1929 yılın da istanbul'da doğdu.1951 yılın da istanbul teknik üniversitesi makina fakültesinden mezun oldu.1954 yılın da ishak alaton'la "alarko" şirketini kurdu.yahudi bir aileye mensup olup, 25 ağustos 2001 yılın da eyüp mezarlığın da, bir cinayete kurban gitmiştir.
alıntıdır.
1951 yılının Temmuz ayında 17 arkadaşımla birlikte iTÜ Makine
Fakültesi'nden başarılı bir öğrenci olarak mezun oldum. O gün hayatımın
en mutlu günlerinden biriydi. Sınavlara hazırlanmaktan para getirebilecek
işleri altı aydır ihmal etmiştim. Parasızdım. Ancak Yüksek Mühendis
diplomasını kazanmış olmaktan dolayı mutluydum.. O sabah motor dersi
hocalarımız, ikisi de asistan olarak çalışan Prof. Necmettin Erbakan ve
Prof. Hakkı Öz'ün karşısında başarılı bir motor sınavı ile mezuniyete
hak kazanmıştım. Bu olayı kutlamak için bir arkadaşımla Moda'da yazın ilk
deniz banyosunu yapmayı ve kendimize bir ziyafet çekmeyi kararlaştırdık.
Mayolarımızı yanımıza almıştık. Arkadaşım Moda'ya gitmeden önce yeni inşa edilen Levent Mahallesi'nde otobüsle bir tur atıp Türkiye'de o gün için yepyeni bir olay olan bir uydu villa kenti gezip görmeyi teklif
etti. Merakla kabul ettim. Levent, alt yapısı tamamlanmış ve villaları
toparlar görünümdeydi. Yolları o zamanlar pek ender rastlanan bir şekilde tamamen asfalttı. Otobüsten inip merakla yürürken bir villanın kapısının önünde villa sahibi ile bir amelenin yüksek sesle tartışmalarına tanık olduk. Merakla yaklaştık. Bizi gören villa sahibi sanki içini dökmek ister gibi bize dönerek:
-Burada temizlenecek bir su deposu var. Tam yevmiye veriyorum
yapmıyor. Ne ister bilmem ki, diyordu. Amele ise;
-Bu iş geceye kadar sürer, kurtarmaz! Kahveye gidip yarına kadar uygun
iş ayarlarım, diyordu. Arkadaşı mla aynı şeyi düşünmüş gibi bakıştık. ikimiz
de parasız sayılırdık. Amele yevmiyesi ise 6 lira idi. Bizim o günkü
ihtiyacımızın hemen hemen iki misli. Villa sahibine bu işi yapmaya hazır
olduğumuzu söyleyince, amele homurdanarak
-Canınız çıksın da anlayın halimizi, diyerek uzaklaştı. Mayolarımızı
giydik. Deponun pırıl pırıl temizlenmesi bir saat sürmemişti. O sıcak yaz
gününde bahçede hortumla duşlandık. Havlu fabrikası sahibi olduğunu sonradan
öğrendiğimiz ev sahibi, kim olduğumuzu anladıktan sonra altışar lira ile
birer havlu hediye ederek ve birer gazoz ikram ederek uğurladı. Bu işte
kanımca tek kaybeden 'kurtarmaz!' diyen amele olsa gerek. Iş mi çoktu?
Insanlar mi tembeldi? Neyi 'kurtarmaz' idi?
Bu güne kadar da anlamiş değilim.
o öldüğü sırada bir çocuktum. ancak, ne kadar dehşet içinde kalmışsam artık cinayetin birçok ayrıntısını ve sonrasında yaşananları hatırlıyorum.
adli tıp raporu dizine bıçak sokulup çevrildiği, alt ekstremitedeki çeşitli kaslarında da buna benzer yarıkların olduğu yönündeydi. dahası böbrekleri de bıçaklanmış, kalbi ve kulak memesinin altı da tıpkı alt bölgesine yapılan surette döndürülerek parçalanmıştı. rapora tek gözünün de çıkarılmış olduğu bilgisi eklenmişti.
buraya tekrar döneceğim; ancak cinayet zanlısı bunları üzeyir garih'in istediği parayı vermemesi üzerine sinirlenerek yaptığını itiraf edecek daha sonra, bunu önceden söylemek istedim.
olayın bir dinden dönme cinayeti olduğu iddiası, sırttan kalbe bıçak saplama ve gözleri delme (göz akıtma) figürleri sebebiyle ortaya atılmıştı. üstelik tüm bunların ilk bakışta göze çarpmaması için ceset yüzüstü çevrilmişti.
