siir zaman ve mekanlar 2

entry1 galeri0
    ?.
  1. Yaşadığı zaman diliminin siyasi, sosyal yapılanmalarıyla iç içe olan ve geçmişin bilgisiyle de yazıp söyleyen şair, iç ya da dış uyaranların kamçısı altında yaşamaya mahkumdur. Düşüncenin bağımsız olmadığı, dolayısıyla yarışmanın çok az konu bulduğu toplumun bir bireyi olarak yerleşik düzeni, alışkanlıkları ve zevkleri sürekli sorgular. Tarihin mirasını özümsemiş olması soyutlama yeteneğine doğal bir durum kazandırır adeta. Bu yüzden, tanrılarına olduğu kadar metreslerine de insan kurban edenleri, öç alma zevkiyle yanıp tutuşanları, göğe avuç açanları, karmaşıklığı yaratanları yargılama hakkını kendinde bulur. Var olan harmanı ayıklayarak yiten insana kendini gösterir. Çıkar ilişkilerinin ortasında kalan şairin özgürlüğü de tehlikededir bu noktada işçilerin, memurların, öğrencilerin, çocuklarını işkencede yitiren ana-babaların sokaklara sığmadığı bir coğrafyada, coşkusunun kaynağı olan salgı bezleri hüzün salgılar doğal olarak. imgeleri, duyguları, düşünceleri hüzünlü tevekkül ile başkaldırı arasında gidip gelir. Egemen olan üstyapının kendi aralarındaki sığ ilişkileri ve yarattıkları karakterlerin doğal olmayan görüntüleri onda yeni yeni soyutlamalara zemin hazırlar. Artı eksi sınırsızlığın bir çok karesinden ve kendi zaman diliminden yansıyan sömürü, kan,şiddet, kıskançlık vb. görüntüler içindeki insanın, kendi yarattıkları fanuslarda nasıl şaşkın birer ördeğe dönüştüğüne şaşırıp kalır. Siyasi erkin güdümünde olan üstyapının dayatmalarıyla doğal düşüncesini yitiren toplumun bir bireyi olarak tanık şiirler üretir. Ya da acımasızlığın çarkını kabullenir görünüp yumuşak bir dişli olmaya razı olur. Bu durum kendini yani insanı inkarı da beraberinde getirir. Şiirin tarihi biraz da böyle değil mi?

    ince hüzünlerle yoğurulan hayatlar gözümüzün önünden gelip geçiyorken, gerçekliğin kabası olabilir mi?Gerçek, kendi türküsünü söyleyerek akan bir ırmaktır. Bu türküyü tekrar etmeye uğraşan insanın kabalığı ya da inceliği söz konusu edilebilir ancak. M.Akif Ersoy'un yaklaşık yetmiş beş yıl önce söylediği şu dörtlük sorumuzu yanıtlıyor gibi:
    "Tek hakikat var, evet, bellediğim dünyadan/elli, altmış sene gezdim de, şaşkın şaşkın:/ Hepimiz kendimizin bağrıyanık, aşıklarıyız;/sade, ilanı çekilmez bu acayip aşkın"

    Herkes kendine ilanı aşk ediyor. Adam gibi "ben" olamayanların yarattığı kaosda her birey kendi tufanını yaşıyor. Günümüzde de kuşatılıyor Troyalar. Bilimin yani aklın yaratıları öldürüm araçlarının en alasını üretiyor. Güvercin gibi çarpıyor Helenalar'ın yüreği yine. Kentler dolusu insan akla aykırı bir gayretle yeni yeni tanrılar yaratıyorlar tapınmak için. içine doğulan zamanın mirasını güncel şartlara uyarlamayı, çoğalmayı düşünmek istemiyorlar. Üstyapının dayatmaları bu olabilirliği, olması gerekeni unutturuyor. Durağan gibi duyumsanan ama hiç de böyle olmayan bu görüntü Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dizelerine bakın nasıl yansıyor:
    "El ele bir oyun bugün ve yarın/bütün pınarlara koştum cevap yok/tekrar bana döndü her attığım ok/her çığlık önümde tutuştu yandı/tahtayı kurt oydu, taş yosunlandı/yabani otlarla örtüldü duvar"

    Akışın bütünlüğü içinde, her aynada kendimizi görmelerin gel gitiyle yaşıyoruz gibi. Ahh o sahiplenme duygusu! Bizi sürekli eksilten zehirli pınar. Her ömürde bir kez açan yaşam çiçeğinin, ne olup bittiğini anlamadan solup gitmesi. Ağır ve aksak kımıltıdan bile korkan akıl. Bulanık anaforlar içinde coşan yürek;şair yüreği:
    "Benden sonrakiler;/benden sonrakiler/devam edin sevmekte ham kalabalığı/benden sonrakiler."

