not: bariz subjektiftir.
hafif gerizekalı iseniz şöyle olur.(an itibariyle yolculuk başlayalı 12 saat, biteli 5 saat olmuştur ama gezi devam etmektedir.)
sabah 6'da kalkıp izmir'e gideceksinizdir. 'uyku tutmaz, s.ktir et kalkıp gideyim' dersiniz ve yola girersiniz..tam o esnada saat 01.05'i gösteriyodur. köprüyü geçersiniz, yol çalışmasından dolayı daraltılmış olan izmit otoban sapağını hızınızdan dolayı kaçırırsınız ve e-5 izmit yönüne yönelirsiniz. ama yolu tam bilmiyosunuzdur. kartal sapağında önünüzdeki araçtan inen adama sorarsınız, adamda pendik'e* kadar bende geliyim der, adama soru sorduğunuzdan mecbur olursunuz. adam arabaya oturduğu an cüzdanı bırakıp gitmeye razısınızdır. ama neyse ki adam iyi niyetli çıkarda pendik'te indirirsiniz. sonra seferhisar-topçular güzergahını feribotla geçersiniz. daha sonra asıl uzun yol başlar. bu arada uykudan kalkalı yaklaşık 20 saat olmuştur ve önünüzde yaklaşık 400 km yol vardır. susurluk'a kadar bir gaz gelirsiniz ama orada bünye 20 dakika mola vermek zorundadır. bu yol üzerindeki bursa il sınırı ve balıkesir il sınırı yazılarının bir insanı ne kadar sevindirdiğini tahmin bile edemezsiniz. zira gece yarısı o yollarda tek başına giderken arabaya birşey olsa en iyi ihtimalle s.kileceğinizi, kaza olduğu takdirde ambulansın 5 saatten önce gelmeyeceğini bilirsiniz. ama iş işten geçmiştir artık. susurluk'tan çıkarken gün hafiften ağırmaya başlamıştır. yaklaşık 75 dakika daha gittikten sonra manisa il sınırları içerisindesinizdir ama vücut artık bitmiştir ve dikkatiniz iyice dağılmıştır. burada da bir benzinciye çekip 45 dakika uyursunuz ve cin gibi olursunuz*. daha sonra bir şekilde izmir'e gelirsiniz ama o da ne? ucuz diye rezervasyon yaptırdığınız otel direk fuhuş otelidir*. sabahın 9.30 unda alakasız çiftler sürekli yukarı çıkıp aşağı inmektedir. hemen odaya çıkıp bir bahane uydurup otelden ayrılırsınız*. sonra paraya kıyar adam gibi bir otele girersiniz, alsancak-karşıyaka ve karşıyaka-alsancak vapur seferlerine katıldıktan sonra odanıza gelirsiniz. bi bakarsınız ki internet girişide var odada, hemen kablo istersiniz onu da getirirler ve bunları yazma fırsatı bulursunuz.. önemli dakikalarda canlı bağlantılar bu başlıkta.
yolculuk gece ve trendeyse keyfe diyecek yoktur.. alırsın eline bir kitap , kahveni de koyarsın yanına.. işte mükemmel yolculuk budur..
not:daha önce hiç trende yolculuk etmemiş bir yazar olmakla beraber ,tahmin yürütmüşümdür..
kulakta hafif bir müzik, baş cama yaslanmış, akılda bin bir türlü düşünce, hayal, anı; bazen yüzde tebessüm, bazen içte heyecan, bazen de tutmaya çalışıp tutulamayan göz yaşlarıyla yapılan eylemdir.
kimi zaman vakit kaybı gibi de gelse insanın kendisini dinlemesi, kendisiyle baş başa kalmasını sağlayan bir zaman dilimidir.
