Kendini çok zekiymiş fakir bir aileden gelmiş ve çok çalışarak zengin olmuş gibi lanse etmeye çalışan aslında kafasının çok çalışmadığını düşündüğüm cinayete kurban gitmis yahudi.
1954 yılında ishak Alaton’un teklifiyle Alarko Kolektif Şirketi’nin eş ortağı oldu. ibranice ve Türkçe dışında Arapça, ingilizce, Fransızca ve ispanyolca da bilmekteydi. Ayrıca 8 cilt kitabın yazarıdır.2001 de hayatını kaybetmiştir.
25 ağustos 2001 yılında yener yenmez adında asker firarisi biri tarafından öldürülen yahudi iş adamı.ölümünün üzerine bir çok komplo teorisi üretilmiştir.
hayatta başarı dediğimiz şeyin karşılığı "üzeyir garihtir". keşke hayatta olsaydı ondan bir şeyler öğrenseydim dediğim ender insanlardan biri "üzeyir garihtir" , yaşamımda tanımadığım halde hakkında emin olduğum bir insan varsa oda "üzeyir garihtir" çünkü parayı sonuna kadar bulmuş birisi hiçbir menfaat gütmeden genç nesillere yol göstermeye tenezül etmez (iş hayatımdan kesitler ve gençlere tavsiyeler)
cinayeti hala aydınlatılamamış bir iş adamı. ayrıca doktordur. yahudidir kendisi ve türkiye'deki kaliteli bir kaç iş adamından biridir, babamın eski arkadaşlarındandı. kendisi israil destekçisi değildi ama israil'i sevmiyor da değildi. ölümünün arkasında mit'in mi, mossad'ın mı olduğu ise hala çözülemedi.
öldürüldüğü gün televizyonlar son dakika haberi verip alarko carrier' ın sahibi vefat etti dediklerinde aklımda pek bir şeyler çağrışmamıştı. ama gel gelelim şimdi bakıyorum da böyle eski toprak, yol gösterici iş adamı yok memlekette. kaç tane iş adamı kitap yazıp şu gençlere yol göstereyim der ki?
katilinin söylediğine göre gizli bir tarikatın gizli tapınağında öldürülmüştür.kendisine defalarca cinayet kasedinin izletilip ezberletildiğini iddaa etmiştir.izlediği kasettekilerin hepsinin maskeli ve ilginç kıyafetler giydiğini öne sürmüştür.ancak bütün bunlara rağmen ömür boyu hapis cezasına çarptırılmaktan kurtulamamıştır.
o öldüğü sırada bir çocuktum. ancak, ne kadar dehşet içinde kalmışsam artık cinayetin birçok ayrıntısını ve sonrasında yaşananları hatırlıyorum.
adli tıp raporu dizine bıçak sokulup çevrildiği, alt ekstremitedeki çeşitli kaslarında da buna benzer yarıkların olduğu yönündeydi. dahası böbrekleri de bıçaklanmış, kalbi ve kulak memesinin altı da tıpkı alt bölgesine yapılan surette döndürülerek parçalanmıştı. rapora tek gözünün de çıkarılmış olduğu bilgisi eklenmişti.
buraya tekrar döneceğim; ancak cinayet zanlısı bunları üzeyir garih'in istediği parayı vermemesi üzerine sinirlenerek yaptığını itiraf edecek daha sonra, bunu önceden söylemek istedim.
olayın bir dinden dönme cinayeti olduğu iddiası, sırttan kalbe bıçak saplama ve gözleri delme (göz akıtma) figürleri sebebiyle ortaya atılmıştı. üstelik tüm bunların ilk bakışta göze çarpmaması için ceset yüzüstü çevrilmişti.