    Yukardaki dizelerden de anlaşılacağı üzere Ercümend Behzad Lav'da suya sabuna dokunmadan yaşamayı beceremeyen şairlerimizden biri. Kendi coğrafyasının gülü gibi düşünüyor dünyanın bütün güllerini. Damlanın denize düşmesine benziyor bu durum. Ve denizde erimesine. işin güzel yanı da bu ya; ummanın damlalardan oluştuğunu biliyor. Bu yüzden parçası olduğu bütünün izini sürüyor.

    Aklı ürküten edimlerinin tanığı oluyoruz kimi şairlerin. Sevr gibi bir andlaşmayı imzalayan, Kurtuluş Savaşı'na karşı çıkan Rıza Tevfik Bölükbaşı da bunlardan biri. Devlet adamlığı, filozofluk, şairlik gibi özelliklerin sahibi. Siyasi yapının değişmesi sonucu suç olur bütün eylemleri. Yetmiş yaşında bile "ben" merkezli düşünceleri içinde mutlu olduğunu söyler:
    "Sıhhatı yerinde, keyfi yerinde/yaşlıca bir gencim, ihtiyar değil/çok hörmet ettiğim şark ellerinde/herkes benim kadar bahtiyar değil"

    Yukardaki dizeleri yazarken şairin içinin kan ağlayıp ağlamadığını bilemeyiz. Anılara karışmış suç yaftaları ve sürgünlüğüne rağmen ileri bir yaşta mutluluktan söz edebilmesi de güzel.

    Kimilerinin "ruh" diye tanımladığı, gerçekte canlı-kanlı duygularımızdan başka bir şey olmayan ve bedenin ölümüyle yok olan coşku nasıl tanımlanabilir?Beğenmelerimizi, heyecanlarımızı, şaşkınlıklarımızı, huzursuzluklarımızı, öfke, hiddet, azgınlık vb. olgular nasıl bir ortak paydada toplanır? Böyle bir dilimleme, sınıflama başarılırsa yaşamın tadı tuzu kalır mı? Madem ki karşıtların savaşı doğruyor yenilikleri öyleyse bu çok seslilik sürgit var olacaktır. Önemli olan coşkularımıza akıl katabilmek galiba. Tüm ilişkilerde olduğu gibi şiirde de böyledir. Bu yüzden "akıllıca coşkunluk büyük şairlerin nasibidir."

    Nesnelerin anlamları çözülüyor birer birer. Resimler, yani imgeler uçuşuyor beynimizde. insanla başlayıp insanla bitiyor yönsemeler; binlerce yılın mirası, o bir yerlerimize sinen korku ters ilmekler attırıyor insana. Zehir zıkkım ediyor yaşamı. Bu yönümüzü anlatan Necip Fazıl'ın şu dizeleriyle ürperiyoruz:
    "içimde damla damla bir korku birikiyor;/sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler/üstüme camlarını hep simsiyah, dikiyor/gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler"

    Oysa uzanabileceğimiz derinliklerimizde korkular. Yaşadığımız 'an'ın dış uyaranları gözlerimizin önündeki sahnede açıkca görülüyor. insanla başlayan çok yönlü macerayı sorgulamak kalıyor geriye. Bir zamanlar şöyle tanımlanıyordu, birilerinin omuzlarımıza yüklediği görev:
    "...bu ilahi bilgilere güvenmek, akli delillerle nakli deliller birbirine uymazsa, aklı bir tarafa atarak, emredilmiş olan hüküm ve inanın doğruluğuna inanmak ve emri doğru diye bilmektir." *

    insanın, tanrıyla andlaşmasının belgelendiği Eski Ahit'te, akıl tümüyle devre dışı bırakılıyor:
    "...çok kitaplar okumanın sonu yoktur; ve çok okumak beden yorgunluğudur." *
    Binlerce yıl uzunluğundaki bir korku tünelinin içinden geçerek geldik bugünlere. Duygularımızın yarattığı, aklımızda uçuşan düşüncelerden korkmanın anlamı kalmadı artık. Olanların ve olacakların hepsi insansı ve insana ait. Asaf Halet Çelebi'nin yaptığı gibi, iç dünyamızı biraz sorguladığımızda karşılaşırız onlarla:
    "içimdeki mağarada/bir yığın kitap var/bakınca yakından/tasvirlerin gözleri oynar/ve konuşur/hepsinin yüzleri benim yüzüm gibi/ve gözleri benim gözüm gibi"

    Şair olabilmem için, benden öncekilerin bıraktıklarıyla arkadaşlık kurmam gerektiğine inanıyorum. Hangi şartlar altında neler söylemişler, nelerden korkup nelere gülmüşler, nasıl yaşamışlar; şiirlerinin yanıbaşına oturup dinlemem gerek. Sonra çiçekler kendiliğinden açar benim bahçemde, türkülerle coşar yürek. Yeteneği unutmamak kaydıyla ama...
    * *
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük