Üniversitenin kendisi açısından bir şey katmadığını görmüş olan öğrencidir. hayatında radikal kararlar alabilen, verdiği kararların sorumluluğunu alabilmiş olan öğrencidir aynı zamanda.
çok acayip bir özgüvendir bu. insanı bir kaç haftada bir kaç yaş olgunlaştırabilir, yerine göre ters kontak yapıp kişiliğini bozabilir, dingilin teki olmana sebep olabilir.
mart ayıydı. 1 haftalık dönem tatili çabucak geçmiş, ben babamla okulla ilgili sıkıntılarım konusunda konuşma fırsatı bulamamıştım. o gün okuldan dönüyordum, metrodaydım. bir yandan derslerimi düşündüm. bir yandan da o zamanlar okumakta olduğum siyaset kitaplarını gözden geçiriyordum. kendi kendime şunu sordum: "ulan ben buraya nereden geldim?"
lise sınavlarına hazırlanırken "senin puanların iyi, sen fen lisesine git" diyen amcaların aklına uyup 4 senemi memleketimdeki kıytırık fen lisesinde heba etmiştim. daha sonra mecburi sayısalcı olduğum için kader önüme iki seçenek sunmuştu. ya tıp ya da mühendislik. oldum olası tıp okumak için kendimi yeterli hissetmemişimdir. hastane korkusundan doktora gitmeyen adamım lan ben, ne tıbbı? ama mühendislik konusunda da kararsız kalmıştım. ne çalışma ortamlarını biliyordum ne de ne iş yaptıklarını. ayrıca endüstri mi, elektronik mi, makina mı, bilgisayar mı yoksa inşaat mı? bunu da düşünmemiştim. sonra yine o amcalar çıktı, endüstri yazma dediler. elektronik yaz. ve kendimi itü elektronikte okurken bulmuştum.
halbuki oldum olası sosyal bilimlere özellikle siyasete ilgim vardı. bu bölümler ilgimi çekerdi hep. ama şimdi elektronik mühendisliğinde hiç ilgimi çekmeyen, bana oldukça gereksiz görünen dersler almaktaydım. bu derslerin çoğuna gitmiyordum zaten, sadece sınavlara giriyordum. ama bu bile beni çıldırtmaya yetiyordu. staj yaptığım dönemde ise bu bölümü tamamiyle kafamda bitirmiştim aslında. sadece cesaretim olmadığı için yoluma devam ettim.
o gün, metroda farkettim. ben bu bölümü bitiremeyecektim. benim bu bölümde hiç bir işim yoktu. dersler zulüm gibi geliyordu, sınavlara zoraki giriyordum hatta bazı derslerin finallerine sırf canım istemediği için gitmemiştim. üstelik bölümde okuyan arkadaşlarımın çoğu; benim tam aksime okudukları bölümü seviyorlardı. en azından bir çaba içerisindeydiler. kendi kendime dedim ki, eğer ben siyaset okusam ben de aynen bu şekilde mutlu olurum; derslere zevkle giderim, hocaları sorduğum sorularla bunaltırım, üzerinde çalıştığım projelerle ilgili kitaplar okurum, işin uzmanlarıyla görüşürüm. ve en önemlisi de mutlu olurum. o halde neden yapmıyorum bunu?
şimdi istediğim bölümdeyim. çoğu şey istediğim ve de beklediğim gibi gidiyor. tabi açık konuşayım; türkiyede sosyal bilimler üvey evlat gibi. prestiji çok az, insanlar size boş gezenin kalfası gözüyle bakıyorlar. kimisi "keşke hobi olarak okusaydın" diyor mesela, ya da "bitirince ne olacan?" soruları bunaltabiliyor bazen insanı. biraz haklılar da aslında. yani tıp okumak gibi bir şey değil bu, okul bitince hemen iyi sayılabilecek bir maaşla işe başlama garantiniz yok sonuçta. yüzbinlerce insanın mezun olduğu bir bölümün mezunu oluyorsunuz, yüz binlerce insanın girdiği sınavlara girmek zorundasınız falan.
ama bunların hiçbirisi o kadar büyük bir dert değil benim için. şöyle bir baktığım zaman "yapabilirim, ben bunu başarabilirim" diyebiliyorum. torpillerle alenen hakkım yenmediği müddetçe mutlaka farkımı hissettiririm diyebiliyorum.