(#2677465) her yolculuk insanın içinde eski tahta bir bavulun kapağını aralar. içinden çıkacakları unutmaya çabalamışsınızdır ama bir şeyi unutmaya çalışmak çok şey hatırlatır insana;
kaldırımlarıyla sarmaş dolaş gecelerinde onbinlerce yüreği o yanlızlıklara teslim alan kent! koca kent! karbon monoksit fonlarda otobüs kuyruklarına savrulan nice heder ömrün büyük susuşlara, musvedde insanlıklara taşındığı ... farkında değildin! farkında değildi belki çoğulluğunuz: boğulmuştunuz, boğuluyordunuz ! köşe başlarında çeyrek biletlerle pek de ucuzlamış umutların korunduğu kent; varsıllıklardaki yoksullukların, ağrılı yalnızlıkların, tutmamak için verilen sözlerin terkedilmek üzere sevilen kızların kenti...yirmidört saatlik dostluklar, ego mastürbasyonları ve hep hüzün taşıyan vapurlar... o vapurlara ben binmedim, binmedim: binseydim batardılar! o kent !aşklarına ihbarcılar tüneyen ... kayıp kimliklerin,kimselerin... hani hiçbir taşıtında yerimin tam olmadığı ve hiçbir kadınını öpmediğim yağmurlarında..kalsam... bir kalsam o yağmurlara bir saçağın bile payıma düşmediği ıslaklığın kenti...sonra kendine vurgun o deniz ve çarparken sanki tükürmesi avurtlarıma imbat rüzgarlarının; buğulu bir camımın bile olmadığı ve çalmadan girebileceğim bir ev kapısının... çünkü herkesin bir kenti vardır; herkesin bir adı gibi bir kenti... o kent ! vuran ve vuran... bana bir başıma bağırmayı susturan... katıp önüne o kaypak rüzgarlarla sesimi, sesimi rehin alan! sonra bağırıp bütün varoşlarında yakasınıellerimle tuttuğum, vuruştuğum ve yenik düştüğüm.ama öğrendim ki kentler yenik düşmezmiş insanlara.geç anladım; önce vuruştum ve yenildim sonra ... o kent! herkesin kendini, ısrarla hep kendini yaşadığı, sonra kendine kaldığı ve herkesin giderek kendinden kaçtığı... meydanında göğüne buğulu gözlerimle bir dize yazarak bırakıp kaçtığım kent! aramasınlar! o dizeyi ancak ben bulabilirim orada. o kent, bir dizeye sığmıştır anılarımda... hala menekse gozlu kadınları vardır o kentin; türküleri, bayrakları, bayram yerleri,resmi törenlerle kutlanan kurtuluş günleri ve daha kurtulamayış günleri! törenlerle yeni baştan, yeni baştan kurtarılıp da , insanlarının yeni baştan kurtarılamadığı sabahları hani ıhlamur ve tarçın kokan... geniş çarşıları, düşleri anadolu kokan konsomatrisleri ve ışıklı panolarla kuşatılmış ne azgın,ne tutsak geceleri... (herkesin bir kenti vardir ... bir insanı sevmek gibidir bir kenti sevmek; tanınmayan insan, gidilmeyen kent sevilebilir mi?) herkesin bir kenti vardır; ya senin kentin? hani sokaklarında bir misket için debelendiğin... yokuşlarında kiralık bisikletlerin direksiyonunu bırakıp kendini ana caddelerine delice saldığın kent.hani ilk sevgilinin, o liselinin küçük göğüslerine ve iri düşlerine dokunarak uyumaya çalıştığı gecelerde sana semalarda gülümsediği o günlerin kenti...ilk kez traş olduğun, ilk kez yendiğin ya da yenildiğin... sonra ter içinde yüreğinle yaşamla kavga! kavga: peşinde koştuğu ekmeği büyüdükçe kendisi küçülen insanlar arasında... ve ilk sinema geceleri... sevgiliye dehşetle mırıldanılan acemi aşk sözleri...ilk sarhoşluk, ilk korkular, yanılgılar ve ilk sigara...bir gün ölümle ilk tanışmada gözlerin bağlı ilk alınışın; ilk sorgu, ilk çarmıh, ilk çığlık ve ilk duruşma... tutuklu hüznüne ilk kez patlayan bir flaşın gözlerini kamaştırmasını büsbütün unuttuğunda, bir gazetede gözlerin kapalı çıkan ilk resmin...ilk görüşme, ilk volta,ilk özlemler buram buram ve boğulurcasına...sonrası nakarat; biliyorsun şimdi herşey nakarat! ikinci, üçüncü aşklar, gözaltılar,yalnızlıklar, yanılgılar vs. ama lar o kenttedir ve hiçbir güç bu doğruyu değiştiremez...çünkü herkesin bir kenti vardır; herkesin bir adı gibi bir kenti...
