annesiz fısıldanan piç bir masalın eşiğindeyim,
recm ediyorlar yokluğunu,
kimsesizliğimi resmediyorlar yokluğuna...
ve artık sen...
sen sevgili ;
ibadeti zararını karşılamayan veresiye bir duadan ibaretsin.
bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga
her cuma sabahı olduğu gibi, haftanın yorgunluğunu ardımızda bir naif anı olarak bırakabilmek umuduyla, ruhlarına gölge işlemiş onlarca insanın yitirilmiş merhametlerini öksüz çığlıklara bahşetmek fiiliyatını uygulamak suretiyle, geceden sirkeli suya yatırdığım aşk tüccarlarımı uyandırıp, yüzlerine attığım yumrukların neticesinde giyinmelerini istedim. hemen ardından diz kapaklarına vurduğum balyoz darbeleriyle uyanmaları çok geç sürmemişti.
her birini, bir diğerinden ayırmadan hepsinin kulak memelerine birer kinayeli öpücük kondurup, büyük bir iştahla giyinmelerini izledim. giyindikleri sırada birbirlerini taciz etmeleri de cabasıydı...
gereken kostümlerini giymelerinin ardından, hemen "pemswagen" adlı antik çağ ulaşım araçlarını andıran özel üretim, altın kaplamalı, iki tekerlekli at arabamın içine elimde tuttuğum zeytin tanecikleriyle uzandım. her zaman olduğu gibi, aşk tüccarlarıma kendilerini pemswagen'e bağlayıp derhal hareket etmelerini istedim.
sokağa çıktığımızda kendimi pembe bir imparator gibi hissediyordum...
aşk tüccarlarım terler içinde beni taşırken, sırtlarına attığım kırbaç darbeleri avazım çıktığı kadar kahkaha atmama vesile oluyordu.
ayağa dikilip bir yandan kırbacımı tıslatıp, diğer yandan da halkı selamlıyordum. ağızları açık bir şekilde şaşkın gözlerle bize bakan insanların yüzüne 1.000'er tl çarpmayı da ihmal etmedim...
tam bu sırada aşk tüccarlarımın yorulduğunu fark edince hemen sağa çekip bir sigara yaktım. onları hor kullanmaya pembe yüreğim asla el vermezdi. hatta sokağın ortasında olmasak, onlara verdiğim değeri göstermek babında oracıkta becerebilirdim.
ve kısa süreli molamızın ardından nihayet gay cuma pazarına ulaşmıştık. tüccarlarımı pazarın girişindeki direğe bağlayıp ağır adamlarla yürüdüm. yürürken bir yandan da evde hazırladığım eksik listesine göz atıyordum.
geçen cuma alışverişi ihmal etmiştim. evde neredeyse hiçbir şey kalmamıştı. homurdanarak listeyi tekrar kontrol ettim;
* krem şanti
* kakao
* 25 kilo çilek
* tazesinden 40 kilo hidrosiyanik asit
* 15 kilo hidroklorik asit
* bir tutam nitrogliserin
* bir kap kloroform
* ucuzlarından 2 adet darbeli matkap
* izeltaş marka tornavida ve yan keski
* 10 ohm'luk direnç ve transistör
* yeni bilenmiş katana
* çelik bahçe makası
* 316 kalite krom kazan
* özel işlemeli levye
liste tamam gibi görünüyordu. aklıma gelmişkten listeye beyazlarından, fazla sıkılmamış, 20-30 yaşlarında bir aşk tüccarı daha ekleyip yürümeye devam ettim. zira elimdeki tüccarlar çabuk eskiyordu...
eksikleri hemen hemen tamamlamış sayılırdım. en çok aşk tüccarı satan tezgahlarda seçici davranıyordum. tezgahın üzerinde uzanan dolgun loblu çıplak erkekleri tek tek sıkıp kontrol ettim. tüccar seçmenin yüzlerce incelikleri vardı ve ben bunu çok iyi biliyordum. tezgahta beğendiğim 25 yaşlarındaki erkeği paket yapıp yapmayacağımızı sordum.
satıcısı ters bir adamdı. omzunu silkerek, "paket yapamıyoruz efendim" cevabını verdi. oralı bile olmadan bir sonraki tezgahtan farklı bir oğlan kaptım. 20'li yaşlarda ve fena sayılmazdı. satıcısına seslenerek:
- şunun sol lobundan biraz kes de bakalım.
+ hemen efendim.
(tanrı lanetlesin seni... beklediğim gibi bir göt çıkmamıştı bu).
- kalsın istemiyorum.
+ beyefendi isterseniz şunu da açayım? (farklı bir oğlanın götünü işaret ederek).
