Duygu şiir için yeter şart değildir. olsa olsa gerekli şartlardan biri olabilir. "yaşamış" insanların hepsi kaliteli şair olamaz ama "yaşamamış" insanlar hiç şair olamaz.
misal recaizade Mahmut ekrem. Adamın çekmediği kalmıyor. oğullarını teker teker toprağa veriyor. senelerce dramatik bir yaşam sürüyor.siyasi atmosfer bir yandan, baskılar başka bir yandan... fakat şiirlerine gidin göz atın, vasattan ileri gitmez. çoçukça bir hava vardır şiirlerinde. Kaliteli değildir, bir kaç istisna dışında. sonra aynı dönem şairi abdülhak hamid tarhan'a bakın. O da karısını kaybediyor. Fakat o karısını kaybedişinin ardından görünüşte acı dolu bir yaşam sürmüyor. hemen başkalarıyla birlikte olduğuna dair güçlü rivayetler var. belki recaizade'nin yaşadığı acının yarısını bile yaşayamıyor. Ama gidip yazdığı makber'e bakın bugün bile insanı etkiliyor. Recaizade'nin şiiri onun yanına yaklaşamaz.. yani şairlik başka bir şey, o sadece duygulanmalarla olacak bir şey değil.
eski aşık geleneğinde "bade içme" geleneği vardır. Ozan adayı bir gece rüyasında bir derenin kenarında biri tarafından sunulan badeyi içer ve aşık olur. O artık "şiir söyleme" yeteneğine sahip birisidir. Eline sazını alır ve kendini yollara vurur. Bundan hareketle demek istediğim şairliğin vehbi yani "Allah vergisi" olma yönü kuvvetlidir.
Bu örnek biraz uç olacak ama aşk ve şiir birbirinden farklıdır. Aşka tutulmak şair olmaya defalarca tur bindirecek başka bir şeydir. Aşık olduktan sonra şairliğin kıymeti düşer. eğer böyle olmasaydı mecnun leyla'ya aşık olduktan sonra kendini çöle değil kalem kağıdın başına atar şiir yazardı.