gidip teyzesinden özür dileyip izin istedi. teyzesinin 'ayrıl bu manyaktan, tokat atmış ufacık çocuğa. seni de döver bu' dediğini duydum. can resmen kaşınıyordu. ileri bir tarihte hakikaten tokatlamalıydım onu.
evden çıktık. pantolonuma baktım, kahve izini bezle silmediğim hâlde kendi kendine yokolmuş, çok az bir nem bırakmıştı geriye. sevgilim hızlı adımlar önümde yürüyordu, 3 tane kocaman adım atarak hizasına yetiştim ve 'araba bu taraftaydı' dedim. 'sen hâlâ beni mi takip ediyorsun, git burdan' dedi ve adımlarını hızlandırdı. sinirlenmiştim artık. dövmediğim bir çocuk için suçlu ilân edilmiş, teyzesinin gözünde it, kopuk, serseri sınıfına dahil olmuştum zaten. bir de şimdi sevgilim terkediyordu. sigara yakmak için elimi cebime attım. teyzesi evde sigara da içirtmemişti, balkona çıktığımda pencerenin kenarında unutmuşum. allahtan hemen önümde bir tekel bayi vardı. sevgilimin adımlarını hesap ederek hemen tekele girdim. ben tam girerken arkasına dönmüş, bayiye girdiğimi görmüştü. 20 milyon ile bir tane 'kısa winston soft' istedim, bakkalın espri(gezegenimizin hiçbir yerinde böyle bir espri yoktur elbet. adam resmen kaşınıyor!) yapası tuttu; 'soft'mu ?' * )'. şeytanından bul adi bakkal deyip paranın üstünü kaptığım gibi çıktım bakkaldan. o da ne ? önümdeki bir 500 metre boyunca sevgilim ve sevgilim olabilecek herhangi bir madde görünmüyordu. koşarak aramaya başladım telefonla. kapatmıştı telefonu. tamamen bitirmişti demekki beni. 'aptal' dedim. 'tek başına dönecek. bari izmir'e kadar yoldaş olsaydım, gidince ayrılırdık'.
izmir'e döndüğümde sadece can'ı düşünüyordum. alçak herif hayatımı karartmıştı sadece 5 dakika içinde. rivaldo'nun fenerbahçe'ye 90+4. dakikanın son salisesinde attığı gol gibi bir dünya rekoru olmalıydı bu da. sinirlerim zıplıyordu düşündükçe. sinirden ne yapacağımı bilemeyip 7 yaşındaki hasmım can'ı facebook'ta arattım. aynı isimle bir tomar profil çıktığı hâlde can'ı bulamıyordum çünkü soyadını bilmiyordum. can'ı düşünürken birden aklıma sevgilimin 'sadece tek bir hakkın kalmıştı..' cümlesi düştü. hemen mail'ime girdim.
send: [burcu x],
cc:
konu: (konu yok)
--
'önceki haklarımı ne zaman harcamıştım ?'
--
windows live! ayrıcalığını hemen keşfedin! kaydolun. (not: yeni listelerde kız msn'leri de var.)
yazıp mail'i gönderdim. büyük bir sükunet ve merakla cevabı bekliyordum. bundan sonraki hayatım vereceği cevaba göre kesinleşecekti. can'la aramdaki husumeti bir level ileriye taşıyıp taşımayacağıma, yeni sevgili edinmeden önce kaç haklık bir anlaşma yapacağıma ve hakları kaybettikten sonra yeniden nasıl kazanacağıma dair bir aydınlanmaydı beklediğim.
bütün gece uyumadım. bi' paket sigarayı resmen sömüşmüştüm. sürekli browser'da 'gelen kutusu'na tıklıyor, adres çubuğunda sayfanın yüklenmesini izliyordum. bazen 'refresh'e basıp ardından hemen 'stop'a basıyor, tam sayfa yüklenmeden beyaz ekranı yakalıyor, sonra tekrar refresh'e basıp kendimce sayfanın daha iyi güncellenmesini sağlıyor; salak saçma bir oyun oynuyordum.
tam 1 gün geçmişti ama cevap gelmemişti. cevabı beklediğim için işe de gitmemiştim. bu cevabın gelmesi lost'un finalinden bile önemliydi. yemin ettim, 'cevap gelmeden tuvalete bile gitmiyorum!!11' diye. içeriği '???????????????????' olan bir mail daha attım. arkasında 2-3 tane de boş mail attım ki, net aleminin kenarında köşesinde sıkışıp kaldılarsa boş mail'ler önce yazdıklarımı ittirsin diye.
neyseki cevap 27 saat sonra düştü meyilbaksıma.
