tekken yapamayıp grupla çok iyi adam döver adamların tek başına helaya bile gitmediklerini düşünmekteyim bi de 'ölürem türkiye' şarkısını defalarca dinleyebilirler yurttayken kusana kadar dinletirlerdi..
münâfıklık. efendim bunların bir elinde kutsal kitap,diğer elinde (çok özür dileyerek söylüyorum) müstehcen içerikli dergi vardır. evet,durum bu kadar vahimdir.
tek başlarına bir şey yapamayacak kadar yüreksiz, yan yana geldiklerinde de bir şey yapamayacak kadar beceriksizdirler. çünkü inandıkları bir şey yoktur. kuru kalabalıktır.
yıllar önceydi, puslu bir eylül sabahı...
kampüs kantininde tanışmıştık onunla...
daha dün gibi hatırlıyorum...
gözleri kömür karası, sözleri gönül yarasıydı...
vurulmuştum...
koç gibi delikanlı derler ya, işte tam öyleydi...
özü sözü birdi, mertti, sertti, erkekti...
aşık olmuştum, platonikte olsa o benim aşkımdı, seviyordum...
göz göze gelince boğazıma bir şeyler düğümlenir,
kekeler konuşamazdım...
ağzım kururdu, titrerdim...
o ise öylece bakar susardı...
aynı okuldaydık...
benimle ilgilendiğini hissederdim...
konuşmazdı...
yan yana gelirsek, lafı ben açar beklerdim...
o havadan sudan konuşur, araya laf karıştırır çeker giderdi...
bazen günlerce gözükmezdi, özlerdim...
beni sevdiğini söylemesi için her numarayı yapardım, yemezdi...
çay içelim derdim, gelmezdi...
telefonumu verirdim, aramazdı...
kitabını, notlarını alırdım verene kadar istemezdi...
eline dokunurdum çaktırmadan çekerdi...
yalnızca kantinde yakalardım onu, gider otururdum yanına...
çay alma bahanesiyle kalkardı...
dönünce tam karşıma otururdu...
göz göze gelirdik, hissederdim beni sevdiğini...
gözleri söylerdi o söylemezdi...
sinirlendiğini belli etmemeye çalışarak,
çayını yarım bırakır, sigarasını söndürür, kalkar giderdi, çıldırırdım...
2000 içerdi...
o hep gitti, ben hep bekledim...
böyle geçti tam üç sene...
okul bitmek üzereydi ve benim doğum günümdü...
onu da çağırmıştım...
her zaman ki gibi gelmez diyordum ama geldi, ilk defa geldi...
sevinçten uçuyordum...
kapıda onu görünce her şeyi göze aldım...
el alemin içinde boynuna sarılıp
bağıra çağıra "seni seviyorum lan" dedim...
"seni seviyorum" rahatlamıştım...
arkadaşlar aptallaştılar, ben utançtan kıpkırmızı oldum...
o elindeki bir tek kırmızı gülü uzattı bana, "lanet olsun" dedi...
"lanet olsun, bende seni seviyorum"
göz gözeydik, ağlıyordu...
ve acı bir gülümseme belirdi yüzünde...
içeri bile girmedi, kapıdan döndü gitti...
içimde fırtınalar koptu o gidince...
yüreğim acıyordu...
seviyordum, seviliyordum
ağlıyordum, gitmişti...
aylar sonra gazetede gördüm resmini...
okulunu bitirmiş, öğretmen olmuştu...
güpegündüz, yol ortasında,
öğrencilerinin gözünün önünde vurmuşlar onu...
-sürekli takım elbise giymek
-sinemada bir tek kurtlar vadisi ırak filmine gitmiş olmak
-duruşlarını polat alemdar'a benzetmeye çalışmak
-sürüler halinde dolaşıp kavga etmek
-içlerinden birine yanlış bir söz söylendiğinde hemen toplanıp onu söyleyen kişiyi dövmek
-karar verme mekanizmalarının kıt oluşu
kendi sevgilileri olamadığından başka bi erkeği okulda sevgilisiyle görünce üstüne atlamak. hele ki oğlan kızın dizine filan yattıysa vay haline...
(bkz: selçuk üniversitei eğitim fakültesi)