çok anlamsız bulduğum bir kibirdir. yüzlerini hep asık tutmaya çalışırlar. üstelik ilahiyattan ziraata kadar her fakültedeki öğretim üyelerinin ortak yönüdür. şahsen ben öğretim üyelerinin nerede yaşadıklarını, hangi berberde tıraş olduklarını, maç izlemek isteyince hangi kahveye gittiklerini, nerede pide yaptırdıklarını çok merak ediyorum. ulan şaka maka 22 yaşına geldim ve hala 1 tane bile akademisyenle karşılaşamadım. Hadi sayıları az desem 135 bin sayı da az sayılmaz.
kulüpler binasının konferans salonunda, şiir kulübü olarak şiir gecesi tertip etmekteyiz... Danısman hocamız açılış konuşması yaptıktan sonra tamamının öğrenci olduğu dinleyicilerin karşısında, tam da sahnenin ortasında sandalyede oturuyor... Yetmiyor bir de bacak bacak üstüne atıyor... Dinleyiciler ve şiir okuyacaklar şaşkın... Hayatlarında ilk defa görmüşler böyle bir olayı...
aynı gece ben de şiir okudum.. Bir kısmını eksik okumuşum... Aynı hoca hala sahnedeyken eksik okuduğum için beni dakikalrca azarladı. Çok bilinen bir şiir de değil, yani dinleyicilerin hiç biri benim eksik okuduğumun farkında değil... Yani değildi, bizim mal hocamız çaktırana kadar... Sen danışman hocamızsın, biz orada seni temsil ediyoruz.. Kibir bu değildir de nedir... Hey dangalak... Bak yine sinirlerim bozuldu...
bu ülkede eline not verme veya ceza kesme yetkisi verilen hangi meslek erbabı alçak gönüllü acaba? öğretmen, polis, vergi memuru, gümrükçü, zabıta, müfettiş, hakim, savcı vs.
orospu çocugu olmayalarıyla alakalı bir durumdur. 4 yıllık kişisel gözlemlerime dayanarak herhangi bir ünvanı olmayan ögretim görevlilerinde ve asistanlarda profosör ve doçlere göre daha fazla olan durumdur. ayrıca kocaeli iletişim rts bölümünde bolca olan durumdur. özellikle bitanesinin kibirden bir tarafı göge yükselmektedir. bu adam utanmasa yeşilcamı ben kurdum diyecek kadar da kibirlidir.
bunun sebebini anlamak için, üniversite hocalığı için geçen süreci irdelemek lazım.
aga şimdi üniversiteyi bi şekilde bitiriyorsun. yüksek lisans diye bi şey var ona başlıyorsun. daha ilk yılında, derslerine giren hocalar, senin konuyla ilgili her boku bildiğini varsayarak ders veriyorlar. ola ki ben bunu bilmiyorum, ben bunu anlamadım dedin. aha işte orada sıçarsın. o zaman nasıl bitirdin üniversiteyi, bunları bilmiyorsan ne yapmaya geldin buraya lafları arasında kafan bi posta sikiliyo. kasıyosun bu sefer lisanstayken üstün körü öğrendiğin bilgileri ezberlemeye. ha bu arada araştırma falan yapıyorsun, makale falan da hazırlıyorsun. ders süreci bu şekilde geçiyor.
tez aşamasına geldin miydi, esas bombardıman başlıyor. sana veriyorlar bir konu, diyorlar ki, bunun üzerinde araştırma yap. başına da veriyorlar kırık bir danışman hoca, onla da ayrı uğraşıyorsun. araştırma yapıyorsun, kaynak topluyorsun, danışmanın beğenmiyor. diyor ki yabancı kaynakta bul. onu da buluyorsun getiriyorsun, eh fena değil diyor. başlıyorsun yazmaya. lakin üniversitede sana bir eser nasıl meydana getirilir öğretilmemiş ki. kafana göre yazıyorsun işte. danışmana gösteriyorsun, beğenmiyor baştan yaz diyor. baştan yazıyorsun, gene beğenmiyor. alıntı yapıyorsun, kopyala yapıştır yapma kendi fikirlerini yaz diyor. kendi fikirlerini yazıyorsun, sen kimsin ki, konu hakkında fikir beyan ediyorsun diyor.
neyse böyle böyle tezini tamamlıyorsun. sırada tez savunması var ki hayatta yaşanabilecek en boktan anlardan biridir. 2-3 yıllık çalışmanın karşılığını alıp alamaman, başlıkta bahsedilen bu kibirli adamların dudaklarından çıkacak tek bir söze bakıyor. olmamış derlerse öyle büt falan yok, direkt şutluyorlar. neyse, sen tezini anlatıyorsun, başlıyorlar sormaya. ama ne sorular. sanki ölmüşsün de ahirette hesap veriyorsun. soruların yarısı zaten tezinle alakalı değil. bi yerden sonra otomatiğe bağlanıyorsun ve evet-hayır diye cevaplar veriyorsun sadece. savunmanın sonunda seni dışarı çıkartıyorlar, biz kendi aramızda bi konuşalım diyolar. dışarda 5 dakika bekliyorsun. ama o beş dakika beş saat gibi geliyor. karnın ağrıyor, çişin geliyor, miğden bulanıyor, saçlarının beyazladığını falan hissediyorsun. beş dakka doluyor, giriyorsun içeri. diyorlar ki, tezin başarılı. çok mutlu oluyorsun, diyorsin ki tamam, ben bunu da atlattıysam daha bana bi şey olmaz.
yetti mi peki? tabi ki hayır. bu sefer doktora diye bi şeye başlıyorsun. yüksek lisansın daha ağırı. senden yine her boku bilmen bekleniyor. misal, 2007 yılında türkiye'de faal nüfus içinde kadınların işsizlik oranını bilmen gerekiyor. öyle ortalama bir rakam da veremezsin. direkt virgüllü mirgüllü tam oranı söyleyeceksin. yoksa sıçtın. en acı olan da, karşındaki profun sana sorduğu sorunun cevabını kendisinin de bilmiyor olması. önündeki kağıttan bakıyor lavuk. yüksek lisansa benzer bir süreci geçirip, bir de doktora tezi yazıyorsan. bu sefer, yüksek lisanstakinden daha fazla sikiliyor hayatın. böylece doktoradan da mezun olup doktor ünvanı alıyorsun.
güç bela, torpille morpille bir üniversiteye giriyorsun. basit bir öğretim görevlisisin hala. diyorlar ki yard. doç olman lazım. ne lazım diyorsun. diyolar ki çalışmak. gece gündüz araştırma yapıyorsun, makale yazıyorsun, kitaplara katkı yapıyorsun, yazdıklarını yabancı dergilerde yayınlatmak için ayrıca uğraşıyorsun, yard. doç. sınavına giriyorsun, ınu da kazanıyorsun ve böylece üniversite hocalığı içinde ki en düşük makama sahip oluyorsun.
ha tabi bu arada uğraşman gereken öğrencileri, senin üstünde yer alan hocalara yapman gereken yalakalıkları falan hiç saymıyorum.
bundan sonra, doçentlik sınavı var tabi ki, o yard. doç. sınav sürecinden çok daha ağır geçiyor.
şimdi elimizi vicdanımıza koyalım sayın sözlük yazarları, bu adam kibirli olmasın da kim olsun. adamın hayatı sikilmiş lan o makama gelmek için, it gibi çalışmış, yalamadık göt bırakmamış.
sen kimsin? basit bir öğrenci. ne biliyorsun? hiç.
Şu an kibirli olmaya devam eden 30-35 civarında kalmışlardır. YÖK halletmek üzeredir. Bunun dışında öğrencinin burnundan getirdikleri de olur. Ama süper hocalar da vardır yani yok değildir.
allahtan o kibirli hocalar bana rast gelmedi;yaşlı,tatlı,tontiş hatta nirvanaya erişmiş diyebileceğim hocalarla tanışma fırsatı doğurdu bana eğitim hayatım.ama bu üniversite hocaları kibirli değildir yargısını üretebileceğim anlamına gelmez.bulundukları mevkiye bakış açılarının farklı olmasından ileri geldiğini düşünmekteyim.
böyle düşünerek üniversiteye başladığım ancak tam tersine maruz kalınca ciddi ciddi üzüldüğüm durumdur. yahu sen koskoca doçent olmuşsun; benim defterimdeki büyük harfle başlamayan cümlemden sana ne?
arada istisnalar kaideyi bozmaz dememize yol açabilecek mükemmel insanlara rast gelebilsek de asistanlığa adım atıldıktan sonra insanın arkasında göt diye tabir edilen kısmın fazlasıyla kalkması ile başlayan, öğrencisine selam vermeyen, empati yeteneği sıfır olan insanlardır.
iş hayatında bir yol tutturamayıp, okulda ezberci sistem sayesinde dersleri geçip öğretim görevlisi olan, sonra burada da dikiş tutturamayıp, yıllarca öğretim görevlisi olarak kalan bir hoca bozuntusunun, yılların hıncını belki ondan kat kat daha yetenekli, kafası çalışan, ileride büyük şeylere imza atabilecek olan öğrencisinden çıkaran hocalara yönelik olumsuz, ama bir o kadar da doğru önermedir.