Bir başka hayal kırıklığı daha benim için off neler oluyor bana diye düşüncelere sevk eden film. (tanım uyduruk biliyorum.)
--spoiler--
Film o kadar iyi başladı ki, daha 15. dakikasında hemen ara olsa da sevgilime ne kadar beğendiğimi anlatayım diye düşünceler içindeydim, ilk yarı basit olsa da kadınla erkeğin aşkının başlamasını ve yükselmesini anlatıyordu, ufak ufak heyecan da veriyordu yerine göre gülümsetiyordu ama ilk yarının sonlarına doğru yavaş yavaş klişeleşmeye başlayan filmin 2. yarısı tam anlamıyla fiyaskoydu. Yahu bilen gören birisi bana bu film ile her hangi bir ferdi tayfur filmi arasındaki 5 farkı sayıversin hayrına. Ben sana layık değilim tripleri, senin iyiliğin için gidiyorum tripleri nedir allah aşkına? Sonra adamın pişman olması sadece 1-2 kez araması, onu elde etmek için hiç bir çaba sarfetmemesi nasıl bir kurgudur. Salondaki tüm kadınlarları olduğu gibi sevgilimi de ağlatan finali tekrar izlemektense ferdi tayfur'un necla nazır'ı uçurumdan düşerken kurtaramadığı sahneyi izlemeyi tercih ederim. Kafa sesleriyle konuşmalar, birbirlerine mutluluk yalanları söylemeleri daha sayamayacağım bir çok şey klişe üstü bir bayağılıktaydı. Oyunculuklar iyi, müziklere diyecek hiç bir şey yok, insanı içine çeken mekanlar ve renkler gayet başarılı ama çağan ırmak gibi bir senariste yakışmayacak kadar kötü ve klişe dolu senaryo filmi mahveden en önemli unsur, çoğu yerde şimdi terkedecek, şimdi birbirlerine koşacaklar diye yanınızdakine zehir etmenizi kolaylayacak kadar tahmin edilebilir sahneler mevcut. Vasatın altında bir film.
--spoiler--
"sevdiklerinizin değil, sizi sevenlerin kıymetini bilin" diyormus film. hic katilmiyorum. bi kere 'sevmek' sevilmekten cok daha zordur. o yüzden sevildiginiz kisiyle degil sevdiginizle birlikte olun! hadi bakalım..
edit:vazgectim artik böyle düsünmüyorum. bu bileşenlerin ikisinin de olmasi gerek.
acaba bu filmi seyreden kac erkek " bu film beni anlatiyor " demistir?
inandirici olmak adina tam sayi vermek isterdim ama malesef boyle bir veri yok elimde. ama cevremdeki bazi erkeklerden - " issiz adam " filmine dair - aldigim geri bildirimler bana sayilarinin bir hayli fazla oldugunu soyluyor.
ilginctir benim es dost diye nitelendirdigim - kendilerini " issiz adam " olarak nitelendiren - bu adamlar, sevgilileri, esleri dostlari olan adamlardir.
ha sunu da belirtmeden gecemeyecegim, sap olarak, tek tabanca bu filmi seyreden abazan arkadaslarin hemen hemen tamamina yakini " filmdeki kiz da pek bi hostu ha! " tarzi tepkiler vermislerdir.
simdi " hem kendini filmdeki gibi ' issiz adam ' gorup hem de filmdeki hatuna agzi sulanan yok muyudu? " sorusunu aklina getirenler olabilir. hemen cevap vereyim. vardi evet.
O Ada biraz bendim, o adam ise yalnızca sen... Etkileniyordum, o da etkileniyordu biliyorum. Büyüdü, büyüttüm ve öldürdü. Öldürdüğü sadece kendisiydi, yaşayan ise duyguları. Yıllar geçince üzerinden bir başka ülkede, bir başka hayatın içine dahil olurken yine onu yaşıyorsundur. Ve karşılaştığın o anda iç seslerinle, söylediklerin çelişirken, o acı su yüzüne çıkıyordur. işte yine o anda, yalnızca tokalaşırken, birden ona sarıldığını farkediyorsun, çünkü son kez de olsa onu hissetmek istiyorsundur. Ve adam gider, çünkü Ada çoktan gitmiştir....
