falih rıfkı atay'ın "çankaya" adlı eserinde yaptığı haklı tespittir. ilgili bölüm şöyle:
--spoiler--
vahideddin’i göremedim. fakat sonradan ilk meclisten kalma bir dostum, muhiddin baha, bana bir ankara hikâyesi anlattı. onlar da sevinçten ne yapacaklarını bilmiyorlarmış. mecliste bir aralık ellerini yıkamaya gitmiş.
asık suratlı bir milletvekili görmüş. mustafa kemal muhaliflerden biri:
— "yahu nedir bu hâlin?" diye sormuş. öteki dudaklarını sıkarak:
— "ne var sanki? nasıl olsa izmir’i bize vereceklerdi. nesini büyültüp duruyorsunuz?" diye çıkışmış. sonra da:
— "yunanlılardan kurtulduk. bakalım mustafa kemal’den nasıl kurtulacağız?" demiş.
evet, muhalifleri ve rakipleri sapsarı idiler. ah! bir kurşun, son yunan kurşunu mustafa kemal’in göğsüne saplanamaz mıydı?
şark böyledir, dostlarım, şarkta kin kolayca hiyanete kadar götürür. o gün sapsarı kesilenler veya onların kinini güdenler, şimdi bile o günün hatırasını söndürmeye uğraşmakta değil midirler?
şark kini, vicdanları saran bu kanser!.. kanserlerin en habis soyu!
--spoiler--
bu olayı fetöcülerin bugüne kadar yedikleri diğer boklardan ayrı tutuyorum. şöyle ki yaptıkları diğer ihanetler hiç değilse "kendi hastalıklı zihinlerinin doğru bildiği düzeni kurmak için yaptıklarıdır" diye hastalıklı bir mantık zeminine oturtulabilir.
fakat bu nedir? hangi amaca hizmet edecek? kör yobaz kininin bir tezahüründen başka nedir?