ankara'da ılık bir yaz gecesiydi. ankara dediysem aklınıza ankara'nın içinde bir yer gelmesin hemen. mekan çayyolu denen ankara'nın en nezih ve bir o kadar da merkeze uzak semtlerinden biri.
çalıştığım iş yerinden istifa etmeye karar vermiştim ve son kez çalışmanın verdiği huzurla otobüs durağında kızılay'a olan uzun yolculuğum için gelecek otobüsleri beklemekteydim. öğlen 11:00 da girip gece 22:15 de işten çıkmanın getirdiği 11 saatlik yorgunluk da vardı üzerimde.
saat 22:30 olmuştu ve gelen ne bir halk otobüsü ne de ego diye tabir edilen belediye otobüsü vardı. gözlerim yolun karşı tarafındaki büfeye ilişti birden, dışardaki buz dolabına; kola kutularına... boş boş beklemenin alemi yoktu, gidip bir tane almalıydım. hem buz gibi kolamı içer hem de ne zaman geleceği belli olmayan otobüsleri beklerdim. en sonunda hararetime yenik düşmenin verdiği gazla bir koşu yolun karşı tarafına geçtim, dolaptan gıcır gıcır parlayan kola kutularından birini elime aldım, daha içmeden o kutunun soğukluğu hararetimi gidermek için can atıyordu.
girdim büfeye, ücreti ödedim; 1,5 tl tam olarak. cebimde fazla da param yoktu ama umrumda değildi, nasılsa yetecek kadar vardı. hoş; aynı kolayı kızılaydan bir gün sonra 1,35 tl'ye aldım ama yapacak bir şey yok. mekandan mekana değişiyor fiyatlar.
neyse geçelim gereksiz bilgileri... büfeden çıktım, büfenin önünde güzel bir araba, markası falan aklıma girmemiş tabi, 11 saat çalışmıssın, yorgunsun. ne arabanın markası ne de içindeki 3 adet fıstık gibi kız ilgisini çekiyor insanın. "hadi ordan gavat! madem ilgini çekmiyor içinde 3 tane kız olduğunu nerden biliyorsun?" dediniz, haklısınız. kızlar güzeldi çekti ilgimi, erkeğim ben normal bu, her neyse...
kolamı açtım yudumladım, durağa geri döndüm. ama o da ne? 100 metre ilerde bir ego; üstünde kızılay yazısı. otobüsün durağa gelip durması 10 saniye sürmez, diktim kolamı kafaya, dikene kadar otobüs geldi durdu önümde. ben 'otobüste kola içilmez' düşüncesiyle yarısı dibinde duran kolayı çöpe attım. kolanın midemdeki kısmı ise bana hiç bir tat vermedi, acilen içmem gerekmişti çünkü... tadı damağımda bile kalmadı...
neyse otobüs yanaştı durdu. kola çöpte, benim el cepte, cüzdanda. ego kartımı çıkardım. tam otobüse binecem ki o da ne? adam* ön kapıyı açmamış, sadece orta kapı açık bir yolcu iniyordu diğer taraftan şöför bana bakıyordu. "kızılay?" diye dudaklarımı kımıldattım, adam kafa salladı "gitmiyor" dedi bir yandan. orta kapı kapandı ve otobüs arkasından yeşil ışıklarını bırakarak uzaklaştı.
sinirin 2 saniyede tepenize vurduğu anlar vardır; onlardan birini yaşadım o anda. giden kolaya mı yanayım, kızılay'a gitmemin uzamısana mı yanayım, yoksa gecenin bir saatinde çayyolu'nda mahsur kalmama mı yanayım? bu sinirimden otobüs durağı da nasibini aldı tabi, koltuk kısmına bir yumruk, "ben böyle şansın ta mına koyayım!"...
bir önceki gün gibi minibüsle gitmek zorunda kalacaktım. minibüs ise kızılay'a değil sıhhıye'ye gidiyordu. ordan kızılay'a, ya metro ya da otobüsle geçecektim; yürümeye hiç niyetim yoktu o yolu. çok da uzak değil kızılay-sıhhıye arası ama olsun, kimse o yolu yürütemezdi bana bu yorgunlukla.