Tüylerim ürperirken, ona sımsıkı sarılırken, onun sevgisini hissederken koskoca salonda, bir gün olmazsa hayatımda, ya da ben olmazsam hayatında o adam da ıssızlaşacaktı biliyorum, bu korkuydu beni böyle derinden etkileyen...
çağan ırmak'ın senaryolarında bazı bölümler -ingilizce- gibi. yani yazıldığı gibi okunmuyor. okununca güzel tınlamıyor. metin hali güzel olabilir ama pratiğe dökülünce zorlama duruyor. hele bu filmdeki oyuncusuzluklarla!!!
alper tunga öldi mi
ıssız acun kaldı mı,
nedir bu ısrarla over-acting merakı,
nedir bu mimik fetişi?
imdi yürek yırtılır
imdi yürek yırtıldı valla.
elle tutulur tek iyi oyunculukta -alper'in annesi- vardı. (o da mersin-çukurova yöresinin şive özelliklerini taşıyamama sorunuyla beraber )
kötü değil çok kötü oyunculukların yanı sıra entelektüel mesaj iletim kaygısı, sakil göndermeler, şimdi bu uzun metrajlı klip mi film mi nasıl yani sorunu, kör gözüne parmak sahneler( bardaktaki toka sorunsalı mesela , -anlamayan zekiyeler için 3. defa gösteriyoruz- tadındaki sahnede kendimi zor tuttum, dürtükledim, cimcikledim, bence camcakladım, cimciklemek tam altını doldurmuyor o eylemin . ne için ? yuh artık diye bağırmamak için)
...
çağan ırmak'ın medyadan takip ettiğim kadarki karaktörel samimiyetine inandığım için yazıyorum: abi, etrafında her kim ki harika olmış çağancım, yine yapmışsın yapacağını ırmakçığım, ah çağan aşk olsun yine ağlattın bizi falan filan der ise, kaç uzaklaş onlardan. yeminle. senin silahını sana doğrultarak mealen söyleyim:
"karda donuyorsun. uyumak tatlı geliyor. ama haberin yok, ölüyorsun."
aklıma bişey takıldı editi: aylak adam'dan da ismen ve yer yer işleniş olarak da esinlenilmiş izlenimi aldım ya da bana öyle geldi. şimdi de geri gidiyor. tek başına göndermeyeyim. durağa kadar geçireyim bari. siz bakın keyfinize. üşürseniz kombiyi yakın. malum yaz çoktan bitti. aşıklar şehre döndüler.
alper'in mavi telaşı ve derinden bakan gözleri vardı.
ada öyle demişti.
içi gider gibi bakardı ada'ya ama sanki o bakışlarda bi güvenilmezlik yok muydu.
çünkü hep o derinlikle telaş içiçeydi.
hemen bitiverecek gibi.
ada zaten terk edildiğinde dememiş miydi " biliyodum zaten" diye.
o da bu telaş&derinlik durumunu fark etmişti, yoksa başka bir şey mi vardı.
"bayram sabahı sevinci gibisin" dediğinde alper en fazla dört gün süren, hadi haftasonuyla birleşince maksimum 9 gün olan bir süreyi mi kast etmişti. biz mi yanlış anlamıştık ne demek istediğini. biz mi fazla anlam yüklemiştik o cümleye.
ilk defa biriyle uyuyabilerek, ilk defa birine kendinden bahsederek özel olduğunu hissettirmemiş miydi?
sanki tavlama anında olan cümlelere inat ,daha kısa cümleler mi kuruyordu. mavi telaştan sıyrılıp...
uzakta da olsa, kısacık telefon görüşmeleriyle yetinmek zorunda da kalsa yine en iyi annesi bilyordu sanki alper'i.
biliyordu ne olacağını da hani belki olmaz diye, umut ya... "iyi bak ada'ya" demişti.
zaten alper'in hakayesi de "senin iyiliğin için" değil miydi.
tipik günümüz ilişkisi işte.
