Yaşı kırkı aşanlar bilirler; Türkiye'de birkaç kuşak sürekli olarak sonu "izm" ile biten kavramları tartıştı. "izm"leri diyorsam da aslında iki ana kutup hakimdi bu tartışmalara. iki ana ideoloji. Bunlardan biri kurucu atası Adam Smith'e diğeri ise Karl Marx'a yaslanıyordu. Son birkaç yüzyıldır dünya tarihi, basitleştirmeyi göze alırsak, bu iki adamın belirlediği bir fikir çatışmasını içinde taşıyarak ilerledi.
1990lı yıllarda reel sosyalizm yıkılıp, "sonsuz özgürlük" vaadiyle büyülenmiş insanlar Berlin duvarını balyozlarken, birileri bu çatışmanın sonucunu açıkladılar: Adam Smith haklı çıkmıştı, piyasa kazanmıştı. Bizi bugüne, bir dünya krizinin eşiğine getiren gelişmeler ise bundan sonra hızlandı.
Özellikle 1980'lerde yeniden popülerleşmiş olan "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" anlayışı ile "vahşi kapitalizm" in önündeki son engelleri de kaldırıyordu. Kapitalizmi yumuşatma, törpüleme görevi üstlenen Keynes'in fikirlerine de artık gerek kalmamıştı. 1930'lardaki Büyük Buhran bazılarına göre bir dizi rastlantının ürünü, diğerlerine göre ise piyasanın işine burnunu sokmaktan geri durmayan devletlerin, politikacıların marifetiydi.
Yeni dünyada her şey finans piyasasının elinde olmalıydı. Devlet deyince "O da ne demek" soruları, denetimden söz edildiğinde "Siz gelişmeyi- büyümeyi engellemek mi istiyorsunuz?" suçlamalarıyla; Her şey piyasa ekonomisi içerisinde çözülür, görünmez el (tanrının değil-paranın eli) her şeyi düzeltir deniliyordu. Devleti, denetimi düşünmek adeta yasaktı. Tutucu-statikocu, maazallah iflah olmaz biri oluverirdin.
Sermayenin önünü açmayı temel ilke edinenler için emek ve üretim kavramlarının ne derece önemsiz bulunduğunu uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bu kavramları hatırlatanlara, bıyık altından veya ağzını yarım bir şekilde kıvırarak kavboy misali -yupiilerdi ya- aşağılayan bir tavırla gülerek; "Yoksa sen hala komünist misin?" denirdi.
Her şey satılmalı, devlet ortadan kalkmalı. Devletin izini ekonomik alandan kazımaya and içinler için bahane devlet hantal olmasıydı, çözüm ise özelleştirme.
Tabii emek piyasasındaki yeni düzenlemelerin devletin rolünü kötürümleştiren, sermayenin bu alandaki isteklerini harfiyen yerine getirmeye yönelik düzenlemeler olduğunu söylemeye gerek yok. Emeğin de zamanın ruhuna uydurulması gerekiyordu.
Finans piyasanın üretimden üstün gören bu anlayış için para ve faiz her şeyin çözümüydü.
Hatta o kadar ileri gidilmişti ki, devlet artık sadece bilim-kurgu filimlerinde kalmış, özelleşmişti; şirket CEO'ları ülkeleri yönetir hale gelmişlerdi.
Ne oldu?
Kriz kasıp kavuruyor. Karşı fikirler var ama Berlin Duvarı'nın yıkılışı gibi hayali, üretimi olmayan "vahşi kapitalizmin" yıkılışını gören gözler görüyor.
Dünya Keynes'i yeniden keşfediyor: "Yetiş devlet baba. Sen büyüksün." Şimdi, çözüm kamulaştırma...
Aslında şu an kurtarma planları ile yapılan nedir? Yapılan hayali olarak yaratılan cennette doymayan kapitalistlerin yediklerini, yeniden devlet eliyle halktan kaynak olarak bu obezlere yedirmektir.
Olsun. Hiç olmazsa onlarda "YETiŞ DEVLET BABA" dediler ya. Bunu da duyduk. Yıllar sonra piyasa tanrısının boyun eğdiğine tanık olduk.
Peki, bu yeni düzene dünya ne diyecek? Naçizane benim bir fikrim var. Sonu yine "izm" ile bitiyor: