pencereden süzülen yağmur damlalarını seyretmenin verdiği hüzün romanın bütününe sinmiş.
ayhan ilyasoğlu bir yanda geçmişini yükününomuzlarında taşırken bir yandan kendine bir dönemeç yeni bir başlangıç arıyor.
kadınların dünyasında fazla hırpalanan kişiliği kıbrıs barış(!) harekatında çatışma ortamında daha da fazla hırpalanıyor ve insan öldürmenin yıkıcı psikolojisi onu intihara sürüklüyor ama ölmüyor ağır yaralanıyor.romanın dokusu bu psikoloji içindeki bir adamın geçmişiyle hesaplaşmasıyla örülüyor.hem de zafer olmadan.
kendisini yeni bir başlangıça hazırlayamadan geçmişin sarmaşık ağları arasında dönemeci alamayarak göle savruluyor bedeni,kişiliği.
onu hayata bağlayan tek bir yaşama umudu kalıyor elinde:zaferin ölmemiş olabileceği ve onu antep'te bulma ihtimali.
psikolojisini alt-üst eden insanlar arası küçük hesaplaşmalardan bunalarak intihar etmeyi kafasına koyuyor.
bulunduğu çevrenin cehennemi onu yeterince hırpalamışken zafer'i bulmak umuduyla bulunduğu çevreden uzaklaşı ıssızlığına doğru yol alıyor.belki de ölümüne..
iyidir bazen. kendinize gelmenizi sağlar. acı verir. bir travmadan sonra atıldaysanız eğer bir de bu ıssızlığın ortasına çok daha fazla acı verir. sonra hissizlik buna eşlik etmeye başlar. ardından yine dönersiniz kalabalığa. ama hep ıssız olarak... ıssızlığın ortası size şunu öğretir: "
yalnız olduğunuzu bu hayatta ve her şeyin yalan olduğunu..."
ölümden başka bir gerçek olmadığını öğretir. ve öleceğinizi bile bile, yaşamanız gerektiğini öğretir; bazen mutlu bazen mutsuz. ister güçlü, ister kendinize acıyarak durursunuz hayat karşısında. ister unutmayı tercih edersiniz sizi bu ıssızlığın ortasında bırakanı, ya da zaman zaman anımsamayı...
ıssızlığı unutmamak gerek; kalabalıktan daha fazla kazık yememek için, acı çekmemek için...