çok fazla eleştirmeye gerek yok çağan ırmak'ı.
ada'nın başından beri kurduğu cümlelerden de, alper'in tekniklerinden de filmin amacı anlaşılıyordu zaten.
gayet eğlenceli dialoglar vardı, keyifliydi.
her film "ulak" tadı veremez ki.
olsa tadından yenmez o ayrı da.
sıradan ama çok iyi işlenmiş bi konuydu. bi çok insan gibi bende kendi hayatımdan kesitlere rastladım. filmin bu kadar başarılı olmasının sebebide bazı şeylerin tanıdık gelmesidir belkide. emin olduğum tek şey ise müziklerin filme ne kadr yakıştığı.
kesinlikle kötü bir film izledim ben. olmamış, oturmamış bir hikayenin aceleyle önümüze konulduğunu hissettirdi film. insanların bu filmin hangi sahnelerinden etkilenerek ağladıklarını ya da duygulandıklarını okudum merak içerisinde sonra da bana hissettirdiklerini düşündüm ya da hissettiremediklerini. filmde cinsellik içeren sahnelerin filmle hiç bütünleşmediğini hiç hoş durmadığını söylemek kesinlikle yanlış olmaz. biz bundan daha fazla cinsellik içeren filmlerde izledik (bkz: gegen die wand). ama o sahneler hiç komik ya da yapmacık gelmemişti çünkü öylesine hüzünlü ve güzel bir hikayenin içine oturtulmuşlardı ki sanki o sahneler olmasaydı film eksik kalırdı diye düşündürtmüştü fatih akın. muhtemelen çağan ırmak'ta aynısını yapmayı istedi. bize o duyguyu vermeyi istedi belki ama olmamış. hüzünlü bir hikayeden çok komik bir film izledim ben ve kesinlikle gidin,izleyin tavsiyesinde bulunamayacağım bir film. ee kardeşim hiç mi bir yerini beğenmedin bu filmin diyenler içinse şunu söyleyebilirim ki müzikler çok güzel seçilmiş. eğer o şarkıları evde otururken dinlerseniz filmden alamayacağınız hazzın tümünü o zaman alabilirsiniz.
o dünya güzelin kız, ilk buluşmada kendini o kirli sakallı herife teslim etti ya,
ben daha ne diyim.
yanmışlık yaratıklarda değişmiyor sanırım...
daha kaliteli bi film beklerdim, vasatın üzeri...
kişilerin hakkında farklı görüşler belirttiği film.
Yemek de bir sanattır. Kimi doyurucu porsiyonlar yapar, kimi fransızlar gibi süsler.
Ben fransız filmlerinden de (polisiye ve gerilimler hariç) yemeklerinden de hoşlanmam.
Yumurta isimli bir film izledim. Bir sürü ödül almış. En ufak bir ilgi sempati uyandırdıysa bende, kör olayım. Bir kere elden yumurta düşer. Bir kere follukta yumurta ararlar.
Ben filmden anlamam. Sinefil değilim. Ama ben iyi şeyden anlarım. Bu film benim standartlarıma göre iyi bir filmdir. (Benim standartlarım çok düşük olabilir. Hatta olmayabilir. bu beni ilgilendirir.)
