şükrü erbaş

entry140 galeri9
    26.
  1. ömür hanımla güz konuşmaları şiirinin sahibi sair.
    *
    ...ve güz geldi ömür hanım. dünya aydınlık sabahlarını
    yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var
    göğün maviliğinde. yağmur ha yağdı ha yağacak. in-
    cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
    hüznün bütün koşulları hazır. nedenini bilmediğim bir
    keder akıyor damarlarımdan. kalbimin üstünde binlerce
    bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
    yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
    engebeler atlası. yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür
    hanım?

    her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? acıyı
    görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
    kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
    umuttan, sevinçten ne anlar? göğü görmeden, denizi gör-
    meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? bir güz dü-
    şünün ki ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
    böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? başlamanın bir
    anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa
    başlangıcı olmak değil midir? yaşamı düz bir çizgide tut-
    mak tükenmektir. yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
    aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
    sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
    olur tükenmek değil de?

    yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin
    boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...ve ben sonsuz
    bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
    diyorum. seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
    tından?

    dönelim...dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
    çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
    kabuklarına sığınmaktır...olsun dönelim biz yine de. bi-
    lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
    evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
    görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
    nelim. ölçüsüz yaşamak bize göre değil ömür hanım.
    büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. küçücük
    avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
    binlerce engeli yığıldı önümüze. hangi birini yenebilirdik
    bunca olanaksızlık içinde. umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
    öğrendik böylece.

    yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı ömür hanım.
    bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
    sahi nedir yaşamın anlamı? geriye dönüyorum sık sık
    yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
    yükler aldığı zamanın derin denizlerine. bakıyorum umut
    karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
    ne ki? yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
    içine alan kocaman bir yanılsama... değil mi yoksa?

    öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
    özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. koşullarım beni
    oluşturdu ben acılarımı buldum. herkes gibi yaşasaydım
    eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
    avutmaya beni. bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
    yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
    eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
    rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...

    oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
    eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
    dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. öyle bir tüketmek
    ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-
    gınlığımdan her döndüğümde...bir ben ki tüm ilişkilerin
    perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
    kınlıklarına insanların. kim kimi ne kadar anlayabilir
    ömür hanım?

    susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür hanım, şiiridir, beni
    konuşmaya zorlama ne olur. sözün sularını tükettim ben,
    kaynağını kuruttum. geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
    reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...yalnızım
    ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
    ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...sularım
    toprağa sızıyor bak. yüzümü geceler örtüyor. binlerce taş
    saklanıyor içimde. kim kimin derinliğini görebilir, hem
    hangi gözle?

    kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
    nuşuyorlar ki...bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
    dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? düşlerinden
    mi yoksa gerçeğinden mi? ve kaç kapıdan geçip yerini
    bulur bir başka insanda? yerini bulur mu gerçekten? sözü
    yasaklamalı ömür hanım yasaklamalı...kimsenin kimseyi
    anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne
    işe yarıyor ki? olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
    nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten
    olurdu. aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. yanılıyor
    muyum? olsun. yanıldığımı biliyorum ya...

    yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. kurşun
    aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
    belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. sessizlik
    sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,
    iç zenginliği verir insana. dünyanın usul usul ağaran o
    puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
    akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. anlık
    izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
    kalıcı ömürlüdür...alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,
    bizi değişmek çirkinleştirir de.

    kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir
    adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz
    olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. istemenin kuralı
    yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
    şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
    ne yerinde ne yersiz...


    biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
    çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. en büyük hü-
    nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı
    kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...kıyılarımız duy-
    gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
    ufuklarımızsa sisler içinde...o kıyısız gökyüzü nasıl sığar
    küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
    cereye...nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? ve nedir
    ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir
    içimize. çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,
    bu ezbere yaşamla.

    dünya bir testidir, de, ömür hanım, ömür bir su...sızar
    iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir
    yudum mutluluk için. ve bir gün ölümün balkonundan...
    dökülür toprağa el içi kadar bir su. yerde birkaç damla
    nem, bir avuç ıslaklık...ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
    geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
    acıların anasıdır, de...

    sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. değişik şeyler
    söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. yıldım ömrümün ka-
    lıplarından. beni duy ve anla.


