satanizmin altın anahtarını oluşturabilecek muazzam bir ismail uyaroğlu eseri. karakalem dergisinden.
1)
esirgemeyen ve bağışlamayan şertan'ın adıyla kırbacını şaklat. geceyi sarsala ve uyuyanları uyar. gördükleri düşü yüzlerine vur. söyle onlara, kendi iplerini yağlayanlardan olmasınlar. ne gördüler hayrın kıyısında durup baktıklarında? gördükleri şunlar: açılmış bir el, cüzamlı, cılk yara ve altın akıyor parmaklarının arasından. onun altında da açılmış başka cüzamlı eller. vücutlarına sürüyorlar kapıştıkları altın tozlarını. bellerine kadar bataklığın içinde. hayrın bataklığı. işte hepsi bu. sor onlara: siz şerri tattınız mı? bunu sor onlara ve açıkla. gecede parlayan suçun güzelliğini açıkla. işte bunu bilen bilir. bilenler, onlar özenle işlerler suçlarını. incelik sahibidirler. incelikle kullanırlar bıçaklarını. kırbaçlarını incelikle kullanırlar. geceyi incelikle kullanırlar. açıkla, tırnakları parlayacaktır dinlerken söylediklerini. o zaman sor onlara: madem öyle, niye kulluk etmezsiniz şertan'a? kırbacını şaklat. geceyi sarsala ve uyuyanları uyar. işte böyle. nezeyne.
esirgemeyen ve bağışlamayan şertan'ın adıyla ateşle haşır neşir kıldık biz insanı. yansın diye. gece, güneş battığı zaman, karanlıkta. gündüz, güneş doğduğu zaman, aydınlıkta. onlara ateşi sunan da biziz, felaketi sunan da. günahın parıldayan, ışıklı yolunu gösteren de. ama onlar yolumuzdan cayıcıdırlar. ötelere bakmak isterler. öyle isterler. iyiliğe kanıcıdırlar. bilmezler ki muştumuz büyüktür bizim, bağışımız büyük bir bağıştır. ey şiirle nasiplendirdiğimiz, bildir ki onlara, günün aydınlığını katlayıp gecenin örtüsünü serdiğimiz zaman üstlerine yerinmesinler, sevinsinler. muştula ki ortasından ateş ırmakları akan cürüm vadileri onlarındır. şerre inananların. işte böyle. nezey.
esirgemeyen ve bağışlamayan şertan'ın adıyla
gör
külün altındakini gör
külü okuyabilmen için
bağışladık sana bu sancıyı
küçük bir dere de akabilirdi avcunda
ve kırlar ve bulutlar ve gök
ama o var yalnızca
düşülmeye düşülmeye pas tutmuş uçurum
uçurumun pasını oku
bir zamanki işlek günlerini düşün
eğil, dipten yüzüne vuran sıcaklığı duy
korkma, eş ordaki külleri
ve öyle bir ateş çıkar ki içinden
kör etsin gözleri
diyorlar ki senin için iyiler
o lanetli biridir
doğru, lanetledik seni
esirgenmiş olanlardan kılmadık
ama işte bilmezler, asıl onlardır
yoksun bırakılmış olan güzelliklerimizden
ateşin güzelliğinden
uçurumun güzelliğinden
felaketlerin güzelliğinden
de ki
esirgendiniz de ne oldu
ne gördünüz mutluluktan başka
biz size uçurumu öğütlemedik mi
öyleyse sevince uğratılacakların
ta kendileri olacaksınız
şüphe yok ki biz
bir vakit sınarız
kim ki yüksünür, yüz çevirir ateşimizden
sevince çarptırırız onu
mutluluğa çarptırırız
işte böyle. nezey.
esirgemeyen ve bağışlamayan şertan'ın adıyla. vay o gün eli titreyenin haline. o gün mü? hayra inananların sınav günü. ellerine bir sabah, cürmün caddelerde gürültüyle akmaya başladığı sabahların birinde, bir bıçak verilecektir: haydi şimdi inin şehre! ve salıverileceklerdir. kim ki akşam bıçağı temiz döner geri, vay onun haline. ateşin aynası tutulacaktır yüzüne: işte bak, gördüklerin de mi yetmedi kışkırtmaya bıçağını? şehrin şerri de mi? öyleyse iyi kal, sürün. gir aynanın içine ve ateşin ortasında gülümse. işte böyle. nezeyne.