Nedir film, çok basit bir aşk hikayesidir. Bu kadar basit bir konu, basitçe filme alınmıştır. Oyunculuklar o kadar basittir ki. (Buradaki basitlik kötü anlamında değil. Doğal anlamında. o kadar ki, filmin içine sizi çekecek kadar) Tam da hedeflendiği yerde hedeflenen fiili yaşarsınız. Bu bir sinema dehasının işidir. (bana göre)
Bir sürü önyargıyla gidip, bir sürü gözyaşıyla çıktığım film olmuştur.
sıradan bir film. bu filmi izleyeceğine ağzı iyi laf yapan depresif bir arkadaşına "aşık olduğun kızdan nasıl ayrıldın?" diye sor. bu filmden daha iyisini anlatır. *
kaybolmuşluk hissi, bağlılık korkusu, seviliyor olmanın paha biçilmez değeri.. bunlar bir yana; kişinin psikopatça kendisi için kurduğu hayalleri beyaz perdeye taşıdığı için başarılı olan filmdir. hayallerimizdeki drama sonları gerçeklediği için ve bu kadar basit ve görünmeyen yaşamları konu edindiği için. dökülen her gözyaşı insanın kendi geleceği için dökülüyor.
aslında sıradan bir aşk masalı belki de ama sonu mutlu olmayan. film boyunca kendinizden yaşantınızdan, etrafınızdaki insanların yaşantılarından bir çok izler bulabiliyorsunuz. hissetikleriniz, ağladıklarınız, sevdikleriniz, sevindikleriniz, aşık olmalarınız alayı film çıkışı gözünüzün önünden geçiyor.
aşkı seviyorsanız ve gerçekten bir kez bile aşık olduğunuza inanıyorsanız hayatta gidin, ama yan etkileri uzun sürecektir, dikkat edin...
olağanüstü bir konunun işlendiği bir film değil, hatta sıradan her filmde ve dizide geçen "aşk" üzerine kurulmuş bir film.
ama önemli olan, her filmi izlerken olduğu gibi, izleyen kişinin kendinden birşeyler bulmasıdır filmde. ben ve çevremdeki herkes filmden etkilenip, sonunda hıçkıra hıçkıra ağlamaşızdır. ama saçma bulup hiç etkilenmeyen kişileri de vardır. insanın ruh hali, içinde bulunduğu durum, yaşadığı anılar da bir şeyleri anlanmandırmasını etkiler.
sonuçta bazı şarkılar da bazı insanlar için derin anlamlar içerirken, bazı insanları hiç etkilemez ve insanlar kendi birikimlerine göre olayları değerlendirir, herkes kendi gözüyle baktığı gibi görür olay bundan ibarettir.
aşağıda yazacağım yorumlar, çilekli pastadan itibaren neredeyse kendisinin bütün işlerini takip etmiş, ömrü hayatında ilk bölümünden son bölümüne kadar nefessiz izlediği tek dizi çemberimde gül oya olan, butun filmlerine hakkında bırsey okumadan, fragmanını bıle görmeden sadece "çağan ırmak" ismi gördüğü için giden, ulak filminden cıktıgında keske kapısında sabahlasaydım da su fılmde bı ağaç, bi çöp olsaydım dıyerek haftalarca kendini yiyip bitiren, izlediği şeylerde önceden tahmın ettiği birşey oldugunda gözlerı yaşlı bır sekılde, sankı bana surpriz olsun dıye böyle yapmış gibi üstüme alınarak gülen bir çağan ırmak hayranı olan sahsım tarafından, çok dusunerek yazılmıs satırlardır...
...
7kasımı zor yaptım, bırkac gun aksılıkler oldu, etrafta fılmın lafı dönmeye baslamıstı bu sefer salonda yerımı aldıgımda. herkeste bir "babam ve oğlum" beklentısı vardı, "ağlıcaz sımdı" falan dıye konusuyorlardı ınsanlar. güldüm içimden, ulak dedim.. baska olacak dedim, ağlasanız da beklediğiniz gibi olmaz, şok olursunuz dedim..