    yağmur dindi ömür hanım. gökyüzü masmavi gülümsedi
    yine. doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. umudun
    ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
    atlasından. ne aldanış! bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
    kurşuni-külrengi mi yoksa?

    gökyüzünü öpmek isterdim ömür hanım, gözlerimle değil
    dudaklarımla. yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
    maktan. delilik mi dedin? kim bilir...belki de yerde sü-
    rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
    aykırı olmak duygusu. gökyüzü de olmak isteyebilirdim
    değil mi? kim ne diyebilir ki?

    kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
    içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
    ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
    olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
    ben geçtim...yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
    saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
    ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. beni cam kı-
    rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
    ve dağınıklığı ile... yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.


    ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. saatlerce dayak
    yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. ürperiyorum. bir
    at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
    kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk,
    yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
    umut ölülerini çiğneyerek. sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
    yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım?

    ankara, güz/1983

    şükrü erbaş
    18 ...
  2. 27.
  3. köylüleri niçin öldürmeliyiz ?
    çünkü onlar ağırkanlı adamlardır.
    değişen bir dünyaya karşı
    kerpiç duvarlar gibi katı
    çakır dikenleri gibi susuz
    kayıtsızca direnerek yaşarlar.
    aptal, kaba ve kurnazdırlar.
    inanarak ve kolayca yalan söylerler.
    paraları olsa da
    yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
    herşeyi hafife alır ve herkese söverler.
    yağmuru, rüzgarı ve güneşi
    birgün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
    düşünemezler...
    ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
    topraklarını
    büyütmeye çalışırlar

    köylüleri niçin öldürmeliyiz?
    çünkü onlar karılarını döverler
    seslerinin tonu yumuşak değildir
    dışarıda ezildikçe içeride zulüm kesilirler.
    gazete okumaz ve haksızlığa
    ancak kendileri uğrarsa karşı çıkarlar.
    karşılığı olmadan kimseye yardım etmezler.
    adım başı pınar olsa da köylerinde
    temiz giyinmez ve her zaman
    bir karış sakalla gezerler.
    çocuklarını iyi yetiştirmezler
    evlerinde kitap, müzik ve resim yoktur.
    birgün olsun dişlerini fırçalamaz
    ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.

    köylüleri niçin öldürmeliyiz?
    çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
    kendilerinden olanlarla alay edip
    tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
    devlet; tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir
    devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
    yiğittirler askerde subay dövecek kadar
    ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
    ezim ezim ezilirler.
    enflasyon denince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.
    onbir ay gökyüzünden bereket beklerler,
    dindardırlar ahiret korkusu içinde
    ama bir kadının topuklarından
    memelerini görecek kadar bıçkındırlar
    harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
    şehre giderler

    köylüleri niçin öldürmeliyiz?
    çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler
    birbirlerinin evlerine ancak
    ölümlerde ve düğünlerde giderler.
    şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
    gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
    ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
    binlerce yılın kabuğu altında
    yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
    aldanmak korkusu içinde
    sürekli birbirlerini aldatırlar.
    bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
    karılarından en az on adım önde yürürler
    ve bir erkeklik işareti olarak
    onları herkesin ortasında azarlarlar.

    köylüleri niçin öldürmeliyiz?
    çünkü onlar otobüslerde ayakkabılarını çıkarırlar
    ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
    herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
    kızlarının talihsizliğini ve hayırsız oğullarını anlatır,
    yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
    bunun, tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
    ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
    gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
    zengin akrabalarından sözederler.
    kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
    ama sokağa çıkar çıkmaz hünküre hünküre
    yollara tükürürler...
    ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
    şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.

    köylüleri niçin öldürmeliyiz?
    çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar.
    yarı gecelerde yıldızlara bakarak
    başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
    gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
    ve yaz güneşlerini, ekinlerini yeşertirse severler.
    hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
    -bu, verimi yüksek bir tohum bile olsa-
    sonuçlarını görmeden inanmazlar.
    dünyanın gelişimine katkıları yoktur.
    mülk düşkünüdürler amansız derecede
    bir ülkenin geleceği
    küçücük topraklarının ipoteği altındadır
    ve bir kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden,
    zamanın derin ırmakları önünde...

