Elimde dua dışında silah yok, şahit mevla
Yapıştı yakama bırakmıyor hüznün, sanki bir bela.
Yalvararak kaldırdım elimi, gözyaşım derya.
Kader beni mecnun eyledi, seni orospu be leyla.
6 senedir çektiğim depresyonu konu aldığım "zifiri ıstırap" adlı şiirimi sizinle paylaşıyorum
Hayatın en dibindeyim, burası zifiri ıstırap
Benim bu pis ellerim intihar için biçilmiş kaftan
Zira yan yanaydık azraille beşiğimden bu yana
Musallat oldu bana bu yolda hiç inmedi sırtımdan
Azrailin defterine benim adım yazıldı kanla
Ama çok kez yıkıldı o köprü ahiretle aramda
Gelecek yok benim için, ne ahirette ne dünyada
Tüketeceğim ben kendimi bu yalnızlık çukurunda
Mutluluk hiç uğramadı buraya, saat ölüme beş var
Benim ömrüm de böyle geçti, dikenlere tutunarak
Bazen işler yolunda gitmez, her şeyi doğru yapsan da
Ölüm meleği çıkıverir, tırpanını savurarak
sabaha doğru sokaklarım,
sabah kadar boşum,
sokaklar gibi anlamsız.
sevgi vardı, bir güneş gibi
anlamadım, o da doğamadan mı gitti?
rüzgar gibiyim bu vakitte,
odalara, balkonlara dolan
ama ne getirdiğini ya da ne götürdüğünü
bilmeyen cinsten.
martılar, kırlangıçlar, yalnız geceler...
ey gece,
sonsuz bile eksik senden bu saatte
vara vara bitiremediğim.
insan sonsuzu senden çalmış,
içinde bir zindan bırakmış.
ki o mahkumiyetten çıkan gebelikler,
gündüzün bir suçlusundan ibaret
sadece.
bir derin düşünce , düşler yere düşünce
bir soğuk kış akşamı yeşil gocuk üstümde
toparlamak mı çare yoksa bırakmak mı yerinde
neler döküldü bakmak veya neler kaldı yerinde
Kafiyeler basit kalır düşünceler kaybolur
biraz sanat gibi dudaklarından öpersem hep ayb olur
şark misali talan gönle senin aşkın garb olur
zaten kavuşmak imkansız apolitik bir harb olur.
imkanlarım sen dahilinde,
aldığım nefes sen kadar,
yağmur sen kadar yüzüme vuruyor,
güneş sen kadar parlıyor,
kısacası sen olmayınca;
ne yağmur yağıyor
ne güneş doğuyor
ne de ben oluyorum.
Muhtemelen yarın bambaşka bir sabaha uyanacağız
ben bir sigara yakacağım uyanır uyanmaz ardından
Uyuşuk uyuşuk pencereden dışarıyı seyredeceğim
Senin ise tüm düşündüğün gözlerinin şişini nasıl geçireceğin olacak o sıralar
Ardından süslenip püsleneceksin
alelacele çıkacaksın bir yerlere yetişeceksin
Topuğunun teki kırılacak yolda kimbilir
Sonra Tökezleye tökezleye yürüyeceksin
Ama herşeye rağmen
herşeye rağmen
seveceksin bu hayatı.
saat dört sigarasının filtresinden yine seni öpüyorum
sonra seni son görüşümü hatırlıyorum
kaçıyorsun benden
bir zamanlar ki ah o zamanlar
sımsıkı sarardın yüreğimi
buna bolca şâhit var
sıradan bir orkinosa sorabilirsin haliç’deki
mâzi, mâzimiz iki kelimeyi yutuyor
tek bir kelime doğuruyor
sen ve ben yok
biz oluyoruz o eski zamanların prangasıyla
benden kaçıyorsun
çünkü sen de atışlarını duyuyorsun
gözlerim kararıyor sen bana bakmadıkça
ellerimi koyacak bir yer bulamıyorum
düşüp bayılmak en kolay yol oluyor
inanmazsan haliç’e hattâ orkinosa sor
seni hatırlıyorum
seni çok net hatırlıyorum
ama hayâl meyâl görüyorum
sesin binlerce yıl uzaktan
girit’deki bir miken kasabasından geliyor
binlerce yıl özlüyorum
sonra bir zaman makinesi îcât ediyorum
ne yazık devlet ödenek vermiyor
projede kalıyor sana yolculuk
annem üzülmesin diye geceleri ağlıyorum
sokakları hiç bu kadar karanlık görmemiştim
ve hâlâ çoraplarımla uyurum biliyorsun
hâlâ olur olmadık seni ararım biliyorsun
seni çok sevdim, seni çok sevdim
girit’de bir ağacın altında beni bekliyorsun
şu zaman canımı çok yaktı
sen sâdece can yanmalarımı döküyorsun
mısrâlarım alevlenmeye hazır bir kor gibi
bekliyor senin nefesini
daha perde kapanmadan yüreğini bir başka oyuna açıyorsun
ardında mezarsız bir ölü bırakıyorsun
yağmurlu bir vefâ akşamı sana vedâ ettim
sonra kıta değiştirdim
kalbimi yeşerten, bana yaşamayı öğreten
sen
bursa manzarası eşliğinde, tophâne’de
ölüm haberini verdin bana
kendi sesinle
sel oldum birden yağmur bastırdı
apar topar seni gömecek bir yer buldum
mezarına benden başka kimse toprak atmadı
hayat insanı hırpalıyor
hayat insanın sevdiği için saçını çekiyor
hayat insana neler neler öğretiyor
beyoğlu sokaklarında bir kadını çok kolay kaybedebilirsiniz.
unutma seninle günleri, ayları soyduk
dünyanın tüm neşesini bir dilim elmada bulurduk
kent yorgunluğunu dinç bir kahkahaya çevirmekti hünerimiz
kör bir çingene görmüştü, yüzümüzdeki ilkbaharı.
Kirmizi üzümler toplamistik bir yaz günü
Kirmizi gecenin birinde sarhoştuk, agliyorduk
Ustaca inandiriyorduk birbirimizi
ay ışığının güneşi kıskandıran masallarına.