yine alacakaranlık santim santim yaklaşmaktadır şehrin üstüne. karanlık çökerken, göğüs kafesi dar gelmektedir. "iki tek atayım da öyle gideyim der" insan. köşe başı bir meyhane bulunur, zula masalardan birine yerleşilir.
mekandaki personel bile henüz mesaiye başlamamış, bir arada sohbettelerdir halbuki. çok değil iki duble rakıdır gecenin anahtarı. gelir masaya yanında pezevenkleri**** ile beraber. ilk kadehte dinginleşir, kendini dinlemeye başlar insan, duyar içinden gelen, her zaman kulak tıkadığı feryatları.
ikici kadeh can çekişirken, bir kızcağız çıkar ortaya, ortalıkta dolanmaya başlar. "dur bakalım ne olacak" derken kadeh yeniden dolar, kısa bir balans ayarından sonra bahsi geçen kız mikrofon başına geçer, elinde siyah dosyadan bozma bir kitapla. açar rasgele...
başlayan müzik tanıdıktır, önce klarnet girer, kızcağız başlar kitabın ortasından okumaya, kader kime şikayet edeyim seni bilemem diyerek. efkar basar, başlar insanın perdeleri düşmeye. bir sonraki, bir sonraki derken ne geçmiş kalır deşilmedik, ne gelecek kalır ihanet edilmedik. son darbe de gelir ki, beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın diyerek.
kör şeytan kana girer, nasıl başlamıştır bu hayat, bu yaşa kadar ne yol ayrımlarından geçip gelmiştir, ilk çizilen yol haritası akla gelir. ne eleklerden, süzgeçlerden geçmiştir bu can. o harita yalan olmuş, bambaşka sokaklara, bambaşka yaşamlara, bambaşka insanlara götürmüştür görünmeyen eller insanı.
şakaklar intikam alırcasına can acıtmaya başlar o an, ama erkekliğe halel getirmek de olmaz o kadar insanın içinde, yapacak bir şey yoktur, başlar yaşlar içeri içeri akmaya...
zamanla içinde birikmiş, bazen de bastırılmış olan duyguların hiç olmayacak bir parçada su yüzüne çıkması durumudur.
kimi zaman ayrılıklar sonrasında yaşanan içe kapanma yada ölümler sonucunda yalnızlığa sığınma başarısızlıklar sonucunda kendiyle hesaplaşma esnasında öyle bir yerden hiç ummadığın anda bir şarkı karşılar ki insanı ne olduğunu bile anlamadan göz yaşları sel olur akmaya başlar.
ister bayan ister erkek hiç farketmez netice de ağlamak insani bir duygudur. şarkının akışına kendini kaptırır insan ve bir de bakmışki hıçkırılara boğulmuş. sonrasında ise ağlamaktan şişen bir çift göz, kızaran bir burun ve şiddetli bir baş ağrısı sahibi olmuş.
şarkılar her zaman hüzünlü olmayabilmektedir insan 9/8 lik parçada bile yeri geldiğinde salya sümük ağlayabilmektedir.
insana kendi hayat hikayesini anlatan, aşkını, hicranını, üzüntüsünü katmerleyen TSM eserlerinde olan durumdur.
Mesela
çiçek nedir görmeden, bozkırlara dalmışsan,
çaldığın kapılardan hep nasihat almışsan
üstelik bu alemde aşktan mahrum kalmışsan
desene ki güzelim sen hiç yaşamamışsın
su verdiğin goncalar açmadan soluyorsa
sığındığın geceler insafsız oluyorsa
üstelik bu hikaye aşksız son buluyorsa
desene ki güzelim sen hiç yaşamamışsın
bir keman sesi, notalarına vurulmuş gibi incelir ellerinde. bir türlü yüzleşmek bile istemediğin, aklının bir kenarına saplanmış gerçeklerin olur... yere düşürdüğün duygularını kaldırmak için uğraşırsın da kırılır tüm benliğin ya hani.