    köylüleri söyleyin nasil
    nasil kurtaralım?
    13 ...
  4. 28.
  5. Sevgilim,
    Bir ülke senin gövden kadar masum olsaydı
    Bir tek anne oğlunu devletten sormazdı...
    4 ...
  6. 29.
  7. antalya da yaşayan şair.
    kendisiyle kısa bi sohbetimiz falan da olmuştur, iyi bir insandır.
    2 ...
  8. 30.
  9. Yüreğimde büyüttüğüm gül güneşe çıkamaz
    Yüreğim o gülü büyütmezse ışıyamaz.

    Günüm seninle başlasın istemiştim
    Çok değil ki...
    Bir içten gülüşünle ışısın gecem
    Uzun suskunlukların dilsiziydim
    Sesin aksın istemiştim dupduru
    Dağ suları gibi serin
    Yüreğimin ölü topraklarına.
    Kirpiklerin gölgelesin yüzümü
    Gözlerin ömrümün göğü olsun
    Demiştim, çok değil ki...

    gibi insanın içini işleyen şiirlerin yazarıdır ayrıca.
    2 ...
  10. 31.
  11. Narcissusun aynasında yalnız kendi suretimiz
    Biz neden başkalarını sevemiyoruz...

    Şükrü Erbaş
    4 ...
  12. 32.
  13. Eğri çizgiler dalgın
    iki kaşım üzerinde
    iki kaşım üzerinde bir ağrı
    Gözlerim yanıyor günlerdir
    ...Gözlerimde bir yangın.

    Bir yanım gündelik şeyler
    Evdir ekmektir
    Yaşadığım kaskatı;
    Bir yanım olmadık türküler söyler
    Yoldur özlemdir
    Benim en güzel düşlerim
    içimde kaldı.

    Biryerlerim eksiliyor günlerdir
    Biryerlerim eriyor
    Günlerdir başımda bir esrik bulut
    Ben süt mavilerde umarken günü
    Aykırı sularda akşam oluyor.
    2 ...
  14. 33.
  15. bir beşinci mevsim simyacısı.
    2 ...
  16. 34.
  17. "bunalıyoruz çocuk, bunalıyoruz
    biçim veremediklerimizin biçimini alıyoruz"

    der şair.
    1 ...
  18. 35.
  19. "ayrılık ne biliyor musun?
    insanın içini dökmekten vazgeçmesi."

    şiirlerini neyin kafasını yaşarken yazdığı çok merak edilir.
    5 ...
  20. 36.
  21. "O kadar doğru konuşuyordu ki
    Hülyası kalmadı hiçbir şeyin
    Kalktım yapacak bir yanlış aradım."
    2 ...
  22. 37.
  23. --spoiler--
    şu farkla yaşıyoruz aynı kaderi;
    sen, yaralarını gösteriyorsun
    kimliğini sorduklarında;
    ben kimliğimi gösteriyorum
    utancım sorulduğunda..
    --spoiler--
    2 ...
  24. 38.
  25. bunu da söyleyen şair;

    size barış deniliyor

    Ey ölüm terzileri, ev yıkıcılar, sürgün ustaları... Ey bir halkı dizlerinin üstünde görmekten gönenen sahte eşitlik! Ey korkuyu sevgi sanan aşağılık duygusu. Siyah ve beyaz dışında renk tanımayan alacakaranlık. iki yanında iki süngüyle şımarık cesaret. Konuşmak yerine bağıran özgürlük.

    Ey gülerken ısıran iyilik, aşağılayan özveri, cezasız suç. Ey dağları düzlükle ölçmeye kalkan sığlık. Çokluğuna güvenen yanlışlık. Bir suçu, daha büyük bir suçla hafifleten tükeniş. Kendinden korkan öfke. Kan ter uykulara yastık olan taş. Ey başkasının bahçesindeki gergedan. Bir halkın türküsünü odalarda boğacağını sanan sağırlık.

    Ey dağları evlerin üstüne yıkan cinnet. Ey narcissus. Kan ve gözyaşı. Yalnız gövdesiyle var olan sevgisizlik. Kendi ışığıyla yanan pervane. En yüce değeri zulüm olan ahlak! Ordularıyla soluk alan haksızlık. Bir halkın onuruna yağan kar.

