otobüsün kalkmasına yarım saat kala ailecek gelinir otogara.otobüs çıkıp gelene kadar genel geçer öğütler verilir. senin içinde özgür olacak olmanın verdiği tuhaf bir her an uçacak kuş misali duygular vardır. annenin kalbindeyse hüzün korku endişe... sonra otobüs yanaşır bavullar yerleştirilir. sen binersin camdan dışarıya onlara bakarsın. yüzlerinde gülümseme vardır ama çeneleri titrer. sen de aynı sekilde az önce yaşadığın yaşasın özgürüm hissi boğazında kocaman bir yumru oluverir. otobüs hareket eder. senin gözlerinden yaşlar boşanır, yanında oturan yabancıya hissettirmemek için çabalarsın gizlemeyi. otobüs dönerken uzaklaşmaya başlayan annene bakarsın artık o da ağlıyordur. bu belki son görüşmeniz değildir ama sen artık büyümüşsündür, çocuk saflığın yoktur, hele ki büyük bir şehre geliyorsan yaşam bazen çekilmez olacaktır. şimdi gerçekten evinde oturan insanlar bunun değerini çok iyi bilmeli.
karmaşık düşünceler eşliğinde can yakıcı bir durumdur.
serde türlü türlü hayaller... bir kazanayım da... yurdun taa öbür ucuna gidiecem, kalmıycam buralarda... bu sesler serde yankılanır, ve bakarsın ki günün birinde kazanmışsın daha önce hiç gitmediğin bilmediğin bir şehri. artık olay tamamdır!
daha önce üniversiteyi kazanıpta bavul hazırlayanlardan görüldüğü üzere büyük bir sevinçle ve telaşla bavul hazırlanır, hayaller kafada, gülücükler ağızda... anne dalgın, üzgün... baba düşünceli..
çıkar iki alışveriş yaparsın ailenin bütçesi dahilinde. ahım şahım değil ya, işte üniversiteye gidiyorsun nihayetinde! ufaktan alışveriş.
gidiş günü belirlenir, evde aileyle oturmak yerine arkadaşlarla içilir, gezilir, çılgınca geçirilir memleketteki son birkaç gün.
anne daha üzgün, dalgın... baba daha bi düşünceli...
ve otobüs saatine doğru otogara gidilir maaile. sabırsızlanırsın ama işte film burada başlar! ufaktan olayın gerçek boyutunu kavramaya başlarsın. lan! gidiyorum yani!
işte o an anneye bakmak, hem de gözlerinin içine bakmak gelir insanın içinden. bakarsın, gözler nemli, gözler telaşlı, gözlerde yaş var. döner babaya bakarsın, onun da gözlerinde anlamsız bir bakış var!
bir tuhaf olursun, ama bilmezsin ki bu daha başlangıç! daha ne kadar zaman böyle göreceksin bu bakışları...
otobüs gelir, binersin, sanki onlarda seninle gelmek ister gibidirler. öyleee bakarlar sana, sen de onlara, boğaza nedense o ana kadar ortada görünmeyen bir düğüm sıkışır. annenin gözlerine bakarsın son kez, yaşlar süzülür, baba sigaradan bir nefes daha çekerken gözyaşlarını içine akıtır falan... otobüs gider.
buraya kadar oldu bitti kısmıdır. yani nedir ki, savaşa değil alt tarafı üniversite sevdasına başka bir şehre gidiyordur kişi!
gel gör ki işin rengi bu kadar değildir.
onlarca yıl aynı evin içinde her türlü halini, her günkü gelişimini seyreden insanları oldu bittiye getiremez insan.
düşünsene, onlarla büyüdün. bir rüya gibi, onlarla neşelendin, kederlendin, onlardan nefret ettin, onlar seninle kavga etti... bir sürü karışıklık...
ama bir o kadarda kuvvetli bağ...
zordur nitekim, bambaşka bir hayata gitmek zordur. baba evinde kalıpta dışarıya gidenlere özenenlere duyurulur en çok: aklınızı başınıza alın efendiler! aslanlar gibi evinizdesiniz, ailenizlesiniz. orta yaş grubundan yaşlılık aşamasına doğru giden ana babanızın belkide son zamanlarında onlarla güvenli bir biçimde yaşamaktasınız.
bok yok lan dışarda, üniversitede. iki ortam görücem, iki macera yaşarım diye gitme güzel belki, ama o anneyi babayı hayatında o bakışlarla hatırlamak, onlardan uzakta gurbette yaşamak hayattaki en berbat hislerdendir.
gözler... yaşlar... gözler... yaşlar...
ilk evden ayrılmayı geçtim, 4 yıl oldu hala daha evden ayrılırken evlat acısı gibi koyuyor sevdiklerini arkada bırakmak. hele ki bu insanlar yaşlıysa yaşanan duygunun tarifi yoktur.
2 yıl sonra gelen edit: dün tekrar yaşadım aynı şeyi. içimden parça kopuyor, anlatamıyorum.
yeni bir hayata ilk adım.
sağlam bas, çünkü seni tutacak birileri yok artık. ve gücünü hisset.
meseleye kendi donlarını yıkamakla başlaya bilirsin.
hayat garip, hayat güzel ve hayat senin...
insanın içinde hafif bir tedirginlikle heyecan duygusu uyandırır. ama aileler için nasıl bir histir bilemem.
ileride kendi çocuğum olur ve üniversiteye giderse nasıl bir his olduğunu editlerim.
benim ilk ayrılış günüm de şöyle idi; aynı üniversiteyi kazanmış bir arkadaşımla aynı otobüsteydim. hareket saatinin gelmesini beklerken aileler de tanışmış, bize "oralarda kendinize dikkat edin.", "uslu uslu geçinin.", "kavga dövüş etmeyin." gibi çocuk nasihatlerinde bulunuyorlardı. bu arada aileler dedim ama benim yanımda sadece annem vardı, arkadaşımın ise annesi, babası, kardeşi, halası filan gelmişti.
her neyse... hareket saati gelmiş, otobüsteki yerimizi almıştık. otobüs terminalden yavaş yavaş ayrılırken annem yüzünde bir tebessümle el sallıyordu. arkadaşımın annesi ise göz yaşlarıyla eşinin dibine doğru sokulmuş, kardeşi ağlamamak için kendini tutmaktan kıpkırmızı kesilmişti. annemin hüzünlenmemesinin ya da belli etmemesinin sebebi de abimden alışık olmasıydı sanırım.
küçük kardeş olmanın kötü yanları işte... çoğu tecrübeyi sizden önce abiniz veya ablanızla yaşadıklarından, sıra size gelince fazla alışıldık oluyor. *
ilk başta hüzünlüdür. her seferinde ev çok özlenir. ancak zaman geçtikçe o eve bağlar azalır ve üniversitenin son sınıflarına doğru tekrar aile ile yaşamak pek iyi bir fikir olarak gelmez.
herşeye rağmen (bkz: home sweet home)
oğlum ilk defa samsun'a gitmişti.
onu her sabah namaza ben kaldırırdım.
o sabah ayak alışkanlığı yine kaldırmaya gittim
odayı ve yatağı boş görünce gözlerim yaşarmıştı.
kapıdan kalk evlat namaz geçiyor diye çağırmıştım.
şimdi yazarken bile o günü yaşadım.
Yeni bir hayata adılan ilk adımdır.
Bir süre sonra tekrar eve gelindiğinde,
hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Yıllardır yatılan yatak bile yadırganacaktır.
Her gidişte arkada bırakılan annenin o bakışlarının,
değişmeyen tek şey olduğu zamanla anlaşılaşacaktır.