olay nedir, niye yapılmıştır pek aklım almıyor. bu tür konulara, ajancılık oyunlarına pek kafam basmaz. ama zanlının yakalanmak için deli gibi uğraştığını düşünmüştüm o dönem çocuk aklımla. banka kartını kullanıyor, hatta bankamatikte unutuyor, çaldığı telefonla görüşmeler yapıyordu. şimdi düşününce bu "din değiştirme"nin gerçek sebebin üstünü örtmek için bir kamuflaj olabileceğini düşünüyorum. zira bu tarz bir işi beceren daha sonra şüpheyi üstüne çekmemek için delilleri rahatlıkla karartabilirdi. bir de düşüncem o ki bir yerde planlarda bir aksilik olmuş olmalı, çünkü cinayetin işlenişi görünürde kusursuzken daha sonrası çok aceleye getirilmiş görünüyor. sanki orijinal plan çökmüş de alelacele bir b, hatta c planına başvurulmuş gibi.
bir de bu olayın diğer faili meçhullere benzemeyen bir yönü de bahriye üçok, uğur mumcu gibilerinin tüm türkiyenin gözü önünde birilerinin tekerine çomak sokmuş olması. haliyle kimin neden öldürdüğü konusunda genel bir kanıya sahibiz; ancak üzeyir garih'in sebebini belki de hiç öğrenemeyeceğiz. ergenekon davası bu derece sulandırılmasaydı ve akparti'ye alet edilmeseydi bir şeyler olabilirdi. terör örgütü'nün aydınlatılmaya başlanması, bırakın akparti'yi garih'in öldürülmesinden de birkaç sene önceye kadar uzanıyor. can dündar vb yazarların doksanların ortasında bu konuyu yazmaya başladıklarını görüyoruz.
ama düşülmesi gereken not bence garih'in öldürülmesiyle türk mafyasının bitirilmiş olmasıdır. doksanlardaki o meşhur "mafya" iki binlerde birden, tam da garihten sonra, ortadan kayboldu. artık polis eli boşaldığı için mi yoksa birileri iteklediği için midir bilinmez, önceden cesaret edilemeyen ilişkiler ağını kurcalamaya başladı. elini attığı her yerde silah, delil bulur oldu. o deliller oraya kondu mu yoksa vardılar da yerleri polise mi söylendi de bu derece isabetli gidiyorlar bilmiyorum. ancak garih'ten sonra rüzgarın bu derece ters dönmesi mossad ihtimalini akla getiriyor. zaten, israil'in türkiye'yle -dışarıdan hiç de öyle gözükmese de- tam anlamıyla müttefik olduğunu anlamamak için budala olmak lazım. zira ikisi de kendi alanlarında yalnız birer ülke. ikisi de doğu ve batı arasında sıkışmış, doğu ve batı çeşitli sebeplerden bu ülkelerden nefret ediyor ve bunlara ihtiyaç duyuyor. bir şekilde varlıkları birbirlerine bağlı. o yüzden de dışarıdan nasıl görünürse görünsün ben israil ve türkiye'nin müttefik olduğu kanısındayım. fakat dediğim gibi, üzeyir garih'in neden öldüğünden çok neyi değiştirdiği sorusu çok daha önemli. umarım anlatabilmişimdir ne dediğimi.
üzeyir garih'in öldürülmesi olayında çok daha önemli olan nokta; kendisi museviyken, mezarını ziyaret etmeyi hiç aksatmadığı mezarın sahibi olan şeyh. Bir musevi neden bir şeyhin mezarını bu kadar sık ziyaret eder. Gel de soner yalçın'a hak verme.
katilinin söylediğine göre gizli bir tarikatın gizli tapınağında öldürülmüştür.kendisine defalarca cinayet kasedinin izletilip ezberletildiğini iddaa etmiştir.izlediği kasettekilerin hepsinin maskeli ve ilginç kıyafetler giydiğini öne sürmüştür.ancak bütün bunlara rağmen ömür boyu hapis cezasına çarptırılmaktan kurtulamamıştır.
her televizyona çıktığında ağzından çıkanları can kulağıyla dinleten aklı başında bir insandı. ölümünün ardında masonik semboller oldukça fazladır. fevri bir hareket sonucu öldürüldüğüne kimse inanmıyor.
öldürüldüğü gün televizyonlar son dakika haberi verip alarko carrier' ın sahibi vefat etti dediklerinde aklımda pek bir şeyler çağrışmamıştı. ama gel gelelim şimdi bakıyorum da böyle eski toprak, yol gösterici iş adamı yok memlekette. kaç tane iş adamı kitap yazıp şu gençlere yol göstereyim der ki?