...
salon karardı, tanıdık kırmızı karakterle, çağan ırmak'tan ıssız adam yazısı geldi, kalbim atmaya basladı...
sonra, sonrası koca bır bosluk.. her sanıye bekledım, şimdi dedim, şimdi değişecek, ne bileyim, olmadı,çıktıgımda etrafımdakıler ağlıyordu ben sok olmustum.
o saatten berı dusunuyorum, nesini sevemedım bu fılmın dıye. ben yaa, ben nasıl sevmem, mıllet taptı ben nıye anlamadım dıye kendımı yedım bıtırdım..
en sonunda buldum.. yıllar önce mılyon dolar malıyetlı pearl harbor nıcın tutmadı dıye yorum yapmıstı bır adam, "ızleyıcı kımın yerıne kendını koymak ısteyecek bu fılmde, arkadası ölunce arkadasının sevgılısıyle iş pişiren adamın mı, yoksa sevgılısı ölunce sevgılısının kankasıyla yatan kadının mı, ölmeyıp geri geldiğinde arkadasını affeden adamın mı?" diyerek.. hah işte, alper'ler dolu etrafta, en duzgun, en romantık olabılecek ılıskıler (bkz alperın adayı tavlama cabaları, yemek hazırlaması) ilk yakın temasta uzaklaşan adamlar, ağlayarak arkadasını arayan kızlar, buram buram hayvanı durtulerle seks, sıfır romantızm, saplantı, sevdiği kadınla bile sevişirken severek değil de vucuduna bır ödul vermıs gibi iş yapma mantıgıyla davranan adamlar, sonunu bıle bıle atılan aptal kızlar, fahıseler, ter kokusu, bildiğimiz haliyle istanbul, bildiğimiz haliyle güvensiz hayat...
filmde kendine benzer seyler buldugu ıcın ıcı acıyanlar, ağlayanlar var evet, benim de suratıma tokat atılmıs gibi hissettiğim sahneler oldu, ama olmadı sevemedim..
biz yurdanur'la mehmet'i sevdik, eski gazeteleri, bir göz odada mutlu olmalarını; "gizli numaradan arama kabul etmeyen ukala adam"lardan cok var, askerde karısını arayıp bır dakıka konusmak ısteyen mehmet'i sevdik, sadece "o kadın"a yapılmak uzere hergun hazırlanan çilekli pastaya imrendik, "o kadın" olmak istedik, yurdanur'un evini bırakıp evlenmeye karar vereceği, luks restoranda cebınde bozuk para sayarak şarap parası ödeyen mehmet olmak istedik, canan için fedakarlık yapan nejdet'e imrendik, zarife ile ümit olduk, "ya tamam söz sadece uyuruz"lardan çok duyduk, kaçtıklarında bile aralarına yastık koyup yatan zarife ile ümit'le heyecanlandık,sonra onlarla birlikte isyan ettik, uyduk bedenlerin çağrısına, sonra bazen tek çare bir hikayeye inanmaktır dedik, alperin telaşlı mavi gözleri hep ulak olarak kalacak aklımda, çocuk gibi inandık, ulak gelecek, sana gününü gösterecek dedik kötülere, bilmedikleri anlamadıkları için öldürdüler dedik, ada'nın gözleri hep "dudaklar sussa da kalbin yüz dili vardır" dedi bize, yapanlar kadar bilip de susanların günahkar olduğu dünyaya inanmak istedik, arkanı döndüğün an hakkında yorum yapan insanlardan çok var çünkü.. hoşlanmadım alper'in psikopatlığına aşık olan, onu iyileştirme sevdasına kendini kaptırıp masala inanan ada'da kendimi görmeyi, sevmedim seksin romantizm olmayan kısmını yuzumuze yuzumuze carpmalarını, alper'in heyecanına yenık dusup ada'dan özür dilemesini, tek özrünün cinsellikte olmasını, para karşılığı yapılanları, ayrılıgı kabul eden ada'yı.. hep varlar