son padişah ve halife bozuntusu mehmed vahdettin'in ne kadar vatansever ve mücadeleci ruhlu, bir yorgun savaşçı olduğunu gözler önüne seren sözleri. tam olarak şöyle demiş hazret;
"ingiliz ulusuna karşı beslediğim sevgi ve hayranlık duygularımı, babam Sultan Abdülmecit'ten miras aldım. Ümidimi Allah'tan sonra ingiltere'ye bağladım..."
vahdettin'in söylemiş olması imkan dahilinde olmayan söz... çünkü vahdettin'in tavrının işgali mümkün olduğu kadar az hasarla atlatmak olduğu biliniyor. hatta burada arkadaşların bilmediği veya bahsetmediği bazı ayrıntılar var:
savaş tazminatı olarak geçici bir işgale razı vahdettin. ama ülkenin bölünmesine, hatta işgal edilmiş bulunan arap halkının yaşadıkları toprakların dahi elden çıkmasına razı değil... bunu bir çok sözünden olduğu gibi, mondros mütarekesi'nden önce ahmet izzet paşa hükümetine dikte ettirdiği "taviz verilmeyecek iki esas"tan da biliyoruz. nedir bu iki esas:
1. Hilafetin ve Saltanatın mutlaka korunması ve Osmanlı hanedanına zarar verecek bir tavize gidilmemesi.
2. Hiçbir eyalette otonomi verilmemesi, illâ bazı eyaletlerde otonomi için ısrar edilirse verilecek otonominin sadece idarî olması, siyasî olmaması, siyasî otonominin istiklâl vermekten daha zararlı olacağı.
bununla beraber, mütarekeden önceki hükümet toplantısında alınan kararları da bilmek gerekiyor:
--spoiler--
- Boğazların, iki boğaz arasında 48 saatten fazla kalınmaması şartıyla, yabancı harb ve ticaret gemilerine açılması, Yunan harb gemilerinin hariç tutulması,
- Seferberlik şartlarının kaldırılması ve askerin harbden önceki miktarına döndürülecek şekilde fazlasının terhisi,
- Mütareke tarihinden itibaren ingiltere ve müttefiklerine karşı yeni bir harb cebhesinin açılmaması,
- Hükümetin, dahilde ve karasularında hiçbir haricî müdahaleyi kabul etmeyeceği, işgâl askerine izin vermeyeceği, âsâyişi kendisinin sağlayacağı,
- Karadenizde Almanların itilâf kuvvetlerine saldırmasına hükümetin izin vermeyeceği, isterlerse itilâf donanmasından yardım alınabileceği,
- Serbest ticaret yollarının açılacağı ve memlekete gıda ve hububat ithalinin süratle yapılacağı,
- Almanlar artık Osmanlıya borç vermeyecekleri için, itilâf Cebhesi tarafından para yardımında bulunulması,
- Alman ve Avusturya Macaristan askerî ve siyasî yetkililerinin iki ay içinde Osmanlı topraklarını terkedeceği, ama Almanyadaki 15 - 20 bin Türk yetkilisi ve talebesinin ülkeye hemen alınamayacağı, bu hususta millî nâmusu kıracak hiçbir teklifin kabul edilmeyeceği
--spoiler--
fakat evdeki hesap çarşıya uymuyor. vahdettin, mondros görüşmelerine "iyi müzakerecidir" diye damat ferid'in gönderilmesini istiyor. fakat hükümet onu dinlemeyip, rauf bey'i gönderiyor. rauf bey de içinden çıkılmaz bir antlaşmaya imza atıyor.
başbakan ahmet izzet paşa olsun, bahriye nazırı rauf bey olsun, vahdettin'in muhalifleridir. atatürk'ün yakın çalışma arkadaşlarıdır. atatürk'ü hükümete almamış olsalar bile, böyle bir antlaşmayı imzalayıp padişahın kucağına atan onlardır. ve padişaha düşen de artık işgal edilecek br ülkenin çaresine bakmaktır.
.......
bunun dışında, 1922'deki "ingilizlere sığınma" denilen olaya daha sonra gireceğim... önce burası bir netleşsin.
klasik iftira odakları iş başında. sözün uydurma belli oluyor ki salağın önde gideni olmak lazım.
"ingiliz ulusuna karşı beslediğim sevgi ve hayranlık duygularımı, babam sultan abdülmecit'ten miras aldım. ümidimi allah'tan sonra ingiltere'ye bağladım..."
araya bir allah kelimesi sıkıştırılmış günlük hayatta vahdeddin'in kullanacağı tek kelime olarak.
islam ve onu temsil eden herşeyden kayıtsız şartsız nefret eden zihniyeti bozuklarca atılan iftiradır, cevap vermemek dikkate almamak gerekir, zira yolda giderken köpek size havlasa ona havlayarak cevap vermeyeceğiniz gibi aynı şekilde davranmak gerektir.
tarihte yaşanmış olaylara bu gün sahip olduğunuz ideoloji ile bakarsanız eğer her olaydan kendi ideolojinizin ne kadar da sağlam olduğuna dair gerekli kanıtları bulmak çok kolaydır. ancak bunlar ne tarihi olayların aslını ne yaşanış şekilllerini ne de hangi ortamda, şartlar altında ve koşullarda yaşandığı gerçeğini değiştirmez.
ulusalcı arkadaşlarımız osmanlı imparatorluğunun çöküşü döneminde ki her padişahı günümüz değer ve koşulları içinde eleştirerek kendi ideolojilerinin ne kadar sağlam ve doğru bir ideoloji olduğunu öne çıkarmaya çalışırken, muhafazakar-liberal, islamcı ve milliyetçi arkadaşlarda istisnasız her padişahın ne kadar da büyük bir han olduğunu anlatarak ne kadar da doğru bir yol izlediklerinin tadını çıkarırlar.
ama bunlar tarihteki olayarı sebeb-sonuç ilişkilerini en azından tarih biliminin kendisi için değiştirmez.
başlıkta tabir edilen olayda her nedense herkesin atladığı olay Vahdettinin bir devlet başkanı olarak politikacı olduğu gerçeğidir.
trakyada bekleyen 55 bin kişilik yunan ordusunun her an istanbulu işgal edebileceğini bilen, şımarık yunan politikacılarının artık ingiliz efendilerini pek de takmadığıın farkında olan, istanbulda sayıları yaklaşık 12 bin olan işgal kuvvetleri haricinde hiçbir askeri gücün olmadığını bilen ve istanbulun bu yunan ordusu tarafından işgal edilirse bir daha geri alınmasının çok ama çok zor olduğunun farkında olan bir politikacı.
muazzam büyüklükte bir savaşta tüm cephelerde savaşı kaybeden bir ülkenin lideri.
şartlar aşağı yukarı bu şekildeydi ve bağcılar tipi "delikanlılık" henüz icat olmamıştı, kendisi de atarlı bir ergen olmayan bir liderin yapması gereken ise her ne şekilde olursa olsun istanbulun olası bir yunan işgalinden korunması idi.