80 yaşındaki büyük amcam, 75 yaşındaki kardeşinin cenazesine giderken ağlamıştı. Sessiz sessiz. Bir saniye bile durmadı yaş. Aktı 6 saat boyunca.
Annem de ağladı. Bazen iç çekişleri duyuldu, o kadar.
Birini ağlarken görsem şehirler arası otobüste, sadece yakınının öldüğünü düşünür, üzülürüm. Bir de o yolculuğun çok uzun bir yolculuk olduğunu,yolların hiç bitmeyecek gibi gelmesi hissini...
arkadaşım canım ciğerim çagirdi okudugu sehre gelin gezdireyim,dertleşelim gibi sebeplerden.Neyse gittik 3 gün kaldık.Bu üc gun boyunca elimizi cebimize attirmadi bir kere olsun. Neyse bir aksam ayrilik vakti geldi. Biletleri aldık bekliyoruz bu beni cekti kenara hacım yol paraniz falan var mi gibisinden konustu ama böyle babacan bir şekilde hani ben zatrn duygusal bir insanim gardım falan düştü.Damlalar tek tek gozden akmaya basladi tutmaya calistim. O sirada geldi bizim otobus ben sarildim atladim otobuse oturdum.Biraktim kendimi ama boyle bir şey yok.Nehir gibi akıyor göz yaşı durduramiyor insan kendini.
Sık yaptığımdır. Zamanında sık yaptığımdır desem daha doğru.
Bir yere alışıyorsun, dostlar ediniyorsun ve babanın tayini çıkıyor, bunlara istemsiz veda ediyorsun. Yoruluyorsun vedalardan.
Asker çocukları ne demek istediğimi daha iyi anlar.
arkadan bırakılanların hatrına değerli kılınan bir güzelliktir. ağlamak denilen öyle hüngür hüngür değildir , yüze çarpan görüntü kümelerinin sıvı hale dönüşmesidir.
Çocuk ilk kez bir şehrin tamamını terk ediyordu. Hem de orayı çok sevdiği halde… Ama daha azı, onun zarar görmüş ruhunun tamamen yok olmasına sebep olurdu. Çünkü şehir, öyle çok anıyla doluyduki, çocuk eğer orada kalırsa adım atacak boşluk bulamayacaktı.
Özlemin ne olduğunu anlamaya başladı uzaklaştıkça. Bu his dört bir yandan etrafını kuşatırken, içinde olduğu otobüs camlarını zorluyordu. Çocuk meydan okurcasına yüzünü dışarıya çevirdi. Fakat iki şehir arasındaki yolu, eviyle kalan her yer arasındaki yolu, hızla tüketen, ilerledikçe çocuğun gözünde canavarlaşan otobüsün camının dışında, kendi yansımasından başka hiç bir şey göremedi ki kendisi o an görmek istediği son insandı.
kavusulacak gelecege mi yoksa arkada birakilanlara mi oldugu cogu zaman birbirinden hic ayirt edilmeyendir. bir goz onunuzdeki bilinmeze, diger goz de ardimizda biraktiklarimiza adanmistir iste... yollar serit serit akar, bir serit te senin zihninin derinliklerinden su yuzune cikmaya baslarken...uyku kokan otobus karanligin icine icine nufuz eder, karsidan gelen kamyonun fari uyku ile uyaniklik arasindaki belirsizlige son verir. ve baslarsiniz sizin gibi bir yerden bir yere giden, cogu tavsan misali bir uykuya teslim olmus otobus ahalisini dusunmeye... son durakta bekleyeni olmayanlardansaniz, pencere cami daha bir soguk gelir yuzunuze. seyahattan sonra 4-5 saat uyuyup oteki sefere cikacak sofor, muavin yorgunlugu coker ustunuze, yalnizliga biraz da endise katilir, gecmise mi dair gelecekle mi alakali kestiremediginiz... her seyin bir sonu oldugu gibi, otobus de yapayalniz bir perona sizi birakacaktir en sonunda... arda kalan, koltugunuzda biraktiginiz belki bir parca umut, bagaja vermeyip yaninizdan ayirmadiginiz kanayan bir kalp ve nedenini tam hissedemediginiz buruk bir aci, burun direklerine dogru nisan almis...
dili olsaydi otobus caminin inan kosa kosa gelirdi sana.
birakma derdi
bu sehre degil sana agladim.
donusum sana degildi bu sehreydi.
bütün gece agladim...
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...
Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim.
ilkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman
özlemeye başladım herkesi...
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra..
Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı...
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda,
solculuk oynamaya başladık..
Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara ve
Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle...
Ağbilerimizden öğrendik, ''Ç'' harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi..
Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri.
Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim..
Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak..
Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu..
Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri.
Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim
Ve hiç bir mahkeme tutanağında geçmedi adım
Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece
Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde, ama sen yoktun
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde
Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu
Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum.
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.
Yaz sıcağı toprağa çekiyor da tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini
Sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum
Muş ovasının yalancı maviliğini
Otobüs oluyordum bir süre
Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde
Otobüs oluyordum
Bir ülkeden bir iç ülkeye
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum.
Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin
Korkuyordum
Sonra iniyordum otobüsten
Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun,
ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk,
ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum.
Çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda..
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam
Ben seninle bir gün Van'daki bir kahvaltı salonunda
Ben seninle sadece bilmek zorunda kalanların bildiği
bir yol üstü lokantasında
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan
Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında
Ben seninle herhangi bir insan elinin
terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim
Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim! yılmaz erdoğan
geride kalana özlem acıtır insanı, baş cama dayanıp şehri geride bırakmaya başladığında süzülür gözlerinden yaşlar, sanki son yolculukmuş gibi gelir bir daha geri dönülmeyecek geride kalana sarılmak hayal olacakmış gibi...
kimi zaman öylede our giderken arkandan el sallayanlar geri döndüğünde yoktur, yoklukluğunda yok olmuş ve özlemlerini sonsuzluğa bırakmıştır, işte öyle zamanlarda tüm gitmelerine ağlarsın çünkü yüreğin suçlu adleder seni, gidişinle paylaşımları sınırlamış ardında bıraktıklarındn ayrılmışsındır.
başım cama değdiğinde hep bunlar gelir aklıma ve korkarım için için, yokluğumda yok olursa sevdiklerim ve söyleyemediklerim düğümlenirse içimde diye. gözlerimden düşen yaşlar duadır aslında ardımda bıraktıklarımı yeniden bulabilmek adına
cok boktan bir durumdur. yolları aştıkca aglama katsayınız duruma gore daha da artabilir; ama en güzeli size otobüsün icinde bakan ve salak muamelesi yapan onlarca insana siktir çekmenizdir. sonunda farkedersiniz ki ne kadar üzülsenizde kalbinizin bir yerinde ufak bir mutluluk belirir aniden; işte o andan sonra hersey önemsizdir.
farkında olmasan da senı ıcıne haınce ceken o yabancı;ama alısmak zorunda oldugun sehre gıderken gerıde senı seven bırcok yurek bırakmaktır aslında o engel olamadıgın yasların sebebi.
o otobuse bındıgın an baslarsın evının kokusunu ozlemeye,kırdıgın annenı,babanı...en samımı gulumsemlerını.
evdekı cocuklugunu ozlersın o hain uzaklıkta yapamadıgın.
gercekten sevıp aylarca aklından cıkaramadıgın ınsanı tanıdıgın o denız kokulu memlekıtınden ayrılmak sana bır an kacıs gıbı gelır;ama ozlem daha zor,anlarsın zamanla.
ve anlarsın her ayrılısta bır kırgınlık bır gozyası vardır aslında.yolculuklar,mesafeler de bızı ayıran o kucuk tuzaklardan bırı degıl mı zaten!
istanbul'dan herhangi bir yere giderken hıçkırıkla karışık saçların pencereyle/camla olan mahcup burkuntusu/ lafa sıçmayacağımı bilsem, yada yeterince sıçmış olmanın coşkusu içinde demem odur ki sızısıdır.
üniversiteyi ailenizden farklı bir şehirde yaşayarak okuyorsanız, dört yılınızı dolu dolu yaşadığınız arkadaşlarınız varsa, uyandığında evinde tanımadığın ama arkadaşının arkadasları olan adamlar kadınlar varsa ve sen sırf ses cıkarmıyorsan arkadasının arkadası diye, her şeyi paylaşabiliyorsan soğuk şehirde arkadaşlarınla, o şehirden ayrılırken otobüs kullanacaksan başına gelmesi son derece aşikar olan eylemdir.
ama yapacak bir bok yoktur. başka bir hayat seni çağırmaktadır.gitmek zorundasındır. bekleyen hayata aglarsın çünkü senin neyin beklediğini bilmezsin, bıraktıklarına aglarsın çünkü bir daha o şehirde onlar olmayacaktır. bilmem bunları sizlerle payaşmamın bir yararı oldumu verebildim mi mesajı.
birşeyleri içine sığdıramayıp dışına akıtan kişi eylemidir eylem olmasına da benim anlamadığım yanındaki kişilere karşı niye o denli asabi oldukları, sen duygulandın iyi hoş da ben de mi dugulanmak zorundayım kardeşim. **
gitmenin, geride bir şeyler bırakmanın hüznü olmayabilir her zaman. dönmenin, dönüpte görememe ihtimalinin gözyaşlarıdır belki.
yattığı yerden gözleriyle beni soruyormuş. telefonda 'gelmelisin' dediler. 'gelmelisin ve görmelisin onu'. belki son görüşüm olabilirmiş.
dersten nasıl çıktım, terminale nasıl gittim, hangi ara biletimi aldım hatırlamıyorum bile. 4 saat değil sanki 44 saat süren yolculuk boyu ağladım. kimseye aldırmadan, telefonunu kapat diyenleri duymayıp her dakika evi arayıp arayıp ağladım. ya ben gitmeden o giderse diye...