"şehirde yıldızların gözükmemeleri, kötü bir adamın dileğiymiş" dedi.
tanrı insanı yarattı. neden bilmem... ama insan denen zavallı yaratık karanlıktan korktu, ışığı 'yarattı'. insan denen acınacak varlık soğuktan korktu, yaktı bulduğu tüm güzellikleri. bunlar gereksizdir dedi, bir işe yarasınlar bari...
yaşamını sürdürmek için yaptığından bahsetmiyorum yanlış anlama. zevkinin peşinde olmasıdır benim derdim.
çünkü şömine başında şarap içmek için ağaç kesti. serdar ortaç'ın konserine ışık lazım dediler, barajlar kurdu, köyler yıktı. kirli dumanlara büründü dağlar, ormanlar. nefessiz kaldı kuşlar, hatta karıncalar, tabi insanlar.
tabi insanlar durmadı, yetinmedi. 'evinde' böceğe bastı, içi acıdı, kovdu hepsini zehirlerle. sonra yine kötü hissetti de bir kediyle paylaşası geldi evini. fakat onun varlığını da kısıtladı, "üreme sen" dedi, "senin başlangıcın benim", "varlığın benden", "sonun benim" dedi ona kibirle. bir de sokak köpekleri var ya. onlar konuşmamı haketmez değil mi?
yanlış anlama bu ali'nin, musa'nın, buket'in hikayesi değil. bu senin, benim, onların hikayesi. bu umursamaz tavrımızın öyküsü. bu tanrının varlığının kanıtı olan doğanın, bize ait olduğunu sanıp, kibirle yoketmemizin destanı. allahın ayetlerine yaptığımız saygısızlığın, ihanetin adı.
istanbul'da yaşlanıyorum. çeşme yok. ben de plastik su içiyorum. gece gökyüzüne baktığımda, bir iki yıldız ve koskoca karanlık görüyorum.
allahın köyüne gittim geçenlerde. bir dağı kapatmış koka kola denen... her neyse. allahın dağını! vermiş onlara tayyip efendi bize sormadan. para da kazandırmıştır elbet...
geç kaldım çıkmam lazım. yağmur diner, ay doğar belki yeniden.