böyle bir özgüven çeşidi bulunmaz. anlık gaza gelmek, yaşadığın düzeni unutmak, önünü görememek, hormonal dengesizlik (bkz: ergenlik), kendini kanıtlama çabası, akılalmaz büyüklükteki ego, marjinal olduğunu düşünmek ve hayatın yaşamaya değer kısmının; sürüye katılamayacak kadar kısa olduğunu sanmak gibi duygu ve düşüncelerin birleşiminden meydana gelen hatalar zinciridir. evet daha önce kanıtladığınız başarılarınız ya da sizi diğerlerinden farklı kılan bir özelliğiniz varsa bırakabilirsiniz. ama unutmayın ki sırf askerlik gibi bir durumun varlığından dolayı bile üniversite okunur aga.
dip not: ilk tercihi ettiği okulu bırakmış ardından bir yıl ara verip tekrar sınava gelerek sike sike üniversiteye dönmüş gereksiz bir insanın, önemsenmesi gerekli fikirleridir.
--spoiler--
virman : fransızca virement. daha çok bankacılık alanında kullanılan bu söz, "nakit kullanmadan hesaptan hesaba yapılan para transferi veya bir hesaptan bir başka banka hesabına para aktarma" anlamlarındadır. kurulumuz, virman sözüne karşılık olarak aktarım kelimesini önermektedir. örnek: banka kartınızla şirketiniz adına dilediğiniz an para yatırabilir, çekebilir, havale ve aktarım yapabilir, şirketin hesap bakiyesine ulaşabilirsiniz.
--spoiler--
okula başladığı o ilk günden beri anne merhameti ile derslerine ilgili davranmış fakat olayın iç yüzüne bakarsak ôgrencinin her zaman içinde beyoğlunda gitarı ile şarkı sôyleme istediği yaşamıs fakat bir gitarı bile olmayıp kemanımla bana bir tercih hakkı verebilseydin anneee isyanı olan gözü kara ôgrenci profili.
Sahip olup olmama konusunda kararsiz oldugum özgüven. Mevcut özgüvenim veya güvensizliğim bu kararı almamı engelliyor ama bıraktığımda özgüven patlaması yaşar mıyım?
Kendini girişimci olarak görür halbuki Sadece bir iki yıl daha cabalayıp diploma alsa işler kötü gittiğinde kendine bir iş bulmak için kullanabilir diplomayı. Bu öz güveninden çok öz güveninin korelttigi planlama kabiliyeti ile ilgilidir.
üniversiteyi bırakmak isteyen öğrenci ya dersleri kötüdür, ya ortamı , yada bölümünden memnun değildir. 2 tane tanıdığım arkadaşım var okul bırakan. birincisi :muhasebeyi bıraktı adalet yüksek okuluna gitti.
ikincisi muhasebeyi bıraktı: Kiler Group a girdi. hayata erken atılmak güzeldir. ama bırakılan umutlar peşinde koşmaya devam edersen.
türkiye de yok böyle bir okul yaa...
--spoiler--
nedense kafamda büyülü bir kampus canlandırmışım, deniz kenarında falan. pencereden denize atlayacağımızı falan da hayal etmiştim galiba, sonra denizden çıkıp okul binalarının önündeki sıcak kumlara uzanıp güneşlenecektim. güneş gözlüğümün altından da, okulumuzun bikinili güzel izmirli kızlarını kesecektim ve ordan tekrar derse gidecektim. okulun binaları şato, malikane tarzı binalar olacaktı. harikalar diyarı gibi bir kampuste cıvıl cıvıl insanlar, kızlar falan olacaktı.
--spoiler--
tavan yapmış olması kuvvetle muhtemeldir. zira, okuduğu bölümü bırakıp da herkesin illallah çektiği öss zülmüne geri dönmek öyle herkesin harcı değildir. demek ki güvendikleri inandıkları birşeyler var.
mecburiyet ya da keyif. ikisinden birisini açıkça seçmiş, ya da seçmeye zorlanmış kişinin, ayakalarının üstünde durma çabasına devam etmesinin verdiği özgüvendir.
