''Er geç beni affedeceksin.Bir şey beklemeden,bir şey istemeden affedeceksin.Sevgin seni oraya götürecek.Düşe kalka ilerleyeceğin yollarda,taşlar kanatacak ayaklarını.Issız,karanlık ormanlardan geçeceksin yapayalnız.Sonra bir bataklık başlayacak gözün alabildiğine.Omuzlarına kadar yapışkan çamurlara saplanacaksın.Durmadan yağmur yağacak üstüne,iliklerine kadar ıslanacaksın,üşüyeceksin.Ahtapot elleri gibi uzun,pis sarmaşıklar dolanacak ayak bileklerine.Dört yanında kara bataklık kuşları dönecek çığlık çığlığa.Geçmiş zamanı düşüneceksin.O bir daha yaşanılmaz günleri,geceleri düşüneceksin.Bataklığın son bulduğu yerde zift gibi koyu bir gece başlayacak geçmiş gecelere benzeyen.Yürüyeceksin,ağır ağır ilerleyeceksin zamanın ve gecenin ortasında.Keskin bir rüzgar çıkacak,merhametsiz kırbaçlar gibi parçalayacak yüzünü.
Sonra bir dağ yamacına varacaksın,bitkin ve perişan...Uzaklarda cılız bir ışık göreceksin.Sen yaklaştıkça büyüyecek,sıcak kollarıyla saracak seni.Fakat,sen o ışığın olduğu yere hiç bir zaman varamayacaksın ve bu gerçeği anladığın anda yıkılacaksın,korku ve ümitsizlik saracak yüreğini,ağlayacaksın.
işte o zaman beni düşüneceksin,çektiklerimi,senin için katlandığım şeyleri düşüneceksin.Bulutlar dağılacak.Seni nasıl sevdiğimi,nasıl yüceleştirdiğimi,nasıl erişilmez ışık haline getirdiğimi birer birer anlayacaksın.
Onun için beni affet demeyeceğim sana.Er geç anlayacak ve affedeceksin.Bunu biliyorum.Karşılaşmamız kaderdi belki ama çektiğimiz çiledir bizi birbirimize yaklaştıran,o korkunç ümitsizlik, büyük çaresizliklerdir.
Nesirleri şiirlerinden daha güzel olan, defalarca intihar etmesine rağmen başaramamış ve oğlunun " baba öyle intihar edilmez böyle edilir " diyerek kendisini galata kulesinden bırakarak öldürdüğü aşk adamı.
Sen de bir yerde bütün kadınlar gibisin..durmadan usanmadan arıyor fakat ne aradığını bilmiyorsun..bilmeyeceksin de..
Aramak
Ömür boyunca aramak.. Yalnız seni aramak. Paslı teneke kutularda, küf kokan dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, sonra vapurlarda, trenlerde hep seni aramak. Belki bu şehirde değilsin. Ne çıkar? Seni arıyorum ya. Belki de aynı sokakta evlerimiz, sabahları beni görüyorsun işime giderken. Sonra akşamı bekliyorsun, alacakaranlığı… Beni bekliyorsun ya da bir başkasını, bir başkasını.
Hiç gel demeyeceğim sana. Aramak neredeyse ben oradayım. Ayaklarım ne güne duruyor? Yok yok birden karşıma çıkma. Kaç, saklan. Seni aramak istiyorum.
Git bu şehirden haydi git. Dağlara çık, o uzak dağlara. Rüzgârların krallığında hüküm sür. Baktın ki oraya da geldim yine kaç. Başını al, açıl denizlere. Gemilerin en güzeli, en büyüğü dilediğin limana götürmeli seni, dilediğin yerde demir atmalı. Ben küçük bir balıkçı kayığı ile peşinden gelsem yeter. Seni arıyorum ya!
Bir yıl, beş yıl, on yıl değil; beşikten mezara kadar aramalı insan, ama ne aradığını bilmeli. Yaklaşıp uzaklaşmalı aradığından. Okyanus dalgaları üstünden bir küçük tekne gibi alçalıp yükselmeli. Yalınayak koşmalı yollarda, ayaklarını sivri taşlar kesip kanatmalı. Çöllerden geçmeli yolu, yanmalı, kavrulmalı. Sonra gözün alabildiğine ak, soğuk ülkelere düşmeli. Buzlar kırılmalı ayaklarının altında, üstüne kar yağmalı.
Bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni. Ayaklarını Afrika’dan getirip bir kâğıt üzerine yapıştırmalıyım, saçların Sibirya’da olmalı, dudakların Çin’de. Gözlerin Hindistan’da bir mabudun gözleri olmalı, ellerin italya’da bir heykelin elleri. Bulsam da seni parça parça bulmalıyım.
Yine de bir yerin eksik kalmalı.
Yeniden yollara düşmeliyim, onu aramalıyım.
Ve tam seni tamamladığım anda ölmeliyim
Aramak
Ömür boyunca aramak.. Yalnız seni aramak. Paslı teneke kutularda, küf kokan dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, sonra vapurlarda, trenlerde hep seni aramak. Belki bu şehirde değilsin. Ne çıkar? Seni arıyorum ya. Belki de aynı sokakta evlerimiz, sabahları beni görüyorsun işime giderken. Sonra akşamı bekliyorsun, alacakaranlığı… Beni bekliyorsun ya da bir başkasını, bir başkasını.
Hiç gel demeyeceğim sana. Aramak neredeyse ben oradayım. Ayaklarım ne güne duruyor? Yok yok birden karşıma çıkma. Kaç, saklan. Seni aramak istiyorum.
Git bu şehirden haydi git. Dağlara çık, o uzak dağlara. Rüzgârların krallığında hüküm sür. Baktın ki oraya da geldim yine kaç. Başını al, açıl denizlere. Gemilerin en güzeli, en büyüğü dilediğin limana götürmeli seni, dilediğin yerde demir atmalı. Ben küçük bir balıkçı kayığı ile peşinden gelsem yeter. Seni arıyorum ya!
Bir yıl, beş yıl, on yıl değil; beşikten mezara kadar aramalı insan, ama ne aradığını bilmeli. Yaklaşıp uzaklaşmalı aradığından. Okyanus dalgaları üstünden bir küçük tekne gibi alçalıp yükselmeli. Yalınayak koşmalı yollarda, ayaklarını sivri taşlar kesip kanatmalı. Çöllerden geçmeli yolu, yanmalı, kavrulmalı. Sonra gözün alabildiğine ak, soğuk ülkelere düşmeli. Buzlar kırılmalı ayaklarının altında, üstüne kar yağmalı.
Bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni. Ayaklarını Afrika’dan getirip bir kâğıt üzerine yapıştırmalıyım, saçların Sibirya’da olmalı, dudakların Çin’de. Gözlerin Hindistan’da bir mabudun gözleri olmalı, ellerin italya’da bir heykelin elleri. Bulsam da seni parça parça bulmalıyım.
Yine de bir yerin eksik kalmalı.
Yeniden yollara düşmeliyim, onu aramalıyım.
Ve tam seni tamamladığım anda ölmeliyim
Bir mezar nasılsa işte öyleyim
Unuttum en güzel şarkılarımı
Gündüzü yok upuzun bir geceyim
Yitirdim umut kırıntılarımı
Sevgimi, neşemi, bütün varımı
Çaresiz bir yokluğun içindeyim
Gömdüm içime yıkıntılarımı
Arıyor bir yarım öbür yarımı.
imkansız olan şeyler vardır bilirsin
Yaşlanmamak gibi, ölmemek gibi
Ve seni sevmemek çigan gözlüm
Mümkün değil ki
Çıkarıp atamam içimden
Neyleyim yer etmişsin bir kere
Ne zaman elime bir kağıt alsam
Siner güzelliğin kelimelere
Yumsam gözlerimi seni seyrederim
Devamlı bir musiki kulaklarımda sesin
Mevsimler seninle başlar, seninle biter
Yıl oniki ay benimlesin
Ne zaman bir gemi görsem limanda
Alıp başımı seninle gitmek isterim
Umurumda değil bu oyunlar, bu düzenler
Anlasana; seni arıyor ellerim
imkansız düşünmemek gecelerce seni
Ve sevmemek ömür boyunca, bir gün değil
*Başka çaremiz yok, beni unut* demiştin
Mümkün değil çigan gözlüm, mümkün değil.
Siz ölüler ne yaparsınız toprağın altında
Canınız sıkılmaz mı?
Öyle çırılçıplak üşümez misiniz?
Eviniz, vatanınız hatırınıza gelmez mi?
Dünyada kalanları düşünmez misiniz?
Acıkınca canınız neler ister kimbilir
Et mi, ekmek mi, şeker mi, tuz mu?
Kiminiz karpuzu, kiminiz kavunu severdi
Yoksa acıkmayı unuttunuz mu?
Güzel bir kadın geçse yakınınızdan
Ayaklarının sesini duymaz mısınız?
Günleriniz nasıl geçer orada?
Geceleri uyumaz mısınız?
Ölüm sizi kör mü etti, sağır mı etti?
Öpülmek istemez mi dudaklarınız?
Ya özlediğiniz, acı çektiğiniz zaman
Bizim gibi ağlar mısınız?
Kendisinden daha yeteneklı olduğumu dusundugum şair.
Bundan yıllar yıllar önce bir şiirimi Oğuzcan şiiri diye ona hayran bir kıza göndermiştim. Çok güzel yazmış, süper yaaa dedi. Ardından Onun şiirini kendi yazdigim siir diye göndermiştim. Cevabı "fena değil" şeklindeydi.
Sonrasını bilmiyorum evlenmiş diye duydum.
aşk insanın kendisini keşfetmesi ve kendi ekseninde diğer insanlara değer vermesinin birleşimidir. ümit yaşar'ın şiir dünyasının tamamı neredeyse aşk temalı şiirlerden oluşmaktadır. çünkü aşk, şairin hiçbir zaman uzaklaşmak istemediği duygudur.
aşkı, insanın kendisini sevmesi olarak da yorumlamıştır ümit yaşar, karşısındaki insanı sevmesi ölçüsünde de insanları sever ve onlarla olan iletişimine ivme kazandırır. pek çok zaman ise insanlara güvenmediğini ve onlara inanmadığını mısralarında açıkça belirten şair, bir anlamda da insanlardan uzaklaşıp aşka sığınmıştır.
şair aşkında merkez olarak kadını da işlemiştir. eşine hitaben yazdığı şiirlerinde; eşi ulufer hanımın vefasını, iyiliğini dile getirmiştir. buradan da ona ne kadar minnettar olduğunu ve hayata tutunacak dalı olduğunu anlamaktayız.
diğer değindiği temaları ise: ölüm, istanbul aşkı, cinsellik ve bir sürü şey.
hayatında dönüm noktası olan ölümlerde tema değişikliğini görüyor ve ümit yaşar ile birlikte yaşıyoruz. muhteşem biri, muhteşem şiirleriyle bir bütün. iyi ki tanışmışım şiirleriyle.
Ayni dönemde yasayip tanimak istedigim insanlar listesinde olan edebiyati zayif duygulari kuvvetli sair.
Tam sınırdan kaçarken vurulmak nedir bilir misin?
Nöbetçiler ha gördü, ha görecek
Parmaklarının ucu dikenli tellere değdi değecek...
Ama... Bir adım daha atamazsın.
Uzanıp tutamazsın;
Göz pınarlarında donup kalır hayallerin
Planların, kaçışın, kurtuluşun
Ve deler sevgi dolu yüreğini
Sevgi bilmeyen bir kurşun.
Bir okyanusda boğulmak nedir bilir misin?
Batan bir gemiye el sallayamamak,
Oturup ağlayamamak,
Birkaç kulaç ötedeki
Bir tahta parçasını tutamamak,
Nedir bilir misin?
Sevmek nedir bilir misin?
Bir şeyler tutuşur yüreğinde kıpır kıpır
Bütün benliğini sarar, ısıtır.
Her gülüşte yeniden doğarsın
Ve bin kere ölürsün her iç çekişte
Nasıl anlatsam bilmem ki.
Yani 'sevmek' işte.
Duymak nedir bilir misin?
Duymak, ama anlatamamak
Çemberini kıramamak kelimelerin.
Tam dilinin ucuna gelmişken söyleyememek
'Seviyorum' diyememek
Yani ölümü yaşamak nedir bilir misin?
''insan bir kere ölüyor ne fena
Bu düzeni değiştirmeli
Bir kere yaşamalı; çok çok ölmeli
En büyük kederler bizim için
Bizim için karşılıksız sevgiler
Kör kuyular, çıkmaz sokaklar bizim için
Dünyaya nasıl gelmişiz sormayın
Saygı değer annelerimiz incinmesin
Her yerim ayrı ayrı ölmeli
Yoksa ölüm yok bana dünyada
Bir kurşun beynime girsin
Bir bıçak kalbime saplansın
Kızgın bir demir dağlasın gözlerimi
Sonra gelsin bir manga asker
Sert bir komut; bir yaylım ateş
Bırak kim bağlarsa bağlasın gözlerimi.
Çok düşündüm bilek damarlarımı kesmeyi
Rönesans öncesi devirlerden kalma zehir içmeyi
Ve düşmeyi yüksek kulelerden mermerler üstüne
Ayaklarıma taş bağlayıp denizler altında ölmeyi
Yine de ölmedim görüyorsun, ölmedim
O asağılık hesaplar, küçük korkular bırakmadı beni
Belki de sen bırakmadın, bilmiyorum
Bıraksaydın çoktan unutmuş olacaktın
Halbuki şimdi benden kaçman da zor
Anlıyorum beni sevmen de zor
Dedim ya bir yere kadar yaşamak güzel
Ama bir yerde ölüm güzel oluyor.''