zaten, etrafımızdalar, iyilerin eninde sonunda ödül alacağına inandık oysa biz, hayal kuran tüm çocuklara dememiş miydin zaten?? hayal kurduk, yurdanurla mehmet gibi aşklar var, ölümlere direnmek var, ama adanın vazgeçişi çok gercek, alper'in adiliği de.. ada da bizim gibi, içi gidiyor yaşlı adamla karısını elele şarkı söylerken gördüğünde, o da inanmak istiyor aşka, imrenişi bizim imrenişlerimiz gibi aynı.. ona bakıp da nesine imreneyim ki? adam ayna tutmuş sana! başarı değil mi? elbette ki başarı, o kadar cesur sahnen olsun ama herkes ağlamaktan bahsetsin, magazin programlarına sakız olma, buyuk basarı bu mesela.. kesinlikle filmi eleştirmiyorum, sahnesi, oyuncuları ve müzikleri başarılı ama olmayan birşey var. güzel görünen ama tadında yavanlık olan yemekler gibi.. olmasını istemediklerimizi görüyoruz, acıtıyor, ama aşk acısından değil, hayatlarımızın yavanlığından, oysa ne acıttı bizi yalınayak evinden alınan mehmet, yağmur çişeliyor, asker kepinin altında şah damarı atan, durusmadaki ağlayan haliyle mehmet.. yaşadık mı bütün bunları? hayır, ama hepimiz istedik, bedeli ne olursa olsun şöylece bir aşkın kıyısından geçsem keşke dedik.. tanıdık geldi alper, tanıdık geldi ada, ısınamadım.. çok isterdim izleyenlerine ithaf edilmiştir yazısını görünce gülümsemeyi, ama bu sefer olmadı,ben yapamadım, sevmedim.. o gözler hep sürmeli, hep peçesinin altında kalacak benim için,o hep gelmesi beklenen ulak, ada hep yüz diliyle gözlerine ses veren aşık..
inanmak istiyorum etin vahşetiyle kirletilmemiş, hırlamayan, ter kokmayan, aniden çekip gitmeyen aşka, inanmak istiyorum masallara, ne de olsa bazen tek çare bir hikayeye inanmaktır demedik mi?
...
..
ıssız ada'm.
içimde ada'larca boşluk varmış, sevişerek, hayvanca davranarak doldurmaya çalışırmışım, dolmazmış.
çok bulanık görürmüşüm hayatı, çarşaflar yıkandıkça ben de temizlenirim zannedermişim.
çok derdim var gibi gelirmiş, sen varken unuturmuşum. ama yine de en mutlu anımda bile mutsuz olmam gerekiyormuş gibi hissedermişim...ama yine dönüp sana gelirmişim.
yanında uyumaya, ilk defa. her defasında ilk defa gibi.
biriyle uyumaya alışmak gibi...sadece seninle uyumak gibi.
hissederek dokunmak...
annemle konuşamamışım telefonda, kısa keser, para göndereyim der kaçarmışım.
belki sevgilin varmış, belki evliymişin...
belkinin öbür tarafıymış sana hissettiklerim.
ıssız ada'm.
diktiğin süper kahraman kıyafetleri var ya, ikinci el kitaplarda tahmin ettiğin, plaklarda dinlediğim hayatlar...
işte onlar gibi belki de tahmin etsin birileri dedim bizim hikayemizi.
kanımda dolaşan mikrop esir aldı yine beni en sonunda, bile bile mutsuzluğa gittim.
mavi telaşımla, çocukluğunu yaşayamamış ama hala çocuk kemik yapımla, en derinden bakan gözlerimle "sana haksızlık ettim, sen daha iyilerine layıksın" hikayesi yazdım.
kaybettim.
herkes sana benziyordu, ya da bana öyle geliyordu.
arada artık emlakçı olan dükkanının önünden geçiyordum, işim olursa tabi o tarafta...
(içinde sen varmışsın gibi)
ıssız adam...
ıssız ada'm...