olay nedir, niye yapılmıştır pek aklım almıyor. bu tür konulara, ajancılık oyunlarına pek kafam basmaz. ama zanlının yakalanmak için deli gibi uğraştığını düşünmüştüm o dönem çocuk aklımla. banka kartını kullanıyor, hatta bankamatikte unutuyor, çaldığı telefonla görüşmeler yapıyordu. şimdi düşününce bu "din değiştirme"nin gerçek sebebin üstünü örtmek için bir kamuflaj olabileceğini düşünüyorum. zira bu tarz bir işi beceren daha sonra şüpheyi üstüne çekmemek için delilleri rahatlıkla karartabilirdi. bir de düşüncem o ki bir yerde planlarda bir aksilik olmuş olmalı, çünkü cinayetin işlenişi görünürde kusursuzken daha sonrası çok aceleye getirilmiş görünüyor. sanki orijinal plan çökmüş de alelacele bir b, hatta c planına başvurulmuş gibi.
bir de bu olayın diğer faili meçhullere benzemeyen bir yönü de bahriye üçok, uğur mumcu gibilerinin tüm türkiyenin gözü önünde birilerinin tekerine çomak sokmuş olması. haliyle kimin neden öldürdüğü konusunda genel bir kanıya sahibiz; ancak üzeyir garih'in sebebini belki de hiç öğrenemeyeceğiz. ergenekon davası bu derece sulandırılmasaydı ve akparti'ye alet edilmeseydi bir şeyler olabilirdi. terör örgütü'nün aydınlatılmaya başlanması, bırakın akparti'yi garih'in öldürülmesinden de birkaç sene önceye kadar uzanıyor. can dündar vb yazarların doksanların ortasında bu konuyu yazmaya başladıklarını görüyoruz.
ama düşülmesi gereken not bence garih'in öldürülmesiyle türk mafyasının bitirilmiş olmasıdır. doksanlardaki o meşhur "mafya" iki binlerde birden, tam da garihten sonra, ortadan kayboldu. artık polis eli boşaldığı için mi yoksa birileri iteklediği için midir bilinmez, önceden cesaret edilemeyen ilişkiler ağını kurcalamaya başladı. elini attığı her yerde silah, delil bulur oldu. o deliller oraya kondu mu yoksa vardılar da yerleri polise mi söylendi de bu derece isabetli gidiyorlar bilmiyorum. ancak garih'ten sonra rüzgarın bu derece ters dönmesi mossad ihtimalini akla getiriyor. zaten, israil'in türkiye'yle -dışarıdan hiç de öyle gözükmese de- tam anlamıyla müttefik olduğunu anlamamak için budala olmak lazım. zira ikisi de kendi alanlarında yalnız birer ülke. ikisi de doğu ve batı arasında sıkışmış, doğu ve batı çeşitli sebeplerden bu ülkelerden nefret ediyor ve bunlara ihtiyaç duyuyor. bir şekilde varlıkları birbirlerine bağlı. o yüzden de dışarıdan nasıl görünürse görünsün ben israil ve türkiye'nin müttefik olduğu kanısındayım. fakat dediğim gibi, üzeyir garih'in neden öldüğünden çok neyi değiştirdiği sorusu çok daha önemli. umarım anlatabilmişimdir ne dediğimi.
1980'li yılların sonlarından beri ülkemizde bir kargaşa, bir kavga bütün şiddeti ile sürmektedir.
insanlarımız bir şeyleri paylaşamıyor. Gıpta kıskançlığa, uygar mücadele ise yerini kaba kuvvete bırakmış görünüyor. Kimse hakkına razı olmuyor. Otobüs, minibüs bekleme kuyruklarında, tüm olası normal kuyruklarda, kişi, olmayan bir hakkını elde etmeye, bir dirsek hareketi ile veya vuruşu ile bir öne geçmeye çalışıyor.
Rekabet, rakibinden daha iyi bir şey yapabilme yerine, tamamen, rakibini tökezletmeye dönüşmüş. insanlarımız çalışarak değil, köşe dönücülükle bir yerlere varmaya çalışıyorlar. Vatandaşlarımızda, vatandaşlık ruhu, kendini etnik, dinsel, mezhepsel birlikteliklere terkediyor.
insanlarımız bir şeyleri paylaşamıyor. Gıpta kıskançlığa, rekabet mücadeleye dönüşmüş durumda.
iftira ve karalama kampanyaları, tarihte okuduğumuz Sultan Abdülhamit zamanındaki jurnacılık eylemine dönüşmüş görünüyor.
Sözlü ve yazılı basında herkes birine karşı görünüyor. Herkes birbirini suçluyor.