+ artık yokum oğlum, başka ev arkadaşı bulun kendinize.
iki yıllık iç sıkıntısı ve "ben buraya ait değilim." düşüncesinin sonucunda bir karara varmamla birkaç aydır hissettiğim özgüven hissi. aile ve çevre baskısıyla tercih ettiğim okulda istemediğim bir bölümü okuyarak mutsuz geçirdiğim iki yıl sonunda, bir sene daha sıkıntı çekerek öss'ye tekrar hazırlanmak pek de zor olmayacaktır herhalde. her ne kadar kendimden 3-4 yaş küçüklerle okuyacak ve hayata daha geç atılacak olsam da pişman olacağımı pek sanmıyorum. çünkü geç de olsa kendi istediğim gelecek doğrultusunda verdiğim bir karar bu.
hazır öss tercih dönemindeyken söyleyeceğim şudur ki: okuyacağınız bölümü/okulu/şehri seçerken kendi isteklerinizi asla gözardı etmeyin.
3 yıl sonra gelen edit:
tam da istediğim okulu/bölümü kazanmışken, halimden memnunum. denemek isteyen ve bununla birlikte götü yiyenlere tavsiye ederim.
2004 yılında öss'ye girip marmara diş hekimliğini kazandım. aslında ilk ay içerisinde okulun bana uygun olmadığı o kadar aşikardı ki gitmem gerektiğini hissetmiştim. her neyse... tabi annem "madem kazandın devam edeceksin." muhabbeti yaptı. ite kalka 1 yıl geçmiş. 2. sınıfa başlamışım. ama bende değişen hiçbir şey yok. isteğim okulu bırakma yönünde. bir protez asistanım var allah düşmanımın başına vermesin. en kötü ödevlere onay verirken beni süründürdü resmen. baktım olmuyor aradım annemi "anne ben bırakıyorum." dedim. "iyi ama sonra gelip bana ağlama." dedi. sonra başladım dersane aramaya. o sırada annem yanıma gel dedi, ben de gittim. psikyatrisle görüştüm. bana ilaç verdi. iki hafta rapor verdi. bu iki hafta sonunda hala bırakmak istersen bırak dedi. düşündüm tarttım ailem kendimden daha ağır bastı ve okulu bırakmadım. ama gitmediğim günlerin sonu bana 2. sınıf tekrarı olarak döndü. bir sene sınıf tekrarı vardı ama rahattım. sonra 3. sınıf olmuşum. o kadar hırsla başladım ki hayatımda ilk defa günü gününe ders çalışıyordum. birinci dönemi çok güzel geçirdim. ikinci dönem stajlar başladı. yapılan her türlü işkenceye katlandım herkes gibi. sonra vizeler ve final derken baktım 3. sınıf bitmiş. tabi bütünlemeler var. peki noldu bütünlemelerde bir hocam hakkımı yedi resmen ve sınıfta kaldım yine. hiç okula gelmeyen adamlar geçmiş ben kalmıştım. 3. sınıf tekrarında asistanların iğrenç işkenceleri devam etti tabi. ikinci dönem okul açıldı staja gittim. hasta başındayken 3 profesör kılıklı insan görünümlü yaratıklar alenen saldırıya geçti. tabi artık dolmuşum hepsine cevap verdim. asistan beni çağırdı neymiş hocaya cevap vermiyecekmişim. yok ya... tabi ona da güzel cevaplarımı sıraladıktan sonra tekrar anne aranır "ve ben bu sefer kesin olarak okulu bırakıyorum." dedim. anneyle geçirilen 1 haftalık küslük sürecinden sonra herkes her şeyi unuttu. okulu bıraktım. yeniden sınava girdim. istediğim yere yetecek kadar puanımı aldım. mutsuz muyum? hayır. ama okul bırakmak için öncelikle her türlü o okulu kafanızda bitirmelisiniz. hiçbir şekilde bir ama kalmamalı beyninizde. ayrıca beş yaş küçük insanlarla okula başlıyacam yeniden. bundan utanıyor muyum? hayır. benim yerime akılsız seçimler yapmaya zorlayan sistemi bize dayatanlar utansın diyorum.
babasının parasına güvenen öğrencidir. özgüven değil, para konuşur burda maalesef.ne yani boğaziçinde okuyorum ben, aman boşver özgüvenimle iş bulurum diye okulu mu bırakacağım.beynim sulandı sanırsam.