bir sevda
önceleri saray palas (!) otelinin ağır açılan kapısından girip saklı boğuntularımı hapsettiğim odanın kenti; senin kentin! oda nosu: 305! 305 nolu odanın kenti ve yüzünün sahibi senin...siluetini duvarlarına düşürdüğüm: 305! sabahları üç beş sandalyeli otel lobisinde bir çay, bir cıgara içimi konuk yüzün...sonra mesai çıkışlarıyla eve dönüş saatlerine kıstırılmış akşam merhabaları ve o çıplak, o deli sevda! sonra o kente yeniden konuk geldim; akşamdı ve haziran. bir kaçak gibi geldim, bekledim...geldiğinde o kent kadar üşüyordu ellerin; ellerimi sana verdim; al dedim: -eti benim, ılıklığı senin sevgilim... sonra düşmanlarımı anlattım sana; iz sürenleri gösterdim ardımda...dedim çarmıhlar kuruludur hep benim aşklarıma; dedim yok bir şeyim, bir şeylerim sevdadan başka... o kente konuk geldim; akşamdı ve haziran. seni tepeden tırnağa sevdim...sen, o kent kokuyordun; dudaklarında o denizlerin tuzu, saçlarında bulut katarları o kentin. saçların sarı mıydı? sarıydı...her telinde o kentin baharları. o kaypak baharları... yüzüme bir yer açtın yüzünde sen de; önce kokunu ezberledim, sonra susuşlarını,duruşlarını bir bir...yürüdük o kentin bütün rüzgarlarına, bütün mezarlarına, ağrılarına, puştluklarına karşı...ne iri bir aşktım: gözlerin nereye ben oraya kadar aşk! gözlerin o kentteydi senin; büyüktü o kent ve büyük aşk!(üstüme üstüme geliyordu senin kentin; ama sana korkusuzdum, sana ateş, sana külsana bela! sana korkusuzluğumla ben o korkuyu yendim ve o kente konuk geldim...)
ve veda
usulca ihanetlere açılıyordu pencerelerin; belki yeni sesler, yeni sözler, yeni aşklar çağırıyordu seni, gitmeliydin... ben gittim! mağlup bir sevgi ve bir matem bıraktımo kentte; ellerim uzaklarda kaldı, ya ellerin? sen kıyısız bir ihanettin; belki de özetiydin bütün ihanetlerin... orada bakmıştım ya o kuyruklara; o bezgin, ürkek, üşümüş kalabalıklara, bakmıştım da, kendimi gösterip: -bu adamı bırakmam,demiştim bu kuyruklara! alıp kaçırdım bendeki adamı sonra. belkikısa mesafelerin feodal yürüyüşçüsüydüm; sığmadım, sığmazdım o kuyruklara... giderken sevginin sol bileğinden kan sızlıyordu ve kalbimde kan bulaşığı bir güz; kalbimde sanki fırtınada yapraklar... sanıktın... bir sevgiyi ağır yaralamıştın! infazın o eylül ayına gömüldü ve anılara... ihanet 1 sevgi 0 , yer o kent... sevgi mağlup geldi ! o hep kazanırdı oysa. sonrası ne yazılır ne anlatılır bir şey... ne yazılır ne anlatılır... ne yazılır ne anlatılır? infazı o eylül ayına ve anılara... daha her yıl eylul ün avuçlarını her açışımda o aşkın enkazı duruyordu; ateşti,ateşti sevginin göklerinde, küller ise susuyordu...onun denizlerinde bir adam, usulca çekiyordu ağlarını sulardan, gençbir çift konakta öpüşüyordu; yaşlı fahişeler geçiyordu alsancaktan, kordondan filan; o kadın