giderken ağlamaktan harap olmuştum. evde çok mutlu olsam, stressiz bir hayatım olsa ağlamam normal de öyle değilken neden o kadar ağladım bilmiyorum. galiba alışmışlık hissiyle alakalı. daha sonra gelmek bile istemedim tabi.
burayı okuduktan sonra üniversiteyi bırakasım geldi lan. evim güzel lan benim.
okuyup vatana millete hayırlı olması beklenen gençtir artık babasının dünkü menisi. ancak babası da annesi de üniversitenin vatana millete hayırlı evlat yetiştirmek gibi bir derdi olmadığını bilmez. çünkü en başta üniversite türkçe bir kelime değildir. öğrenci artık dünya vatandaşı olmaya gider. pabucuma anlat öğrenci, pabucuma anlat.
Ayrılığa en alışık bünyeleri bile yanlızlığın içine çekebilen bir özlemdir o sürü psikolojisinden ve bi ortam arayışından olsa gerek "hüee bak bende çok özledim şimdi, bende sizin gibi çok ailevist bir kişiliğim . Seneye eve cıkıyos dimi hacı" olay örgülü repliği ile ilerleyebilen arayış senaryosununda bir parçası olabilen.
zordur. hergün anne aranır ya "anne nasıl yapılıyo bu makarna? bi tutam tuz ne kadar olur" tarzı sorular sorulur. baba ile genelde para bittiğinde konuşulur.
Daha yaşayamadım ama yaşayanlardan duyduğum kadarıyla; Ne kadar çıkmak, gitmek, özgürlüğe adım atmak istesen de orada kalbin sızlıyor ve boğazin düğümleniyormuş.
önce hüzünle ayrılır evden, "üniversitede kızlar teklif ediyormuş" efsanesiyle rahatlatmaya çalışır kendini ama içi içini yer... daha sonra üniversitede eğer ayrı eve çıktıysa istediği zaman sigara, bira, cips ile tıkınıp aile baskısı olmadığını görünce "oh be dünya varmış" diyecektir. (temennimiz o yönde)
ilk ayrilis, yuvadan ucan kuş izlenimi vermistir bana hep. ilk bir haftasi aile ve giden kisi açısından memnuniyetsiz bile geçse bir süre sonra tadı cıkarılır aileden uzak olmanin.
otogara gidene kadar her şey büyük bir sevinç anıdır, otogarda bir hüzün bir ağlaşmalar başlar. yolculuk sırasında bir şey olmaz yalnız şehre inince asıl kıyamet alışana kadar başlar.