- istemiyorum, teşekkür ederim...
aradığımı bulamayacağım endişesiyle, başımı öne eğip ilerlemeye devam ettim.
en sonunda yakın dostum eflatun kadir'in tezgahına gelmiştim. kadir; son derece tatlı ve dürüst bir satıcıydı. sattıkları orta sınıf mallar olsa da günü kurtarmak için idealdi. çaresiz bir şekilde kadir'e seslendim:
- merhaba kadir. bana şuradan beyaz bir oğlan paketler misin?
+ oo tolgacığım, hoşgeldin pembişim. ya sana bir şey soracağım bak...
- hım?
+ ya kızma da; arkadaş ortamında adın çıktı. "ırkçı tolga" diyorlar sana. neden efendim hep beyaz alıyormuşsun da, zencileri sevmiyormuşsun da... falan filan.
- (sinirli bir şekilde yüzüne 10.000 çarparak) var mı elinde siyahi?
+ olmaz mı yahu... somali'li, ameri...
- ver işte birisini.
verdiği ilk zenciyi kontrol bile etmeden kolundan tutup sinirli bir şekilde, diğer gaydaşların sansasyonel bakışlarına aldırış etmeden, koşar adımlarla yürüdüm. gözlerimden nefretle bezenmiş yaşlar akıyordu. sinirden ağlıyordum...
ben asla bir ırkçı olmamıştım. beyaz erkekleri seçmemin tek sebebi; onları becerdiğim sırada popolarında oluşan, ve beni çok mutlu eden pembemsi renkti.
eve varır varmaz, yeni aldığım zenci aşk tüccarımı bir çırpıda soydum.
tanrım bu nasıl bir göt... poposunun sağ ve sol lobu nörotik bir tasarımla yaratılmış, yeni dökülmüş bir siyah asfalt gibi parlayan sevgi yolu, kuyruk sokumu hiç olmasa bile sırıtmayacak sırt deseni, ege dağlarını andıran çıkıntılı kıvrımlar...
her şeyiyle harikaydı. penisine takım elbise giydirip özel bir davette yanımda bile yer verebilirdim.
hiç düşünmeden pazarın girişinde bağlı unuttuğum aşk tüccarlarımı çağırıp zenci arkadaşlarıyla tanıştırdım.
pek memnun görünmüyorlardı... yeni arkadaşları onları kıskandırmış olmalıydı. oysaki en nefret ettiğim şeylerden birinin de kıskançlık olduğu gerçeğini yok saymışlardı. sinirlenerek, onları salondaki özel iskeletsi kafese bağlayıp bir sigara yaktım.
hemen ardından zenci aşk tüccarıma porno izletip o devasal pipisini arşa yükselttim. yapacaklarımdan habersiz bir şekilde hepsi beni izliyordu. daha fazla meraklanmalarına gerek kalmadan zencinin erekte olmuş pipisine benzin döküp sigaramı değdirdim.
adete tutuşmuş bir ağacın kahverengi gövdesi gibi yanıyordu. o alevler içindeki pipisiyle, derhal kafese bağladığım diğer aşk tüccarlarımı bir güzel becerttim. tanrım ne de güzel beceriyordu...
"ateşli seks" dedikleri bu olmalıydı. her biri acı içinde çığlıklar atarken kahkahalarla duvarları yumrukluyordum.
içim içime sığmıyordu. dayanamayıp ben de zenciyi becermeye başladım. onun alev saçan ejderha pipisi aşk tüccarlarımı yakarken,
ben de pembe rüyamı onun içine empoze ediyordum.
kahkahalarım çığlık seslerinini yırtıp yankılanıyordu...
bir yandan kahkaha atarken diğer yandan ağlıyordum.
tanrım yine oluyordu... yine neden ağlıyordum?..
bu sefer neden!
annesiz fısıldanan piç bir masalın eşiğindeyim,
recm ediyorlar yokluğunu,
kimsesizliğimi resmediyorlar yokluğuna...
ve artık sen...
sen sevgili ;
ibadeti zararını karşılamayan veresiye bir duadan ibaretsin.
merhaba gecelere sığmaz siyah adam,
merhaba titrek ürküntülerin yenilmez savaşçısı...
merhaba gölgelerin en güzel masalı;
ve merhaba,
benim siyah sevgilim...
insanlığın bakış açısını değiştirmek için -ki bugünlerde çok zor- kendinden fedakarlık etmek mi yoksa kendini ödüllendirmek midir bilinmez.
zira zenciler pek bi revaçta.
aslında emre belözoğlu'nun tüm bu hırsı da bundan olabilir. bir tane de ona mı versek ki sıkıntısını alırdı.
ırkçıligi kinamak için illa dürtmek dürdüklenmekmi gerekiyor saçma bir önerme ama bir zenciyle sevişmenin verdiği mutluluk unutulmaz tecrübeme dayanaraktan söylüyorum.