mahmurlaşmış gözlerinle otobüsün bir anda açılan ışıklarına bakmaya başlarken aklına gelen 'neredeyim ben, hangi tesis burası?' sorusu, bir suç işleyip aynı otobüsün ayrı koltuklarında müebbet yolculuk yapma cezası yemiş olduğunu düşündüğüm, sıkılgan insanların hareketlenmesi ile aklından çıkar, insanlar otobüsten inmeye başlar...
'acaba bende insem mi?' sorusu insanı ikiye böler bu anda, bir yanın 'in hava al, kendine gelirsin hem şu sağ öndeki(güzel kızlar hep sağ ön koltuklarda oturur)güzel kızı kesersin' derken diğer yanında omuzların düşmüştür, tüm vicudunda istanbul trafiğinde iki saat yol almış şöför yorgunluğunu hissedersin, düşüncelerin olurunu tartan terazinde yorgunluk ağır basıp otobüsten çıkmama kararını önüne sunar, keşke birisi şu ışıkları kapatsa da uyusam dersin lakin kapanamaz ışıklar.
yakalanmamak için erzurumdan ankaraya molasız gelmeyi göze aldıran yorgunluktur. hele ki gece, hele hele ki yalnız seyehat ediyorsanız en beteridir. bi inersiniz, bir daha binmek istemezsiniz o arabaya, bir sigara yakarsınız bir çay içersiniz, sigara bitince yenisini, çay bitince demlisini istersiniz , ama hiç binmek istemezsiniz o arabaya. omuzlarınıza öküz oturmuş gibi yığılıp kalırsınız. siz oturdukça o kilometreler daha beter uzar, gideceğiniz şehirde özlediklerinizin olması bile o yorgunluğu yaşamaktan alıkoymaz sizi. sonra ha gayret deyip geri binersiniz arabanıza, bir daha asla mola vermeyeceğinize yeminler ederek.