anılarda sapsarı gülüyordu... sevginin bileklerinden kan sızıyordu... artık yolları uzaktır o kentin; aramızda bin kilometre yol, nice sıradağ durur ve unutulmuş gibi susan ihanetler anılarda vurulur, vurulur! o kenti onunla birlikte yeniden sevmek, artık ölmekten zordur; o , kendi şafağını kirletmiş bir ufuktur... öyle günler vardır ki ömürlerimizde, bir şey ansızın başlar ve başlatmak düşer insana; bitince simsiyah bir nokta ayak uçlarına...işte bir kentti ve bir sevda! özlemi yitik, cürümü enkaz; dağıtır rengini yalnızlıklara...bir kentti ve bir sevda: önce ağrılar şimdi de anılarda... bir kent, gidince ve bir sevda, ayrılınca biter mi? bir kent bitse bile, bir sevda bitse bile, o kente ve o sevdaya gitmiş olmak bitmez ki! bir sevdanın son sözlerini yazdım şimdi ben ona ve giderek küllenen bir aşkın son direncini... noktalama imleriyle sürüp giden bir oyuna benziyor yaşam; noktalı virgüllerle, soru imleriyle sürüp gideni ya da bir ünlemle, bir noktayla ansızın biteni yaşıyor insan. çok şey başlar çok şey biter... bitmeyen anılardır. anılar bitmeyi bilmezler ve bir uğultu gibi savrulurlar yüreklerde, dinmezler... bir sevdanın son sözlerini yazdım şimdi sen ona ve anılarla tütsülenen bir aşkın son direncini... 'artık kendini bıçak gibi ışıyan yeni güne bağışla; yürü, arkana bakma, ama umursa; bazen anılara en çok yakışan elbise, birkaç damla gözyaşıdır unutma...' !!!!!
boyunuz 1.80 den fazla ve koltuğa sığmıyorsanız,önünüzde nezaket kelimesini sadece tv den duymus bir insan evladı oturuyorsa,otobüs denizli den istanbul a gitmek için tüm ege yi dolasıyorsa,host "baba n'ber" modundaysa,gece 00.00 sularında otobüsten indikten sonra "maalesef x'e servisimiz yok" lafı istanbul soğuğuyla beraber yüzünüze vuruyorsa,üsütüne üstlük taksici "gündüz acamam evladım" diyorsa harikulade bir olaydır,her ay tekrarlanması tavsiye edilir.
hep uzun entrilerin olması gereken bi başlıktır. bu yolculuklar bir şiirdir aslında bir ayrılık yada kavuşmada olabilir. bazen öyle zor gelir ki o otobüse binmek arkanda bıraktıklarını düşünmekten. bazende hemen yollar bitsin istersinn sevdigine kovuşmak için. her bir yolculuk ayrı bir şiirdir aslında molalarda dizelerin arası olabilir nefes almak için. insan kendisi ile kalır düşünür yol çizgilerine bakarak dalar gider. yolculugun sonu eminim ki hep mutluluktur.. iyi yolculuklar..
ayrılıklara götürüyorsa hüzünlü, kavuşmaya vesile olacaksa neşeli bir aktivitedir.
yolculuğun süresi de bu ayrıma bağlı olarak kısalır ya da yüzyıllara yayılmış gibi gelir (bkz: görecelik kuramı).
bazen güzeldir. hele gece yapılanından ise tadından yenmez. tüm planlarınız, gelmiş, geçmiş anlamsız hayaller akıldan geçirilir. en mantıklı düşünülecek hallerden biridir. kulaklıktan gelen nağmelerle daha da bir anlam kazanır.