pazar günü, herhangi bir pazar günü. alıyorsun yüreğini avucuna zor bulunan birkaç dostun evine gidiyorsun. aç, susuz, umutsuz, bol acı, bol hüzün, kaybetmişlik var masanda. sonra bir şeyler dinleyim diyorsun dostun bilgisayarında açıyorsun ve karşında play list'de "ahmet kaya - söyle" sarkısı karşında duruyor tek bir enter yetiyor tüm söylenememişlikleri gözlerinden akıtmaya. ağlıyorsun, nefes alamıyorsun, konuşamıyorsun, yaşlar içinde kalmış bir yüz var sana bakanların gözlerinde... gözler yaş, dudaklar titrek hiçbir şey yapamıyorsun tüm hayatın boyunca sanki yapabildiğin tek şey o an ağlayabilmek, sanki o an ağlamak için gelmişsin dünyaya ve tüm sıvıları gözlerinden boşaltıyorsun avucuna.
ve bitiyor gözyaşı sen "oh kurtuldum" diyorsun ama yürek gögüs kafesine baskı yapmaya başlıyor ve işte her şey aslında o an başlıyor. sonrasında uzun zamanlar boyunca hayallerinin yıkımlara dönüşmesini izliyorsun buğulu gözlerle. gözler acıyı bitti zannederken sana yeniden yaşatıyor, görerek hiç göremediklerini.
söyle baksın gece
dağlardan hasretime
söyle bilmesen de
o nerde.