Şimdi ne desek olmayacak, herkes filme gitmek isteyecek. Gitsin de, izlesinler. Çok kötü bir film değil. Ama kendinizi orta düzey bir sinefil olarak görüyorsanız bile etkilenmeyeceğiz bir film. Benzerlerini öylesine çok gördüm ki filmden çok etkilenmem imkansız hale geldi. insanların bunca etkilenmelerinin sebebi ne? Bence herkesin birbirini gaza getirmesi. Birisi salya sümük karşınıza gelip bu filmi anlatıyor. etkilenmeden durmak olur mu? Gazeteler, dergiler, reklamlarda bu film. Snobizm deniyor biraz da buna. Herkesin etkilendiği filmi görmek için dayanılmaz bir arzu duyuyorsunuz. Açıkçası bende biraz bu gazla gittim filme. Babam ve Oğlum'un yarattığı etkiyi bakalım ne kadar geçecek diye bile düşündüm. Ama yapamadı film. Bu filmden kimler etkilenir peki? Öncelikle bekarlar, sevgilisi olmayanlar ve sevgilisinden istemeden ayrılmış,terketmiş ve terkedilmiş herkes. Sevgili özlemi çekenler. Oysa güçlü bir duygusal film çoluk çocuğa karışmış birinde de aynı etkiyi bırakabilmeli. Pek çok sözlük yazarı beğenmiş,ondan daha da fazlası hayran olmuş ve bir kısım da klişe bulmuş. işte ben bu üçüncü kısımdanım. Klişe, neden çünkü "9,5 hafta"yı seyrederseniz orada Mickey rourke ve Kim Basinger'in da benzer ama daha etkileyici bir şey yaşadıklarını görürsünüz. Üstelik bu kadar arabeske kaçmadan, cinselliği de dejenere olmadan yaşarlar. Alper'in cinsel hayatı gereksiz yere seyircinin gözüne sokuluyor burada. ilişki sırasında yaptıklarının da devamı gelmiyor. ilişki sırasında takındığı sert tavrın sebebini anlayamıyoruz. Anlayacağız sanıyoruz ama devamı gelmiyor. Öyleyse neden filmde bu kadar varlar diye soruyoruz sadece. "Green Card" ın filminde Gerard Depardieu ile Andy McDowell'in final sahnesini görün ve Issız Adam'a bir kez daha not verin lütfen. Hangisinin içinizi daha çok titrettiği konusunda objektif olun. Bunun yanına "Casablanca", "Harry Sally ile tanışınca" ve biraz da "En iyi Arkadaşım Evleniyor" u soslayın, alın size Issız Adam. Ama aldığı klişelerle o filmlerden daha üstün olmayı başaramamış bir film olmuş. Oyunculara da gelince, eminim hepsi ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmışlardır, hepsinin emekleri vardır ama bana hiç bir karakter ki buna Alper'in annesi de dahil inandırıcı gelmedi. Aslında burada oyunculardan ziyade çağan Irmak'ı suçlamak gerek. Çünkü her karakteri öylesine yüzeysel bir şekilde anlatmış ki seyirci olarak bizim karakterler hakkında net bir fikir edinmemize imkan bırakmamış. Alper kim, neden böyle bilemeyiz. Ada,filmin ana karakteri. Hakkında bildiklerimiz Bursalı oluşu,Güzel Sanatlar mezunu, sevmiş ve bırakılmış biri. Buna bir kaç şey daha ekleyin ama inanın fazlası yok. Biz bu insanların bir şekilde içlerine giremeyince,onlarla bütünleşmeyince elbette ki yabancı kalıyoruz karakterlere ve sarıp sarmalamıyor bizi. Bu sebepten Melis Birkan'ın gülümsemesi yapmacık, Alper'in Ada'nın peşince koştuğu sahneler de abartılı geliyor. "Babam ve Oğlum" da bu böyle değildi. Hangi oyuncuyu yerebilirdiniz olmamış diye.Hepsi birbirinden harikaydı. O şekilde hissettik zaten herbirinin içini, acısını. Ama Issız Adam'da bunu hissettiğimi söylersem diğer filmlere haksızlık etmiş olurum.