döndüm, durağa oturdum. artık minibüs bekliyordum. geçen otobüsler almıyordu beni, gecenin bir yarısı çayyolu'nda kalmıştım ve sinirliydim. 10 saniyede bir şansıma küfrediyordum.
derken bir taksi yanaştı, durdu önümde. ön camı açıktı, 35-40 yaşlarında klasik bir taksici. üstünde gömlek yakası açık, aramızdaki diyalog başladı:
şaşırmıştım, adam beni çayyolu'ndan kızılay'a taksiyle bırakmaya niyetlenmişti. bi' an duraksadım, diyalog devam etti:
segb: ne kadara götürürsün?
t: sen ne kadar verirsin?
dalga geçiyordu heralde. anlamadım ne yapmaya çalışıyordu? bu diyaloğun bir hiçle sonlanacağına emindim çünkü cebimde 10 tl bile yoktu...
segb: fazla veremem, yanımda para yok...
t: valla söyle? ne kadar verirsin?
şaşkınlığım artıyordu, cüzdanımı çıkardım içine baktım, kağıt paraların konulduğu kısımda 5 tl vardı. bozukluk kısmında ise 2-3 lira... adama parayı gösterdim.
segb: 5 tl var valla?
t: gel atla...
taksici çok ciddiydi. kafam karışmıştı, adam beni 5 tl'ye çayyolu'ndan kızılay'a götürecekti. bilmeyenler için belirteyim, arası en aşağı 30 tl tutar taksiyle. belki de daha fazla... bir an için değişik düşünceler sardı beni. tekin olmayabilirdi bu taksici. belki de organ mafyasıydı? arabaya biner binmez kapıyı kilitleyecekti birden, kaçıracaktı beni. belki tecavüz edip öldürecekti. burası türkiye, damacana bile nasibini alıyorsa belki de sıra bendeydi...
bu düşünceler yarışırken kafamda, birden kalktım bindim taksiye. garip düşünceler dağıldı kafamdan... cüzdanı geri çıkardım cebimden, kağıt paraların konulduğu kısmı açtım gösterdim taksiciye. içindeki bükülmüş 5 tl'ye baktı taksici. çıkardım verdim parayı adama. adam acıdı bana. bir "vah" çekti...
öyle bir 'vah'tı ki bu; kafamdaki garip düşünceler tamamen yok oldu. güven vermişti, adam acımıştı bana. "vay anasını ya" dedi, "zor bu hayat" dedi. o anda son kez çalıştığım iş yerinin önünden geçiyorduk. "ben de burda çalışıyordum, bıraktım" dedim. adam daha da acıdı bana, "neden çıktın hayrola?" diye sordu. aramızdaki diyalog tekrardan başlıyordu...
geçim zorluğundan tut, benim nerde okuduğuma, nerde oturduğuma kadar konuştuk. hoş bir sohbet vardı aramızda. çayyolu'ndan eskişehir yolu istikametine giderken bir iki daha müşteri almaya çalıştı, taksi-dolmuş olmuştu artık. adamın istikameti kızılaydı ve bana denk gelmişti. "zaten gideceğim 5 lira 5 liradır diyerek" almıştı beni arabasına. yoksa siksen götürmezdi kimse kimseyi taksiyle o kadar mesafeyi bu kadar paraya...
yolculuk kısa sürdü artık gelmiştim, olgunlar diye bilinen yerde indim. eve çok yakındım artık, hem otobüsle 40 dakikada geleceğim yolu 15 dakikaya gelmiştim hem de yürümem gereken mesafe azalmıştı. şanslıydım, mutluydum... 5 liraya rahatça gelmiştim. ilk kez bir şanssızlık işime yaramıştı. şanssızlığın şansı doğurması buydu işte. evet şanslıydım bu kez şanslıydım...