Belirli televizyon programları her türlü ihbarı destekliyor.
Çoğu kez insanlar ve kurumlar, çıkarları zedelenen kişiler tarafından haksızca ve pervasızca karalanıyor.
At çamuru iz kalsın türünden düşünce ve eylemler revaçta.
Arada suçsuz kurum ve kişiler, kendilerini savunsalar bile, haklı savunmaları ithamlar karşısında kamuoyunda gölgelenmiş oluyor.
iftira bir yerde hoşgörü ile karşılanıyor. iftira ile yıldırma arada bir etkili bir şantaj aracı halini alabiliyor.
iftira itibar görebiliyor, çıkarları zedelenenler bu yola başvurabiliyorlar.
Politik arenalarda aynı doktrinleri paylaşan partilerin birbirleriyle uzlaşmaları şöyle dursun, kendi iç bünyelerinde dahi bir konsensüse varamadıkları görülüyor.
Parlementomuzda dahi tartışmalar saygı ve terbiye kurallarını aşan bir şekle bürünebiliyor.
Toplum çıkarı, kişi çıkarının önüne geçemiyor.
Televizyonlarda en çok gösterilen ve en çok seyredilen filmler şiddetin, cinayet ve hırsızlığın egemen olduğu kurdeleler.
Bütün bu saydıklarım bir tatminsizliğin doğurduğu bir mutsuzluğun sonucudur.
Toplum çıkarları kişi çıkarlarının önüne geçemiyor.
Kanımca bu mutsuzluğun kökeninde yatan ülkemizde adalet mekanizmalarının yeterince işleyememesidir.
insanlar, haklarını zamanında elde edememenin sıkıntısını, kendilerine göre adaleti kendi olanakları ile ve kaba kuvvetle uygulama yoluna sapmakla gidermeye çalışmaktadırlar.
Türkiye'mizi bir kanun devleti olmaktan çok bir hukuk devletine dönüştürmenin, bunun için gerekli yasal düzenlemelerin geliştirilmesinin bir oranda derde çare olacağı kesindir.
Bu kavga tatminsizliğin, eğitimsizliğin ve gelir dağılımındaki dengesizliğin bir sonucudur.
insanlarımız arasındaki gelir dağılımındaki dengesizlik, kanımca bu kavgayı körükleyen en önemli nedendir. Bu dengesizliği giderebilmek için esas, alt gelir düzeyindeki insanların yaşam koşullarını uygarlığın gerektirdiği düzeye getirebilmektir.
Bunun için istihdam, istihdam için yatırım ve ayrıca bütçe dengesidir.
Vergi reformu ve özelleştirme de tedavi yöntemlerinin başında gelir. Ayrıca ihbar ve şantaj mekanizmaları genelde kişi-devlet veya kurum-devlet ekonomik ilişkilerindeki çarpıklığın sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Bunun tek çözümü devletin mümkün olabilecek oranda ekonomiden elini çekmesi, yani büyük çapta özelleştirme ve ihale yasalarının gerçek anlamda şeffaflaştırılmalarıdır.
Çare istihdam, yatırım ve enflasyonun düşürülmesidir. Yapılması gerekenler bellidir. Yapabilecek güç eksiktir.
Bu yazdıklarım zor olmakla birlikte yapılamaycak şeyler değildir.
Örgün ve yaygın eğitimde dialog, fikirlere saygı, konsensüs ve en önemlisi insan sevgisi ve toplum saygısı konularına ağırlık verilmesi bu kavgayı bir süre içinde sona erdirebilir.
Milletçe göstereceğimiz gayret, kamuoyunu yönlendirici organların ve özellikle medyanın bu konudaki tutumlarına bağlı olarak gelişebilir. insanlarımız huzur, iç açıcı haberlere ve mutluluğu özlemektedirler.
Bu özlemi giderebilmenin hepimizin ayrı ayrı bireysel uğraşlarımıza bağlı olduğunu unutmayalım.
her televizyona çıktığında ağzından çıkanları can kulağıyla dinleten aklı başında bir insandı. ölümünün ardında masonik semboller oldukça fazladır. fevri bir hareket sonucu öldürüldüğüne kimse inanmıyor.