Ne yazık ki farklı müzikler kullanılarak aynı filmi çeksek, yönetmenini de Çağan Irmak yapmasak herkes bu filmi arabesk olmakla suçlar ve ajitasyon yaptığını iddia ederdi. Buna benzer bir hikayeyi, film olarak ilk seyreden seyirci elbette ki beğenecek ama bir şekilde bu filmin aldığı klişelerin sahibi olan bir filmi seyrettiğinde "Issız Adam" da da buna benzer sahne vardı diyecek. Oysa ki asıl etkilenen "Issız Adam" olmuş. Yine de zamanlama güzel. Havalar yavaş yavaş soğumaya başlamış, sonbaharın hüznü sarmış etrafı, bu havalarda insan sevmek ve aşık olmak ister. sevgili ister. Bulamadı mı böyle bir filmde kopar gider. Ben etrafta bu kadar çok aşk acısı çekmek isteyen,aşık olmak isteyen insan olduğunun farkında değildim. Herkesi aşık sanırdım,iyimsermişim fazlasıyla.
Sonuç olarak hiç bir şekilde tatmin edici olmayan, olamayan bir film. Bu kış başlangıcında romantik bir şeyler seyretmek istiyorsanız yukarıda adı geçen filmlere "Selvi Boylum Al Yazmalım"ı, "Aşk Zamanı"nı da eklemek isterim. Çağan Irmak'ın artık bir filmde kahramanlarına mutlu sonla veda etmesini de dört gözle bekliyorum. Çağan Irmak, pek çağamamış minik bir dereden hallice bir şey çıkarmış önümüze.
çağan ırmak'tan tabiri caiz ise insanın agzına sıçan * bir yapıt daha. filmde çok çok çok özel bir kare yok onu başyapıt yapacak kadar. bir ulak'ın etkileyiciliği söz konusu bile değil. Lakin inanılmaz bir psikolojik çözümleme var ortada! mutlaka kendinizden bir şeyler bulacaksınız.
çağan ırmak'tan yine müthiş bir film... metropol yaşantısına alışıldık bir bakış açısı. insanın yalnızlığı, yozlaşmışlığı, aşkı sevgiyi unutmuşluğu... alışmamış olan bunu hatırlaması ve sonrası. sonrası acı veren bir dram...
mesleğim icabıyla teknik veya sanatsal açıdan eleştirmek istemem, söylenecek çok şey var ve hepsi şahsi görüşlerim. yalnızca çok basit olarak şunları söyleyebilirim :
filme girmeden önce filmin klip havasında olacağını tahmin ediyordum. zira yanılmadım, şarkılar eşliğinde ilerleyen filmin ilk yarısı geçmek bilmedi benim için. ancak bu filmin ilk yarısı kötü demek değil. aksine ilk yarısıda güzel diyaloglar ve empatilerle dolu.
çağan ırmak'ın mizah anlayışı yine güldürmeyi başarıyor. ilk yarıda diyaloglarda doğallık hat safhada.
çağan ırmak ikinci yarıda ise dram unsurlarını devreye sokuyor. ancak bu dram düşündürüyor insanı. anlaşılan bu sefer fazla ağlatmak istememiş. sadece düşünüyorsunuz, karakterin psikolojisine bürünüyorsunuz...bunalıyorsunuz... ağlatmak isteseydi müzik konusunda Evanthia Reboutsika'dan yardım alırdı kesinlikle. ancak bu filmde çağan ırmak'ın alışılmış çalışma kadrosunun dışına çıkmış. gerek oyuncularla gerek set ekibiyle yepyeni bir çalışma ortamında bu filmi hazırlamış.
filmin şarkılar dışında kalan müzikleri aria'ya ait, onlarda gayet güzel. ancak şarkılar filme damgasını vuruyor. film müzikleri pek bir geri planda kalıyor.
güzel olan her yanı şu sıralar sömürülmekte olan film. replikler, müzikler havada uçuşmakta, msn iletilerinde yere konmakta. deyinmek istediğim sadece güzel de olsa bir şeylerden sık bahsettikçe, bahsedilen şeyin anlamı kaçıyor, sıradanlaşıyor.