değişen saç modeline baktım masaya oturduğunda, süzüyordum, aylardır görmediğim ama iyi tanıdığım adamı... sakalları da uzamıştı. "robinson" dedim gülerek. "hayat insanı böyle yapıyor" dedi. o hayat bendim... onu böyle yapanın ben olduğumu söylemeye çalışıyordu... anladım. güldüm. sustum.
masadaki dostça sohpet devam ederken, o yalnızca sıradan bir katılımcıydı. herhangi biri gibi... ne zaman iş lazcaya geldi, işte o dakika eskisi gibi gülüp eğlenirken buldum kendimi. * ardından gelsin fıkralar, biralar, gülücükler. kısa bir süreliğine, vurduk patladı, çaldık oynadı dünya.
son kısma doğru ilerliyorduk. arkadaşı eve bırakacaktık **, sonra da beni bırakacaktık evime. o da bu arada, sormak istediğini söylediği şeyleri soracaktı. bir önceki gece aramıştı duymamıştım, mesaj atmıştı sabahında okumuştum. oradan biliyordum soruları olduğunu. arabaya doğru yürüdük. kapıyı açtığımda tek bir kırmızı gül duruyordu koltuğumda. gülümseyip teşekkür ettim. kendimi çok sıradan ve yapmacık buldum. sonradan yapıştırılmış gibi durduğunu düşündüğüm bir gülücükle, iş arkadaşına denir gibi bir teşekkürdü işte. oysa ben hep gülerdim ama bu sefer gergindim. arkadaşı bıraktık ve güvenli bir şekilde eve girmesini bekledik. bir şarkı açtı. hiç tarzı olmayan şeyler çalıyordu arabada. sonra bir yeri gösterip "burda duralım, çok vaktim yok" dedim. canım istediğinde olmayan vakitleri oldurduğumu bilirdi. anlamıştı, uzatmak istemiyordum. uzun uzun baktı yüzüme. bu çok tanıdık yabancının yüzüne bakmak istemediğimden yan gözle izliyordum bakışlarını. sessizlik "neden?????" diye sormasıyla bozuldu. "neden" di, bu devasa boşluk yaratan sorunun yanıtı bendeydi. ya da o öyle umuyordu. boşluğu tam da doldurmayan bir sürü neden sıraladım. * nerden bileyim nedendi. bazen biterdi işte. bunun her zaman nedeni olmazdı. hem bunca zaman beklemişken asıl onun bu soruları nedendi...
öğrenecektim...
görüşülmeyen zamanda neler yapıldığı merakını gidermek üzere yöneltilen sorulardan birinde sövdüm. gülmeye başladı. insan küfürü özler mi? özlemişti işte. konu konuyu açarken, saat de sabah işe kalkmamı engellemek üzere ilerliyordu.
"evlenelim!" dedi. cevabı "hönk"tü. demek, "hayatımda ilk defa soracağım bir soru" dediği buydu mesajında. şüphelenmiştim zaten ama yine de çok şaşırdım. bilirdim çok karşıydı böyle şeylere. en az benim kadar. artık karşı olmaktan istifa etmişti belli ki ama ben etmemiştim. "hayır" dedim. yine bir "neden?????" sorusu daha... neden sorusundan nefret ettiğimi farkettim. delicesine nefret ediyordum evet. kimse neden demesindi.
ayrıca hiç romantik değildim. kızlar kabul etmeyecekleri, hatta hıyarın teki diye tabir ettikleri biri bile bunları söylediğinde ağlardı. ben beceremezdim. daha önce de becerebilmişliğim yoktu. ne romantik ağlamalar, ne bebek gibi konuşmalar ne de zıp zıp zıplatan yapay sevinçler yoktu bende. yoktu işte.
sonra ottan boktan sebeplerden kavga ettik. istenmeyen cevabı verişimden mi, daha önceki bitişteki sorumluluğumdan mı bilmem. ben hiç susabilen olmadım. dün de bu kanunu bozmadım. o rest çekti, ben rest çektim. o tehdit etti. ben tehdit edebileceğim şeyi gerçekleştirdim * birazdan kıyameti koparacağız derken sustuk. gülmeye başladık.
anladım ki ben o romantizmin doruklarındaki külkedisi değildim. ben kavga ederken mutluydum. gülerken mutluydum. sadece calyxken mutluydum. komik lazca bir hikaye benim için süslü sevgi sözcüklerinden daha kıymetliydi. o yüzdendi sanırım, aradığım o değildi...
huzura erince mi? birinin hayatında alçak gönüllü bir parantez açılmış, kimin umurunda ki.. gün be gün kayıp giden zamanın acımasızlığını gözler önüne seren, sessiz ve dingin bir ortamda tek başına oturup ılık çayının yanında nostaljik bir şarkı ile "eskisi gibi inanılmasa da görüşülmek durumunda olan her kişi" sonrasında, daha kötü ve daha yorgun hissettirmekten öteye gitmeyen hal ve tavırların sergisidir genellikle. insanları değil de, onların bünyede uyandırdığı hissiyatları sevmenin gayrızaruri bencillik olduğu kanısına varılıyor bir noktadan sonra. sonunda sessizlik ve metanet içinde garip düşüncelere gark olma sendromları gibi bir şey.
saatlerdir hiç susmayan geyiğin, hayatın içinde biriktirilmiş anıların üzerine geldi şaşırtan eski sevgili, çekingen bir gülümsemesi vardı. o sanki hayatının merkeziymiş gibi, ona bakmazsa düşecekmiş gibi bakıyordu gözlerine kızın.
muhabbete çok uzaktı ama iyi niyetliydi. kız tuvalete gitmek için masadan kalktığında, kaç tane içti diye sordu. merak etmişti, korumacıydı.
izleyen 3. kişinin bile anlayabileceği kadar ayrı dünyaların insanıydılar. niyetler iyiydi, ama kopmuşlardı birbirlerinden.
aradığı o değildi kızın, çocuk da daha başka birine gitmeliydi. herkes iyiydi hikayede, sadece sonu kötü bitmişti.