    Size, BARIŞ deniliyor. Artık ölülerimizin ışıksız gözlerinden değil, güneşle yunmuş pencerelerden bakmak istiyoruz dünyaya. Ciğerlerimiz soldu dağlardan kopalı. Evimiz gökyüzüydü sizden önce. Bahçelerimizi yeniden kurmak istiyoruz. Göçersek biz istediğimiz için göçelim. Öleceğimiz yeri biz seçelim.

    Siz nasıl kendinizle göneniyorsanız, deniliyor, biz de kendimizle gönenelim. Bu rüzgar bizim türkülerimizi de taşısın. Sokaklarımızdan çekin soğuk gölgelerinizi. Avlularımızda asker görmekten bıktık artık. Bulutların sesini unutturdu uçaklarınız. Çocuklarımızın evlerdeki boşluğu mezar taşlarından büyük. Kadınlarımız külden yataklarda yatmaktan bembeyaz kesildi.

    Ölerek değil, yaşayarak çoğalmak istiyoruz. Yoksulluğumuzu özlettiniz bize. Ömrümüz üzerine bizden başka herkes konuşuyor. Sizin kentlerinizin varoşları olmak istemiyoruz. Hapishanelerinizde bizim çocuklarımız var, ama onlar sizin boynunuzda asılı gerçekte.

    Hiçbir sevgi tutsaklıkta yeşermez. Eşitlik özgür ilişki ister. Türkülerimize nefreti karıştırmak istemiyoruz. Biz de kendimizi sevelim, kimliğimize sahip çıkalım, deniliyor. Bizi değil, kendinizi yıkıyorsunuz. Görmüyor musunuz, her gün biraz daha yoksullaşıyorsunuz.

    Size, BARIŞ deniliyor. Bizim de kahramanlarımız var. Biz de geleceğe onurla bakmak istiyoruz. Örselersiniz, ama gülü karanfile benzetemezsiniz. Bir halk, deniliyor, ancak başka bir halkla zenginlik ve güzellik kazanır. Kimse kimseyi kendine benzetecek kadar üstün değildir.

    Çok değil, bizim size duyduğumuz saygı kadar saygı istiyoruz. Ölüm korkusuyla, yaşama sevincini unutan insan, dünyaya nasıl iyilikler katabilir. Birine korku verenin korkusu daha büyüktür. Hiçbir yanlışlık susarak çözümlenmez. Sizin özgürlüğünüz bizim BARIŞ'ımızdan geçiyor, tutsaklığınızı görmüyor musunuz?

    Ey ölüm terzileri, ev yıkıcılar, sürgün ustaları... Ey kardeşliğin süreğen kışı. Bir halkın onuruna yağan kar. Ey bahçemizdeki gergedan. Ey narcissus. Aşağılayan özveri...

    Eşitlik zayıflık değil bilgeliktir. iyi olmaktan bu kadar korkmayın. Bir kez olsun sevgiyle bakmayı deneyin dünyaya. Hiçbir halk sonsuza dek efendi, hiçbir halk tutsak olarak yaşayamaz. BARIŞ hepimizi onurlu ve özgür yapacak tek olanaktır. Çıkarın kulaklarınızdan körlüğün tıkaçlarını...
    3 ...
  26. 39.
  27. "Bunalıyoruz çocuk
    Bunalıyoruz,
    Biçim veremediğimiz şeylerin
    Biçimini alıyoruz..."
    4 ...
  28. 40.
  29. ''denize bakacaksın
    için dışın ışık
    ölümü düşüneceksin.
    insan nasıl sever hayatı
    diyordun ya;
    gövden aklından bilge
    gülümseyeceksin''

    şükrü erbaş
    4 ...
  30. 41.
  31. --spoiler--
    'insan sevmezse eve gelir. Gider aktarlara bakar. yarasına biraz uzaklık basar. küçük dükkanlarda uzun konuşur. bin çeşit önem geliştirir. gökyüzü çoktan inmiştir yere. zamansızdır. seslerden üşür. insan sevmezse mezarını küçük düşürür. ' *
    --spoiler--