'lütfen çıkar mısın hayatımdan, yapma şunu!!! bir daha hiçbir şekilde iletişime geçmeni istemiyorum. tatsızlaştırmayalım.'
bu kadar abarttığını kendisinin de görememsine hayret ediyordum. alt tarafı bir can'avara haddini bildirmek istemiş, ondan da vazgeçmiştim. şimdi zâlim ve kötü eski sevgili olmuştum, hemde çocuk döveninden..
google görsellere çocuk yazıp çocuk fotoğrafları aradım hemen. bulduğum en güzel çocuk fotoğraflarını bir kolaj yapıp sevgilime gönderdim.
ertesi gün 5,30'ta sabah ezanına uyandım. hemen telefona sarılıp 'aşkııım günaydın * :)) çocuk yapalım mı ? * )99' diye mesaj attım.
1 hafta geçtiğinde can'dan özür dilemek ve bu saçmalığa bir son vermek için teyzesine gittim. giderken bi' çiçek yaptırmak için çiçekçiye gittim ama çok pahalıydı, onun yerine apartmanlarının girişinden bir papatya kopardım. fakat gelgelelim apartmanın kapısını kimseye açtıramıyordum. zillerin üzerinde kimsenin ismi yoktu ve 'kime geldiniz' diye soran 2 kişiye salladığım isimler tutmamıştı. 3. kişiye apartmanın kapıcısı olup olmadığını bilmediğim hâlde 'apartman görevlisine' deyiverdim. 'kapıcının evi zeminde, girişteki merdivenlerden geri inince alt kısımda, bodrumların hizasında' dedi yardımsever bir sakin. çaresiz teşekkür edip girişteki merdivenlerden geri indim. kapıcıya teyzeme geldim süpriz yapıcam demek aklıma gelmişti nihayet, açtı sağolsun kapıyı. bodrum katından yukarı doğru çıkarken devasa bir örümcek gördüm. kapıcıya dönüp 'abi bi' kavanoz var mıydı ya kullanmadığınız, boş ?' diye sordum şaşkın bakışlarına tanık olarak. verdi kavanozu, örümceği içine koyduğumu görünce anlam veremeyip evine girdi.
nihayet mimiksiz teyzenin evine ulaştım ve kapıyı sevgilim açtı. teyzesinin o günkü mimiksiz suratı oluştu yüzünde birden. 'sen n'apıyosun ki burada ?' dedim. bir şimşek çaktı o anda kafamda. gülümsedim, 'hiç dönmedin değil mi izmir'e ?' diye sordum. cevabını beklemeden içeri girebilir miyim can'dan özür dileyeceğim dediğimde teyzesiyle can mutfaktan çıktılar. 'merhaba.. can'dan ve sizden özür dilemeye geldim' dedim. can 'yeaa, bu gitsin, özür dilemesin, hem burak abi gelcek şimdi' diyerek yine yapacağını yaptı, hançeri vurdu sırtıma. 'burak mı ? burak da kim ?' diye sordum panikle. sevdiceğim de panikledi, birden aşka geldi bana sarılacak, gel gir aşkım içeri diyecek sandım ama o 'benim senden vazgeçmem için senin tek bir hakkın kalmıştı, onu da o gün harcadın; üzgünüm' dedi. bende dedim. teyzesine dönüp acaba varsa 1 litrelik kola şişesine soğuk su koyabilir misiniz, mâlum yolum uzun..' dedim. biraz sessilik oldu. neyse, ben gideyim deyip can'a gelirken aldığım 'albeni'yi uzattım. hemen aldı piç.
giderken yarım kalan bir işi bitirmek için 'soft' bakkala uğradım. 'kısa winston soft' istedim. arkasına döndüğünde can'ların kömürlüğünde karşılaştığım devasa örümceği t-shirt'ünden içeri attım.
ayrılacağı varmış bahane arıyormuş. kızın istediği gibi bir koca adayı olup olmadığınızı ispatlamak yerine, belli bir noktadan sonra yalan dolan kullanmadan onun sabrını zorlayıp tavrına bakarsanız, daha sağlıklı karar verirsiniz. iyi ki bu olay başınıza gelmiş. dört gün sonra başka bir olayda daha felaket bir şekilde ayrılabilirdiniz. ortada da bir çocuk bırakabilirdiniz belki de.