selin demiratar rezaletine bir örnek daha. bu kadar pasif silik bir oyunculuktan mıdır, kişinin kendisinden midir sorusunu bana sorduran kişi. kaldı ki büyük olasılıkla albenisi olmayışındandır. çok iyi bir çevresi olduğu muhakkak. kiminin yeteneği vardır çevresi yoktur, kimisi kel alakadır ama çevresi boldur.
dozunu kaçırırsan insanı için için yer, beynini kemirir, uyutmaz ve yarattığı korkulardan dolayı hiç bir şeye sarılamazsın hayatta kendini yalnız bulursun sonunda. illet bir hastalık.
Eğer bir insan bir işe kesin olarak, "ben biliyorum" iddiası ile başlarsa, şüphe ile son bulur. Fakat eğer o şüphe ile başlamaya razı olursa, sonunda gerçeği bulacaktır. - Francis Bacon
" Şüphe çok tehlikeli bir zehir. Allah biliyor ya benim damarlarımda da dolaşıyor. Atmak istiyorum, atamıyorum. Aşkın olduğu her yerde şüphede var, isteseniz de istemeseniz de...
Şüphe sizi bir ele geçirdi mi hayat zor. Ben O'ndan hiçbir zaman şüphelenmek istemiyorum. Ama O'nu o kadar çok seviyorum ki beceremiyorum. Kafam sorularla doluyor. Seviyor mu sevmiyor mu? Şu anda beni mi düşünüyor başkasını mı? Bir gün benim aşkımın yerine geçecek birşey bulacak mı? Hangi aşk sonsuza dek sürmüş ki bizimki sürecek diyorum kendime. Kimlerin aşkı yokolup gitti gözlerimizin önünde...
Ben böyle zıvıttığım zamanlar O'nun gözlerine bakarım. Parlak, iri, umutLu gözlerine. içimde ne korku kalır, ne şüphe. Mutlu olurum. Çok mutlu olurum... "
şeklinde düşündüren, unutamadığım bir aşk yakar repliği.
her zaman az miktar olması gerekendir. ipin ucunu kaçırmadan elbette yoksa gerçeklik algınız bozulur depersonalizasyona uğrarsınız kimse sizi kurtaramaz.
esen rüzgar bazen salt bedenini soğutmaz da ruhunu titretir aynı zamanda. o vakit anlarsın sıradan bir esinti olmadığını. geldiği yönün tersine koşarsın sonra, nedeni bulmak için... oraya vardığında tokat gibi çarpar yüzüne gerçek. her seferinde daha da güçlenirsin, iç sıkıntının sahiden bir nedeni olduğunu gördükçe daha çok emin olursun kendinden. lanetin olur sonra. çoğunlukla haklı çıkıyor oluşun yalnızlığa iter seni ve çekinmezsin karşı tarafın yüzüne vurmaktan.
"omzumdan öpsene" diye kulağıma fısıldadığında film başlayalı yarım saat, sinemada birini öpmeyi bırakalı 10 yıl olmuştu. yanlış mı anladım acaba diye dönüp yüzüne baktım. omzunu hafifçe yukarı kaldırıp gözlerini kıstı. alt dudağını hafifçe öne doğru çıkardı. masum bir bebek olmuştu. bu yüz ifadesini biliyordum, çok tanıdıktı, ancak omuz bu tabloda sırıtan yabancı bir kavramdı. çok tatlı göründüğünü düşünüyor olmalıydı. oysa benim midem bulanıyordu. isteğini yerine getirmezsem bir yerimin eksilmeyeceğini düşündüm. usulca kazağının üzerinden bir öpücük kondurdum. ağzıma bulaşan tüyleri silerken birden başımdan aşağı kaynar sular döküldü. tüm vücuduma sanki yüzlerce raptiye batıyordu. bedenimde karıncalar geziyordu. neydi beni huzursuz eden? neden omzundan öpmemi istemişti özellikle? neden yüzünün herhangi bir noktasından ya da elinden değil de omzundan? neden özellikle ordan, durduk yere aklıma gelme ihtimali olmayan ve henüz ilişkimizin başındayken ve onu hiç öpmemişken?
gözlerimi kapattım. sanki bir yerde uzanıyordum. arkadaşlarımın yüzleri belirdi, tepeden bakıyorlardı. boğuk boğuk sesleniyorlardı "takma bu kadar, her şeyi düşünme böyle manyak mısın?"... sakin olmalıydım, belli etmeden sakince günün sonunu getirdim.
ilk sevişmemizde sonra... bluzunu çıkarır çıkmaz. o yağmurlu günde, ettiğimiz ilk büyük kavganın ardından, barışınca... ikinci sevişmemizde... bir daha sinemada...
artık emindim. çünkü benzer şeyleri çok görmüştüm. bu tipler, eski ilişkilerinin devamlarını bir başkasında yaşarlardı. o çok aşık olduğu çocukla ilgili unutamadığı ne varsa, sende bulmak isterlerdi. ona ait küçük ama unutulmaz detayları göze batmayacak şekilde alışkanlık haline getirmen için oyunlara başvururlardı.
sordum sonra. eski sevgilin mi öperdi omzundan? diye. paranoyak, ruh hastası, arıza gibi bir yerden sonra dinlemediğim yakıştırmalarda bulundu. sonra onu ne zannediyordum ki ben? bir başkasını unutamamış olsa neden benimle olsundu ki? sahi ne kadar saçmaydı, ben neden takıyordum ki bu kadar? eğer güvenmiyorsam... artık bu klişelerden midem bulanmıştı. bir daha konuyu açmamak üzere kapattığımı söyledim, özür diledim ve sinsice köşeme çekildim.
nasıl çözeceğimi biliyordum. uykusunda konuşuyordu. ne sorarsan dürüstçe cevap veriyordu. en kötüsü de telefonda dahi olsak, 30 saniye içinde uykuya dalabiliyordu. birkaç gün bekledim. olay soğuduktan sonra bir gece geç saatlerde, yine daldı gitti.
- uyudun mu?
+ ıhhmm
- seni çok özlüyorum.
+ ben de.
- az kaldı ama gelmeme, napacaksın beni görünce?
+ boynuna atlayacam.
(kıvama gelmişti, bitirici vuruşu yapmak için hazırdım.)
- ahmetle uyur muydunuz birlikte?
+ hıhı.
- omzundan öper miydi?
+ evet
- ilk defa o mu öptü?
+ hıhı
- çok anlamlıydı değil mi senin için ordan öpmesi?
+ hıhı.
- hıhı nın da senin de mına koyim.
şüphe benim lanetim. salak yerine konulmaktan, sahte sevgilerin ve yapmacık tavırların esiri olmaktansa yalnızlığa iten belki de yegane sebep.
uzun zamandır bu denli kuvvetlisini yaşamamıştım. 1 gün bile sürmedi şüphem. karında bir baskı, boğazda bir düğüm... akıl almaz bir dürtü bu, boşa bir şüphe olduğunu anladığım saniyede, hepsi birden yok oldu. ne yaparsanız yapın aklınızdan çıkartamadığınız, kendinizi iyi hissetmenize engel olan o şey, tek bir kelime ile veya tek bir görüntü ile uçup gidiyor.