    --spoiler--
    'ben çekildikçe haklılığın ordusuyla geldin iki ceset üzerinden konuşuyor şimdi aşk'*
    --spoiler--



    --spoiler--
    'uzun cümlelerle konuşuyor kalabalık, bir sözcüğe sığdırdığın dünyayı seviyorum.' *
    --spoiler--

    şükrü erbaş - bir çınlama boşlukta
    2 ...
  32. 42.
  33. sevgilim,
    bir ülke senin gövden kadar masum olsaydı
    bir tek anne oğlunu devletten sormazdı...
    5 ...
  34. 43.
  35. "ayrılık ne biliyor musun?
    ne araya yolların girmesi
    ne kapanan kapılar
    ne yıldızın kayması geceden
    ne cepte tren tarifesi
    insanın içini dökmekten vazgeçmesi, ayrılık..."
    0 ...
  36. 44.
  37. "uzun cümlelerle konuşuyor kalabalık
    bir sözcüğe sığdırdığın dünyayı seviyorum"
    diyen şair.
    0 ...
  38. 45.
  39. "Ağzın ömrüm. Ağzın öptükçe derin
    Konuşuyorsun, kanatlı bir karanfil dudakların.
    Gözlerin iki dağ suyu güldükçe köpüklenen
    indiriyorsun kirpiğini upuzun bir güz.
    Bir kapı önündeyim, girsem suç gitsem ayaz
    Titriyor tüm geçmişim parmaklarının ucunda.
    istekle esrik biri, biri bir korkuyu emziriyor
    inip inip kalkıyor göğüslerin ufkumda.

    Oturuyorum dizlerinin dibinde kan ter içinde
    Bu alçak dünyada ne kadar yükseksen o kadar mutluyum
    Çocuğum benim, çocuğum benim, çocuğum
    Her zaman sözden gidilmez ki sevginin ülkesine
    Gövdeden söze gelerek de büyür insan dingin bir hazla."
    1 ...
  40. 46.
  41. "Bunalıyoruz çocuk, bunalıyoruz
    Biçim veremediğimiz şeylerin
    Biçimini alıyoruz"

    Şükrü Erbaş
    1 ...
  42. 47.
  43. başlığı altına

    "bunalıyoruz çocuk
    bunalıyoruz,
    biçim veremediğimiz şeylerin
    biçimini alıyoruz..."

    dizeleri tam 6 defa yazılmış şair.*. toplamda 53 girdi var *, yaklaşık %10'a denk geliyor.

    buradan bir çok çıkarımda bulunabilirim ama bulunmuyorum.

    şiirlerini ve hayatını inceleyeceğim şairdir.
    1 ...
  44. 48.
  45. "...günlerdir yoksun... öfkeni bile özledim... nasıl bir uzaklıktan geleceksin bilemiyorum... ayrılıktan medet umar oldum... kaşlarının işaret ettiği yerde duracağım...
    ömrümden öteye taşıdığım çocuk... ya sen bu ülkede doğmasaydın, ya ben aşkı herkes gibi bilseydim..."
    1 ...
  46. 49.
  47. Eğri çizgiler dalgın
    iki kaşım üzerinde
    iki kaşım üzerinde bir ağrı
    Gözlerim yanıyor günlerdir
    Gözlerimde bir yangın.

    Bir yanım gündelik şeyler
    Evdir ekmektir
    Yaşadığım kaskatı;
    Bir yanım olmadık türküler söyler
    Yoldur özlemdir
    Benim en güzel düşlerim
    içimde kaldı.

    Bir yerlerim eksiliyor günlerdir
    Bir yerlerim eriyor
    Günlerdir başımda bir esrik bulut
    Ben süt mavilerde umarken günü
    Aykırı sularda akşam oluyor.
    1 ...
  48. 50.
  49. Siirleri hakkinda ufak bir fikrim vardi fakat "cekilme sulari" isimli kitabi elime gecti bugun. Butun yazilarindan olusuyor. Okudugum en iyi kitaplardan biri olabilir. Neden daha once tanismadim diyorum. Bu kadar soyut seyler, duygular en cok nasil bu kadar iyi tasvir edilebilir? Gozlerinizin dolmasina engel olamiyorsunuz. Kitaptaki alintilar ayrica muthis.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük