* Evin içinde bir oda, odada istanbul
Odanın içinde bir ayna, aynada istanbul
Adam sigarasını yaktı, bir istanbul dumanı
Kadın çantasını açtı, çantada istanbul
Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm
Çekmeğe başladı, oltada istanbul
Bu ne biçim su, bu nasıl şehir
Şişede istanbul, masada istanbul
Yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık
Bir yanda o, bir yanda ben, ortada istanbul
insan bir kere sevmeye görsün, anladım
Nereye gidersen git, orada istanbul.
istediğin zaman, rasladığın yerde
kıyasıya olmalı beni vuruşun
kanım günlerce akmalı caddelerde
tam kalbime değmeli attığın kurşun
ya kalbime ya alnımın ortasına
en can alacak yerime nişan al
çare bulunmaz her kurşun yarasına
beni öldür ve açık gözlerime dal
bir eser olmasın içinde korkudan
tetiği kininle, garezinle çek
kurşun değil ölüm çıkmalı namludan
bırak benim kanım olsun dökülecek
en son kurşunun da olsa namluya sür
nasıl olsa ölüm var, bari sen öldür.
Aşk başlamadan güzel, Kalplerde heyecan. Bakışlarda korku olduğu zaman güzel. Birbirimize sezdirmemek için çırpınış, Başkaları görmesin diye çabalayış, Gözlerim gözlerinin mavisine değdiği zaman. Aşk başlamadan güzel..
tüylerimi diken diken eden şiiri
çaresizlik
Çaresizliğin en amansız olduğu yerdeyim şimdi
ilk defa sevmenin tarif edilmez korkuları içindeyim
Uykusuz gecelerin yorgun sabahlarında seni düşünüyor
Ve korkularla yine sana doğru koşuyorum
Hep aynı soru düşüncemde ya severse&
O zaman neler olabileceğini düşünmek korkutuyor beni
ilk defa yenileceğimi anlıyorum
Karşımda kendinden emin gözlerin, dudakların, ellerin bunu söylüyor bana
Seni tanımadan geçen bütün yıllara lanet ediyorum
Önceleri hiç bilmediğim adını, şimdi binlerce defa tekrarlıyor dudaklarım
Gün oluyor bir tabloyu seyredercesine mutlu heyecanlarla doluyorum karşında
Gün oluyor eski bir yunan heykelin ölümsüz güzelliğiyle büyülüyorsun beni
Gözlerin gözlerime takılınca güçsüzlüğüm aklıma geliyor
Beni sevmediğin sevmeyeceğin
O zamanlar öylesine yıkılıyorum ki bilemezsin
insan nasıl gökyüzüne baktığı zaman
Bu sonsuz evren içinde küçük ve çaresiz bir yaratık olduğunu anlarsa
Güzelliğinde bana aynı şeyleri düşündürüyor
Gün oluyor mavilerde, gün oluyor kırmızılarda, gün oluyor karalarda yaşıyorum seninle
Dudaklarında çıkan her kelime suya bir taş atmışçasına büyüyor içimde
Nereye gitsen kulaklarımda o yarı karanlık çocuksu sesin
Sonra kendine has kokun, kokuların en çıldırtıcısı, en tahrik edicisi
Ve gözlerin…
Esmer bir akşamüstünün serin hüznünü getiren gözlerin
Görebildiğim, duyabildiğim her şey bana seni sevmeyi söylüyor
Uzaklaştıkça yaklaşıyor uzak
işin en kötüsü yaklaştıkça da uzaklaşmaktan korkuyorum
Belki hiçbir zaman sana seni sevdiğimi söyleyemeyeceğim
Ne sana nede senden başkasına…
Düşün ki çoğu zaman kendime bile söyleyemiyorum
Sanki söylediğim anda her şey bitecek ve bu emsalsiz büyü bozuluver ilecekmiş gibi geliyor
Bir insanın kendini aldatması ne güçtür bilirsin
Bu sevmek korkusunun aslında çok sevmek olduğunu biliyor fakat anlatamıyorum
Galiba asıl korku sevmek değil onun arkasına gizlediğimiz sevilmemek korkusu
Küçük aldanmalarla kendimizi avutmaya çalışıyor
Düştüğümüz bir çıkmazda bir teselli arıyoruz kendimize
Belki de aynı korkular içindeyiz seninle, bir birimizden haberimiz yok
Sevmek
Seni alabildiğine sevmek
Hiçbir şeyi umursamadan, bütün karanlıkları hiçe sayarak sevmek
Tutmak ellerinden, o derinlere inmek, gitmek oralara, o yerlere
Orda hep sen olmalı, seni yaşamak ve olduğun yerde bile
Seninle sensiz olamamak…
Sonrada sensiz edemediğimi, edemeyeceğimi söyleyememek sana
Susmak
Susmak;
Korkudan ölünceye kadar
Seni güçsüz, zayıf bir insan tarafından sevilmenin hayal kırıklığına uğratmamak için, şimdi benim yerime,
senden kalanları yakacağım. Ben yaşadıkça, varlığım bütün çaresizliklere meydan okuyacak. Unutma; seni sevdiğim için ölebilirdim, seni sevdiğim için yaşayacağım. Biraz sonra mektuplarınla resimlerini tutuşturacak bir
kibrit çöpü gibi çekiliyorum hayatından. Her şeyiyle onu sana bırakıyorum. Hayatın senin olsun. istersen hayatım da.. Ama sen kendinin bile olamayacaksın artık. Ben yaşadıkca, adım söylendikçe...
Seni bensizliğe ve kendimi sana mahkum ediyorum..
gelme diyorsun,
bu gek demektir
birazdan güneş doğacak,
dolu dizgin atlılar geçecek yüreğimden,
seni düşüneceğim
gümüş mahmuzların parlaklığınca
yağmur naş izlerini örtmeden
sana geleceğim
bekle beni..
"yürek tarifi imkansız biçimde suskun
beynimi kemiren sorular var
uykusuz geçen gecem sabaha varmakta"
sabah ezanı okunmamış henüz,birazdan gün doğar.aralık camdan perdelerle sevişerek giriyor rüzgâr.
yatağında uyuyan kızımı seyrediyorum biraz,öyle saf öyle güzel ki, melek olduğuna yemin edebilirim.
daha in-cin top oynarken sokaklarda, yürüyüşe çıkıyorum.hava kapalı yine yağdı yağacak belli. beş dakika sonra emeline ulaşıyor yağmur,sırılsıklamım.hep böyle yapıyor
pabuçlarımı çıkarıyorum ,yollardan akan sulardan geçiyorum.
biri görecek ne diyecek diye de korkuyorum bir yandan.
sabah gazeteleri gelmemiş daha köşedeki büfeye ,gelmez elbette saat sabahım dördü.daha yoldadır mecmua dağıtım arabası.
fırıncı cevdet yeni çıkmış ekmekleri kasalara diziyor.
göz göze geliyoruz, manalı manalı bakıyor bana ; içinden "ne yapıyor bu çocuk yağmurda üstelik yalınayak" diye düşünüyor biliyorum. gülüyorum o da gülüyor.sudan çıkmış balık deyimi geliyor aklıma o an
bu sabah yağan yağmurda ruhumu yıkamak, dertleri bir kenara atıp arınmak istiyorum
günün ilk ışıklarının, kızıl damlara vurma vakti gelene kadar parke taşlı sokaklarda yürüyorum, yürüyorum, yürüyorum.bazen koltuk altımdan düşüyor iskarpinlerim yine gülüyorum "ya diyorum bunları ebedi giyecek bir ayağım olmasaydı."yaradan'a şükrediyorum.
yüzümden süzülen damlalar gözyaşlarımı saklıyor,istanbul'da yağmurlu sabahları seviyorum.
"ümit yaşar oğuzcan"